Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ağustos '09

 
Kategori
Öykü
 

Kaçırılan zamanlar

Kaçırılan zamanlar
 

Boğaz sularında yüzen yine ayı taka, Trabzonlu Ahmet Amca’nın kırmızı-beyaz takası. Bir Pazar sabahı daha balık avlamaya gidiyor Ahmet Amca.

On bir yaşımdaydım, her Pazar dedemle ekmek almaya giderken Ahmet Amca balık avlamaya giderdi oğluyla. Dedemle fırına gidip sıcacık ekmeğimizi alır, hatıraların kapladığı, kasvetli ve bir sürü eşyanın yerini bulduğu evimize giderdik. Daha kapıda karşılardı babaannemin yaptığı hamsili yumurta kokusu. Eve girer ve evin en sevdiğim yerine üst kata çıkardım. Merdivenlerden çıkar çıkmaz eski radyo karşılardı beni, belki çalışır umuduyla her düğmesini çevirir dururdum.

Otuz bir yaşımda yine bu evin kapısındayım. Dedemin cenazesi kalkacak birazdan. Sanki uzaklardan bir yerlerden sıcak ekmek ve hamsili yumurta kokusu geliyor burnuma. Evde herkes bir yerlerde; ya birileriyle konuşuyor ya da gözyaşı döküyormuş gibi yapıyor. Birileri yaşlanmıştı artık diyor.

Sessizce yukarı çıktım, eski radyonun yanında dedemin ve babaannemin resmi duruyor. Dedem ne kadar kocaman görünürdü gözüme, yanında da zarafeti her zaman devam eden babaannem. Bu evde yıllar önce ortak bir tanıdıklarına misafirliğe geldiklerinde karşılaşmışlar ve orada başlamış aşkları. Daha sonra aşklarının başladığı bu evi sahiplerini bin bir güçlükle ikna ederek satın almışlar ve burada yaşamaya başlamışlar. Evin her köşesine sinmişti aşkları. Şimdiki zaman aşkları gibi sözcüklerle anlatmazlardı aşklarını, herkesin önünde birbirlerine dokunmaları gerekmezdi. Gözleri konuşurdu, gözlerinden anlaşılırdı aşkları. Birbirlerine bey, hanım derken ses tonlarından duyardınız sevgilerini, saygılarını.

Ben aşkı, sevgiyi, bir hayatı paylaşmayı öğrenmiştim onların yanında geçirdiğim yazlarda. Annem ve babamın birazda kafalarını dinlemek için beni gönderdikleri İstanbul’da onların yanında fark ettim hayatın benden sakladığı bir yüzü olduğunu. Onlarla görmüştüm ayrı ayrı koltuklarda kitap okurken bir sürü zamanın paylaşılabileceğini, beraber sofraya oturmanın yemeğe lezzet kattığını.

Ortaokulda Galatasaray Lisesi'ni kazandığımda dedemle ve babaannemle daha çok zaman geçirebilme şansı beni o kadar sevindirmişti ki annem ve babamın yanından güle oynaya ayrılmıştım. Yurtta geçecek günler bile korkutmamıştı beni. Her hafta, hafta sonu olmasını iple çekerdim, dedemle ekmek almaya gitmeyi, babaannemin hamsili yumurtasını özlerdim.

Zaman ne kadarda hızlı geçmiş. Ne zaman bırakmıştım hafta sonları onlara gitmeyi, ne zaman arkadaşlarımla gezmeyi tercih etmeyi başlamıştım hatırlayamıyorum şimdi. Hele iş hayatına atılınca kendimi koşuşturmanın içine bırakıp en güzel nefesi alabileceğim o eve gitmez, kapılarını çalmaz, yüzlerinde ki gülümsemeyi görmez oldum iyice. Hep aklımdaydılar aslında hep kalbimde. Hep bugün yarın ararım dediğim elimde olan telefonum tuşlarında çevireceğim birkaç numara uzağımda. Arada herkesten kaçtığımda, hayatımda bir problem olduğunda kaçardım onların kucağına. Bir kere bile sitem etmezlerdi, babaannem kendini mutfağa atar en sevdiğim yemekleri pişirirken dedem anılarını anlatırdı bana. Dinlenirdim onların kollarında ve yine kendini kocaman bir hengameye atardım.

Bugün evin üst katında en son ne zaman gelmiştim burada diye düşünüyorum. Altı ay kadar oldu sanırım, dedemi biraz rahatsız olduğunu söylemişti babaannem, ben de boşuna kuruntu yapmamasını dedeme hiçbir şey olmayacağını söylemiştim. Eskilerin deyimiyle dağ gibi adamdı benim için dedem, yıkılmazdı, eğilmezdi. Aklımın ucundan bile geçmezdi beni bu kocaman dünyada bırakıp gidebileceği. O benim kocaman, güçlü ve yüzünde gülümsemesi hiç eksik olmayan dedemdi. Oysa, oysa şimdi dilim varmıyor söylemeye… O biraz sonra bu evden son kez çıkacak birazdan…

Babaannem geldi yanıma ve bir koltuğa bıraktı kendini. Bütün enerjisi bitmiş, sanki ruhu gitmiş, gözleri boşluğa bakıyor anlamsız anlamsız. Hayatımın anlamı gitti dedi bana; “Kalbim yok artık. Kalbi olmadan yaşayamaz ya insan ben de yaşamam çok fazla. O gitti ve bitti her şey, ben onunla başlamıştım yaşamaya ve bugün bitti yaşantım, bugün tükendi her şey.” Aşkla akıyordu babaannemin gözyaşları, sevgisi yakıyordu içini. Odalarına, anılarına doğru giderken babaannem yanağına bir öpücük kondurdum ve sessizce aşağıya indim.

O kalabalık fazla gelmeye başladı bana, kaçtım evden, sahile doğru yürüdüm, burnumda taze ekmek ve hamsili yumurta kokusu, aklımda babaannemin sevgi olup damlayan gözyaşları ile. İstanbul bir yanı eksik kalmıştı.

Birden bir taka sesi duydum kıyıdan, Ahmet Amca uzaklaşıyordu yalnız başına. Elim telefona gitti ve Remzi’yi aradım; kalk gel buraya Remzi Ankara’dan. Kalk gel ve sarıl babana, onunla balığa git, bir daha ne zaman şansın olmaz bilemezsin dedim.

 
Toplam blog
: 4
: 605
Kayıt tarihi
: 30.07.09
 
 

İşletme okumak için 1995 yılında evimden ayrılıp geldim yaşamaktan çok keyif aldığım İstanbul'a v..