Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Şubat '09

 
Kategori
İstanbul
 

İstanbul'un mimarları(!)

İstanbul'un mimarları(!)
 

Türkiye seçim atmosferini ciğerlerinin en kılcal damarlarında hissetmeye başladı bu günlerde. Her yer eskisi kadar olmasa da bayraklarla ve çeşitli flama ve afişlerle donatılmaya başlandı. Bu dönemler, çevre kirliliği yaratmasının dışında, benim çok hoşuma gider her taraf bayram yeri gibidir. Uzun parti konvoyları düğün alayı gibi süslenip şarkılar ve türkülerle şehri dolaşırlar. Hele yeniden düzenlenen şarkılar yok mu onlara çok gülerim bazen. Son yıllarda ise afişlerle verilen mesajlara çok güler oldum. Atatürk’e ve bayrağa pek rağbet etmeyen bir adayın bir anda her ikisiyle birlikte fotoğrafları şehri kaplayabiliyor. Halk ağzı denilen tarzda, bozuk Türkçeyle komik afişler de her an karşınıza çıkabiliyor.

Bu kampanya döneminde ise “İstanbul’un mimarı” ve "İstanbul’da metronun mimarı” afişleri her gün işe giderken beni gülümsetti. Gülümsetmesinin yanında İstanbul’un gerçek mimarlarını düşündürttü. Eski mimarlarla günümüz mimarlarını karşılıklı kefelere koydurttu. Kefeler yalan söylemez bazı mimarlar etkisiz eleman davranışı gösterdi.

Sanırım mimarlığa oldukça ilgili duymam, İstanbul’u ve doğayı çok sevmem de bu afişlere karşı beni daha duyarlı yaptı. Her sabah bu afişler sayesinde İstanbul’un mimari tarihini düşünür oldum. Milattan çok öncelere uzanan İstanbul’un tarihinde bizler ancak oldukça yeni eserlere tanıklık yapabiliyoruz. Bu eserler İstanbul’u dünya şehirleri arasına sokmuş ve tarihte de derin izler bırakmışlardır. Bu eserleri gerçekleştiren kişiler de tarihe mal olmuş mimarlardır. Bir yanda Ayasofya diğer yanda Sultanahmet camii, İstanbul’un siluetini oluşturmuşlar yıllardır. Bu mimari yapıtlar bir de boğaz ile birleşince eşi benzeri olmaz görüntüler ve güzellikler ortaya çıkmış. İstanbul yüzyıllarca birçok sanatçıya esin kaynağı olmuş, bu eserlerle farklı bir anlam kazanmış.

Günümüz mimarlarına ve eserlerine baktığımızda söz söylemeye ne hacet. Küçük bir boğaz turuna çıktığınızda İstanbul’un siluetine bir bakın, bu siluete artık galata kulesi ve Taşkışlanın eşlik etmediğini, onlara Dolmabahçe Sarayı ve diğer camilerin katılmadığını açıkça görebilirsiniz. Artık İstanbul’da boğazın incisi Dolmabahçe Sarayının arkasında “Swiss Oteli”, tarihi “İsmet paşa” stadyumunun arkasında ise gök kafes denilen “Süzer Plazayı” karabasan gibi görebilirsiniz. Boğazın sırtları ise getirime (ranta) kurban verilmiş, yerel yöneticiler ve dönemin iktidarları tarafından talan edilmiştir.

Her ülkenin gözü gibi baktığı şehrin eski yaşam alanlarını; Prag’da ve Budapeşte’de olduğu tüm dünyada korunmuş şekilde bulabilirken, İstanbul gibi bir şehrin eski yaşam alanlarında ise; çeşitli sanayi dallarını, toptancıları ve yine çeşitli üretici yerleşkelerini faal halde bulabilirsiniz. Mahalle müteahhitleri ise belediyelerle el ele eski İstanbul'u çirkin evler müzesine çevirmişlerdir.

Son 15 yılda ise alışveriş merkezleri (AVM) moda durumda. Her mahalleye bir AVM kampanyası yapsanız bu kadar olmaz. Trafiği ve altyapıyı dikkate alarak bu tip merkezlere izin veren tek bir yerel yönetici yok.

Uygulanan “Yeşil alan dönüşüm projeleri (!)“ sayesinde kentlerimizin çevreleri “gecekondu”larla doldu taştı. Günümüz hükümetleri ve onların yerel yönetimleri “Kentsel Dönüşüm Projeleri” yerine TOKİ’yi kurdular. TOKİ bedava hazine arazilerine lüks konutlar yaparak yeşile ihanete devam ettiler. Kuruluş amacıyla hiç bir alakası olmayan faaliyetleriyle de Türk halkına...

Aslında bütün bu olanların tek sebebi mimarlardı(!). Çünkü Türkiye'de olduğu gibi İstanbul'da da tüm yerel yöneticiler seçilir seçilmez bu asil mesleğe sahip çıkmışlar ve hemen fahri mimar cüppelerini giyip işe koyulmuşlar. İmar planları bir türlü çıkartılamayan kentlerle “yapboz” oynar gibi oynamışlar. Olan imar planlarını da bir gecede değiştirmişler. Sonuç, günümüzün İstanbul’u…

Bu afişler beni kısa bir geçmişe götürdü: “İstanbul’un Mimarı”…

Peki, İstanbul’un son mimarı geride kalan 4 yılda neler yapmış…

Gelir gelmez İstanbul’a bir iz bırakmak istemiş tıpkı kefenin diğer tarafındakiler gibi;

Aylarca Haydarpaşa mendireğine fatih heykeli mi yapalım? Yoksa Sivirada’ya semazen mi dikelim? Tartışması yapılmış.

İstanbul’un tarihi görünümünü yok edecek galataport ve Haydarpaşa projeleri mimarlar odasının çok büyük tepkisini almış ve mahkeme kararlarıyla engellenebilmiştir.

Türkiye’de teknolojik olarak eşi benzeri olmayan “Atatürk Kültür Merkezi” yıkılmaya çalışılmış. Ellerinden şimdilik zorlukla alınabilmiştir.


Parklara camii projeleri çizilmiş. Halkın karşı çıkmasıyla şimdilik ertelenmiştir.


Yıllardır imara kapalı yeşil alanlara lüks siteler kurulmuş. Hatta bağışlanan veya yeşil alan olarak istimlak edilen alanlar dahi bir gecede imara açılmış. Hatta Yalova'da Atatürk'ün tarım çalışmaları yapılması için kendi parasıyla alıp, Türk halkına hediye ettiği çiflik parsellenerek aç gözlü Suudi yatırımcılara altın tabakta sunulmaktadır.

Bir arazi nasıl orman vasfını yitirir bir türlü anlayamamışımdır ama böyle olduğu iddia edilen yerler taştan yapılarla donatılmıştır.

AVM çılgınlığına son hız devam edilmiş, hem de en yoğun trafiği olan semtlerde ve neredeyse bölünerek te çoğalmışlardır.

Gelelim kardeş pankarta: “İstanbul’da Metronun Mimarı”…

Metronun tam karşılığı yer altı trenidir. Bu özelliği sağlayan taşımacılık ise sadece Taksim–4.Levent hattında yapılmaktadır. Bu 8, 5 km uzunluğunda ve 2000 yılında açılmıştır. O tarihten bu yana yapılanlar ise yeraltı treni değillerdir. Başkanımızın geçtiğimiz günlerde altı ayda bir metro açacağız diyerek açtığı hat ise tek ray ve tek araçla git gel yapmaktadır ve istasyon seçim öncesi göz boyamak için alelacele açıldığından beton görünümünde ve bazı çıkışlar ise hala kapalıdır. Şu an inşaatı süren Kadıköy-Kartal hattı ise yapıla yapıla E-5’in altına yapılmıştır. Dikkat edilecek olursa E5 kenarında metro gerektiren nüfus yoğunluğu bulunmamaktadır. Zaten burası için önceden hafif metro denilen bir tarz raylı sistemi öneren yine aynı iktidarlarıydı.

Ayrıca trafiği katleden, İstanbullulara ayrı bir işkence tattıran “Metrobüs”ler ise ayrı bir mimari zeka gerektirmektedir. Bu sistemin, yıllar önce denenen tercihli yoldan farkı nedir biliyor musunuz? Soldan gitmesi ve bu yüzden de, trafiğe katılacağı noktalarda özel üst geçitlere ihtiyaç duymasıdır.

Bütün bunları bir mimarın yapmış olduğuna inanamıyorum!

Bir mimar bir şehre bu kötülükleri yapabiliyorsa, İstanbul’a yeni bir mimar gelmesin.

Zaten İstanbul’a artık mimar değil, ölüm döşeğindeki hasta enkazı kaldırmak için imam gerekiyor. Sn. başkanın diğer mesleği bu işe yarar mı bilemem…

 
Toplam blog
: 14
: 1022
Kayıt tarihi
: 17.12.08
 
 

İTÜ Elektronik ve Haberleşme Bölümünü 1986 yılında bitirdim. Bu yıldan beri Mühendislik çalışmalarım..