Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ağustos '09

 
Kategori
Öykü
 

Araf'da Med Cezir

Araf'da Med Cezir
 

Fotoğraf:panafilmforum.com


Mevsimlerden yazdı ve hava çok sıcaktı. O ise sıcağa hiç de dayanıklı değildi. En ufak bir harekette dahi tüm vücudu sırılsıklam oluyordu. Hele öğleye doğru, güneşin tam tepeye çıkıp da her yeri kavurduğu anlarda vücudundaki ter damlaları sanki çocukluğunun o tüm heyecanlı ve sıkıntılı anlarının el ele tutuşup oluşturduğu ince halatlara dönüşüyordu. Ege'nin Akdenize dirsek yaptığı o dik yamaçlı ve güzel koylarla bezeli coğrafyada, teninde bu türden onlarca halat çekme oyunu fasılasız sürüp duruyordu...Temmuz, Temmuz...

Oldukça zeki, yaratıcı, biraz içe kapalı, biraz da heyecanlı bir kişilik yapısındaydı. Kendi adına gelincik sadeliğinde sevdalar ve üretken, insanlığa yararlı meslekler düşlediği çocukluk ve gençlik yılları artık geride kalmıştı. Yaşı, Cahit Sıtkı'nın " Dante gibi ortasındayız ömrün' dediği süreyi altı-yedi yıl geçse de o bu kişisel özelliklerini hâlâ oldukça koruyordu. Geçmişteki hüzünleri, geleceğe dair düşlerinin içinde eriyerek yeni alaşımlara eriyik oluştura oluştura...

Daha farklı bir konjonktürün hüküm sürdüğü gençliğinde oldukça iyi bir eğitim almıştı. Bu nedenle de olsa gerek ulaştığı bilinç, duyarlılık ve özgürlük seviyesinden aşağılara baktığında şirazesi bozuk görünen mevcut iktisadi, sosyal ve siyasal sistem onu hep yaşamın tam içinde olduğu duygusundan alıkoyuyordu. " Dışarıda, içinde yer almadığı bir dünya olduğunu hissetmesi için, hapishanede olması gerekmiyordu... " (1) . Hep kıyısında bir yerlerde avunup oyalandığı 'hayat'ı şimdi, şirin bir güney kasabasında sanki vücudu ile el ele vermiş, terleterek ondan öç alıyordu...Yaşam karşısında vakur duruşundan, zihninden ve ruhundan alınan bir öç..."Facebook" tarzı, sanal-gerçek karışımı, akın akın üzerine gelen dijital süvarilerce alınan bir öç...

Aslında o kendince haklı ve masumdu. İdeâlleri uğruna okuma, uğraşma, didinme faslında kendince elinden geleni yapmıştı. Bilinci ve içinde hissettiği bir şeyler onu aşırı yetki, güç ve karizma kullanılan, patronlarına bol para, amirlerine ise kesintisiz terfiler kazandırılan mühim işlerden oldukça uzak tutmuştu. Dışarıdan bakıldığında sağladığı olanaklar, rahatlık ve fiyaka açısından oldukça iyi görünen bazı işlere girdiyse de çoğu kez yedekte tuttular onu... Dört duvarlı, dar ve havasız odalarda (2). Ama arayıp çalıştırdılar da zaman zaman, krizler vurduğunda, yatıştırıcı ve göstermelik bir kaç iş ve söz gerektiğinde... O dayalı döşeli, geniş ve yarı karanlık odalarına çağırarak...

Ama o gözde olduğu anların hamağı olan krizleri, bunalım yıllarını hiç sevmedi. Halkı; çocuklar, kadınlar ve -sayıları az da olsa- üretken, bilinçli ve iyi yürekli erkekler sıkıntıda oldukları için sevmedi.

'Hayatı'nın kendi kaderi doğrultusunda dalgalanan med cezir'i onu hep bir ileri, bir geri atmış ve şimdi olduğu yere getirip bırakmıştı. Özlemleri, ideâlleri ve arkadaşlıkları da öyle...

O akşam güney kasabasından yerleşik mekânına dönüş biletini öne aldı. 'Hayatı'nın geri kalanına doğru yeniden yola çıktı. Kendi Araf'ının med cezir'inde... O aslında döneceği yerde de, yerleşik mekânında, bahar ve kış aylarında bile terliyordu.

Otobüste derin düşüncelere daldı...'Hayat' konusunda da..." Etki menzilimizin çok ötesinde, üretim, tüketim ve bölüşüm temelinde kotarılıp da önümüze konan, teknolojik, maddi, ideolojik, rekabetçi ve algısal bir yapıysa bu 'hayat'; yeni yeni değer yargıları üretip onları 'in' yapanlar, keyifli keyifli ayılmaksızın parasal sarhoşluklarından işte budur ' O ' dedilerse dört duvarlı ve dar odalardaki ' hayatlarımız 'a, biline ki, bedelini yine bizler ödeyeceğimiz içindir!" diye düşündü.(3) Bu algısal yapı, hayatlarımızın çoğunu kapsamakta, ilişkilerimiz de bundan payını doğal olarak almakta! Bizlerse içinde ruh, dayanışma, özgürlük, sevda, paylaşım, acıma, sorumluluk ve benzeri birçok duygudan oluşan bir var oluşla karşısına çıkmaktayız onun. Tabii ki kolay kolay uyuşmaz bunlar! (4)

Bu durumda, bize, duygularımıza ve değerlerimize kalansa oldukça küçük bir alan,onları koruyup da yaşatabilmek adına çarpışılan. Kalanı ise biteviye bir ezberin içinde çalkalanan geniş bir 'alışkanlıklar alanı'!

Fakat yine de ısrarla eskimeyen gençliği, o hep diri ideâlleri, duygu harcına sürekli katılan duru bir gerçeklik, kendi gerçekliği ona yine eşlik edecekti. Aşkın varoluşu, Sartre'nin tanıklığında, Voltair'li gündoğumlarında ve bazen de ılık Mevlâna akşamüstlerinde onu yine de diri tutacaktı... Sıradan gündeliğin teni ve zihnindeki o yapış yapış nemini kurutarak.

O, her seferinde yeniden, yeniden güdülenip kendi Araf'ında hep bekleyecekti! Hem evrensel hem de kendi insanlığının olgunluğuna bakarak...Geçmişe dair izlerin ve geleceğe dair düşlerin kesik kesik olan ışıklı teğellerini şaraba ya da anosona daldıra daldıra bekleyecekti.

Gün gelir, üstümüzden yağmur yüklü bulutlar da geçer diye bekleyecekti!

Hem yağmur hem de umut yüklü bereketli bulutlar...

İ.Ersin KABAOĞLU,

7 Ağustos 2009, Ankara


Blognot:

(1) Vizyondaki " Seni O Kadar Çok Sevdim ki..." filmini tanıttığım bir önceki blog yazımda filmle ilgili Fransız izleyicilerin yorumlarını tarayarak bloğuma yorum yazan sevgideğer Zelinartung'un yakaladığı yorumlardan birinden esinlenerek oluşturduğum bir tanımlamadır.

(2) "Ufak iş bizimkisi / Asıl en kötüsü / Bilerek, bilmeyerek / Hapishaneyi insanın kendi içinde taşıması..." Nazım Hikmet Ran. ' Piraye İçin Yazılmış: Saat 21-22 Şiirleri' (1 Ekim 1945).

(3) Bu tanımımı içeren 'Eriyen Sadece Buzullar mı?' başlıklı şiir(im) için aşağıdaki link'e bkz.:

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=124396

(4) Cherokee kabilesinin yaşlılarından biri hayat, aşk ve evlilik üzerine konuşurken şunları söylüyor: "İçimizde iki kurt var ve bunların arasında da korkunç bir savaş. Kurtlardan biri korkuyu, öfkeyi, kıskançlığı, pişmanlığı, açgözlülüğü, kibiri, kendine acımayı, küskünlüğü, aşağılık duygusunu, yalanları, üstünlük taslamayı ve benciliği temsil ediyor. Diğeri ise; zevki, huzuru, sevgiyi, umudu, paylaşmayı, cömertliği, dinginliği, alçak gönüllülüğü, nezaketi, yardımseverliliği, dostluğu, anlayışı, merhameti ve inancı temsil ediyor." Gençlerden biri "Hangi kurt kazanacak?" diye soruyor ve yaşlı adam kısaca cevap veriyor:"Beslediğiniz!"

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..