Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Temmuz '07

 
Kategori
İstanbul
 

İstanbul'un seyyar satıcıları

İstanbul'un seyyar satıcıları
 

Şimdi kapımızdan simitçi geçiyor. "Akşam simidi akşaaam!" diye bağıra bağıra. Birkaç apartmandan çağıranlar oldu. Beş çayının yanında taze simit iyi gider diye düşünen komşularımız simit alıyor.

Biraz daha gerilere gidip çocukluğumuzu anımsadığımızda, el arabalarıyla basma, pazen kumaş satan seyyar satıcılar geliyor aklıma. Sonra, omuzuna astığı sırığın ucuna terazi misali yoğurt tepsilerini dizip yoğurt satan yoğurtçu geliyor gözümün önüne. Simitçiler yine vardı. "Alibeyköyü'nün sütlü mısırı" diye bağıran ve kazanında mısır kaynatıp satan mısırcıyı anımsıyorum. Artık, Alibeyköyü'nde mısır tarlaları kalmadığından, böyle bağıramayan ama yine mısır kaynatıp satan mısırcılar var. Belki yaşıtlarım macuncuları da anımsar. Hani yuvarlak bir tepsiyi üçgenler halinde bölümlere ayırıp, rengarenk macunları satan macuncular. Sonra bir de şarkı-türkü-gazel satanlar vardı ki onlar tam bir alemdiler. Hem şarkı-türkü-gazel kitapçıkları satarlar, hemde sattıkları kitapçıktan şarkılar söylerlerdi.

İstanbul her zaman diğer kentlere oranla kalabalık olduğundan ne satsan mutlaka alıcısı bulunurdu. Bu nedenle de "İstanbul'un taşı toprağı altın" sözü söylenegelmiştir. Bir zamanlar Anadolu'nun Almanyası İstanbul'du. Gerçekten de geldiği zamanda birşeyler alıp satarak para kazanmaya çalışan bir çok Anadolulu yeni İstanbullu ilerde büyük servetlere sahip oluyordu. İstanbul'un asıl sahipleri ise büyük bir çoğunlukla "memur" ya da "serbest meslek" mensuplarından oluşuyordu. Anadolu'dan gelen seyyar satıcıların yavaş yavaş sermaye edinip, kendi işyerlerini açmalarıyla İstanbul'un zenginlik anlayışı da değişiyordu. Bir tarafta memurlukla geçinen kibar ve efendi İstanbullular, diğer tarafta serbest meslekleriyle servet sahibi olmuş yine kibar ve efendi avukatlar, doktorlar, profesörler... Diğer tarafta ise Anadolu'nun bağrından kopup gelmiş seyyar satıcılıktan, hammalığa, kapıcılığa kadar her türlü işi yapan yeni İstanbullular. İşte bu yeni İstanbullular, eski İstanbul'un yerlileriyle bir türlü uyum sağlayamayacak kadar büyük kent yaşam "adap ve erkanı"ndan yoksun insanlardı. Nitekim çok geçmeden bu iki kültür farkı olan insanlar aynı parasal zenginliğe ulaştıkları halde, kültürel zenginlikte ortak bir noktada buluşamadılar. Mahaller, semtler bu iki insan topluluğunu ayırdı. Bugün bile, en bilinen olduğu için örnek vereyim, Bağdat Caddesi ve minibüs caddesi dediğimiz Fahrettin Kerim Gökay, Şemsettin Günaltay caddeleri bir birlerine paralel iki caddedir. Fakat Bağdat Caddesi, İstanbulluların bildiği gibi "varlıklı" insanların oturduğu caddedir. Fakat minibüs caddesi de "varlıklı" insanların oturduğu caddedir. Ama, o varlıklıları ayıran parasal üstünlükleri değildir. Bağdat Caddesi varlıklıları eğitimleriyle, kültürleriyle varlıklı olmuş insanlardan oluşmaktadır. Minibüs caddesi varlıklıları ise, işte o seyyar satıcılıktan başlayarak varlıklı olmuş insanlar topluluğudur.

İstanbul, seyyar satıcılarıyla bugün tanışmamıştır. Osmanlı İmparatorluğu'ndan bu yana çeşitlilikleri giderek azalarak süregelmişlerdir. Bugün yukarıdaki paragraflarda saydığım az sayıdaki seyyar satıcı türü vardır. Oysa Osmanlı İmparatorluğu içinde ve tabi ki konumuz İstanbul olduğu için, İstanbul'da aklınıza gelmeyecek türde seyyar satıcılar vardır. Geçmiş zamanlardaki fotoğraf ve gravürlerdeki bu seyyar satıcılarını "Seyyar Satıcılar" başlığı ile Milliyet Blog'daki "Galerimde" yayınlayacağım. Bu konuyla ilgilenenlerin o resimlere bakmadan geçmemelerini rica edeceğim.

Seyyar satıcı türünde neler yok ki? Omuzuna koyduğu bir sırığa dizdiği sakadatları satan seyyar ciğerci. Su satan sakalar. Seyyar kahveciler. Evet yanlış duymadınız, mangalıyla dolaşıp duran ve isteyene mangalında cezveyle kahve yapan seyyar kahveci. Seyyar berberler. Ellerindeki ustura, sabun, fırça, makas ve suluklarıyla seyyar berberlik yapanlar. Bu seyyar berberler aynı zamanda diş de çekiyorlarmış, sünnet de yapıyorlarmış. Ve yakın geçmişimizin basmacıları o zamnlar da varmış, ancak onlar el arabalarıyla değil, bohçalarıyla satış yapıyorlarmış ki, bunların çoğu kadınmış. Diğer seyyar satıcı tatlıcıymış. Evet, bugün muhallebici dediğimiz dükkanların ataları seyyar tatlıcılarmış. Bundan başka bir sebze-meyve satan seyyarlar varmış ki, bostanlardan aldıkları taze sebze ve meyveyi satarlarmış. Bir de kalaycılar varmış ki onları unutmak asla olmaz. Zamanın bakır kaplarını kalaylayan bu insanların hemen hepsi çingenelerden oluşmaktaymış. Yine çingenelerden oluşmuş "çengi" takımı varmış ki, bunlar da mahallelerde göbek atıp para kazanmaktalarmış. (Yazının fotoğrafı bu çengilere aittir)

Belki unuttuğum seyyar satıcılar vardır. Ancak, İstanbul seyyar satıcılarından hiç bir zaman kurtulamadı. Eski İstanbul fotoğraf ve gravürlerinde seyyar satıcılar bize hoş gözüküyor. Hiç değilse o insanlar bugünkü gibi el arabalarıyla yolları kapatmıyorlar. Görünüşe göre de, o zamanın İstanbulluları bu seyyar satıcılardan memnunmuşlar. Çünkü, hep aynı semtte seyyarlık yapan satıcılar, tanıdıkları müşterilerine her zaman taze ve kaliteli mallarını sunuyorlarmış. Yani alan da memnun, satan da memnun. Ama o zaman da bu zaman da, seyyar satıcılar hep "zabıta"nın derdi olmuştur.

İstanbul'da seyyar satıcı tipleri de, çeşitleri de azaldı ve değişti. Ancak, zabıta ile köşe kapmacaları hiç değişmedi.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..