Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Haziran '08

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

İstanbul’da Louvre oldu, Paris’te Topkapı olur mu?

İstanbul’da Louvre oldu, Paris’te Topkapı olur mu?
 

Sabancı’daki Louvre sergisine gittim. Buradaki sergileri görmenin yanısıra, bu müzenin bahçesine ve manzarasına hayranım. Dünyada böyle manzarası olan başka müze var mıdır bilmiyorum, ben görmedim.

Sabancı’da Louvre tanıtımı, çok iyi bir PR çalışması, çünkü serginin Louvre la çok fazla ilgisi yok. Sadece Louvre’un %1’ini kaplayabilecek olan Osmanlılara (1299-1923), İran’da 16. yüzyıl başlarında kurulmuş olan Safavi Devleti’ne (1501-1722) ve yine aynı dönemde Hindistan’da hüküm sürmüş Baburi Hanedanı’na (1526-1858) ait, ağırlıklı olarak çinilerden oluşan eserler var.

Sabancı ailesinin topladığı hat koleksiyonu ve Sakıp Sabancı’nın fotoğrafları ve bazı özel eşyaları da Atlı köşk’ün içinde sergileniyor. Sabancı’nın kendi el yazısıyla yazılmış ajandalarına bakıyorum. Dakika dakika her şey not edilmiş, konuşmalar, toplantılar, tv programları vs. “yoğunlukla geçen tempolu, başarılı bir hayat” izlerini, bu odaya bırakmış gitmiş işte.

Müzechanga cafesi, mekan tasarımı, dekorasyonu ve menüsüyle ayrı bir sanat eseri denebilir.

İstanbul’da ziyaret ettiğim diğer mekan Taksim’de eski Bilsak’ın yerine açılmış olan 5.kat. Burayı uzun zamandır ısrarla tavsiye ediyordu bir dostum, bizim şansımıza terası da açılmıştı, enfes bir boğaz manzarası var. Konukların %80 i yabancı diyebilirim. Yemekleri lezzetsiz, ama mekan çok lezzetli. Veda etmek de çok zorlandık. “ben şurada yatsam, şal dağıtıyorsunuz, battaniye yok mu?” diye soruyordum az kalsın.

İstiklal caddesi üzerindeki Leb-i Derya ve Literna’dan çok daha geniş bir perspektife sahip.

Her gidişimde olduğu gibi yine soruyorum: “neden bu şehir turist kaynamıyor?”. Paris’e yılda ortalama 60 milyon turist gelirken, neden İstanbul’a 6 milyon geliyor. Ne eksiğimiz var?

Onların Velsailles’ı var. Olsun, bizim Topkapı’mız var. Dolmabahçe’miz var.

Onların Notre Dame’ı, Sacre Courre’ü var. Olsun, bizim Ayasofya’miz, Sultanahmet’imiz, Mimar Sinan Cami’miz var.

Onların Seine nehri var. Bizim İstanbul Boğazı’mız var.

Onların Eyfel kulesi var. Bizim Galata kulemiz var.

Onların Champs Elysees’si, Arc deTriumph’u var. Bizim İstiklal caddemiz var. Ortaköy Camimiz var.

Onların Moulen Rouge’u var. Bizim de Raina’mız var.

Onların Fransız Mutfağı var. Bizimde Türk ve Osmanlı mutfağımız var.

Onların Louvre’u var. Bizim o kadar olmasa da artık biraz İstanbul Modern’imiz, Pera müzemiz, Sabancı müzemiz var.

Bizim Boğaz turumuz, Ortaköyümüz, Bebeğimiz, İstinyemiz, Arnavutköyümüz, Kalenderimiz, Emirganımız, Üsküdarımız, Fenerbahçemiz, Kuzguncuğumuz, Çengelköyümüz, Kandillimiz, Kanlıcamız, Sarıyerimiz var. Onların yok.

Bizim Heybeliadamız, Büyükadamız var. Onların yok.

Bizim yalılarımız var. Onların yok.

Bizim Pierre Loti tepemiz var. Onların yok.

Ayrıca Akmerkezimiz, Kanyonumuz, City Hall’ümüz, İstinye Park ımız var. Var da var…

Peki nelerimiz yok?

Paris’de gezerken, sonsuz bir açık hava ve sanat müzesinde geziyormuş gibisinizdir. Sanat ve tarihin bütünselliğini, uyumunu bozacak herhangi bir çirkinliğe, yeni ya da çok katlı yapıya rastlamak mümkün değildir. Kendi tarihi eserlerine sahip çıktıkları gibi, diğer kültürlerden gelenler de özenle korunmuştur. Biz eserlerimize sahip çıkamıyoruz, koruyamıyoruz, süregelen tarihi eser kaybımız var.

Paris’te çok sayıda küçük pansiyon ve butik oteller vardır. İstanbul’da bunların sayıları çok azdır.

Onların binlerce çeşit, yüzlerce dilde tanıtım kitapları var. Bizde, yeni yeni oluşmaktadır.

Üst yapı ve hizmetler konusunda daha pek çok eksiğimiz vardır, ama en önemlisi yetersiz tanıtım.

Paris markadır. İstanbul marka olabilmiş midir?

 
Toplam blog
: 144
: 1429
Kayıt tarihi
: 12.09.07
 
 

ODTÜ İşletme mezunuyum, felsefe bölümünde master eğitimi aldım, uzun yıllar bankacılık ve finansm..