Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ağustos '09

 
Kategori
Sinema
 

Seni O Kadar Çok Sevdim ki...

Seni O Kadar Çok Sevdim ki...
 

Fotoğraf:farm3.static.flickr.com


"Bir insan için en acı tutsaklık çocuğunun kaybıdır. Bu öylesi bir hapishanedir ki buradan hiç bir zaman çıkış yoktur."

" Açıklamalar. Neyin açıklaması? Yaşamda bazı açıklamalar bahane üretmekten başka bir şey değildir. Bu anlamda ölümün açıklaması olamaz!"

Yaşamda hepimizin az ya da çok sahip olduğumuz sırlar, zaman zaman duyumsadığımız hapsolma hallerine dair bu çarpıcı filmden çarpıcı iki diyalog. Bir de özellikle başrol oyuncusu Kristin Scott Thomas'ın yüzüne ve duruşuna hep hâkim olan 'paylaşılan bir yalnızlık' temelinde bir film. 'Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmazdı...' diyen büyük şair Özdemir Asaf'a âdeta 'paylaşılan yalnızlıklar da vardır' diye yanıt veren bir film.

Fransız yazar Phillippe Claudel'in ilk yönetmenlik deneyimi olan, 2008 yılı, Fransız-Alman ortak yapımı 'Seni O Kadar Çok Sevdim ki...' gösterime girdiği her ülkede çok olumlu eleştiriler almakta. Hatta birçok sinemacı ve sinemasever tarafından 'küçük bir başyapıt' olarak değerlendirilmekte...

İlk gösterimini Berlin Film Festivali'nde yaparak ödüller toplayan film, çoğu ülkede DVD'si çıktıktan sonra 2009 Temmuz ayı başında ülkemizde de vizyona girdi. Sinema açısından mevsimsel olarak sönük geçen yaz sezonunda çölde bir vaha gibi.

Eleştirmenler tarafından yılın en iyi yapımlarından biri olarak gösterilen film, 15 yıl hapis yattıktan sonra dışarıya çıkan Juliette'in yaşam öyküsünü anlatıyor. Juliette hapishane döneminden sonra, kendisini içerideyken hiç arayıp sor(a)mayan kız kardeşi Lea'nin yanına gider. Hayat onları ayırmış olsa da kızkardeşi Lea, ona kocası Luc, babası ve evlatlık iki kızı ile birlikte yaşadıkları evin kapısını açar. Kız kardeşinin sıcak davranmasına ve tüm çabasına rağmen etrafındakilere soğuk duran Juliette 'hayata tekrar başlamakta' oldukça zorlanır.

Filmin, özellikle klişelere ve duygu sömürüsüne yüz vermeyen anlatımı hemen göze çarpmakta. Dışlanma, yalnızlık ve yaşama yeniden uyum temelinde 'bireysel olan'ı sade ve gerçekçi bir şekilde izleyicilere aktaran bu film, 'önyargıların gücü' açısından da 'toplumsal olan'a güçlü göndermelerde bulunmakta. Einstein'ın "...Onu parçalamak atomu parçalamaktan bile daha zordur..." dediği önyargılara...

'Seni O Kadar Çok Sevdim ki...'nin bir diğer öne çıkan tarafı ise sergilenen oyunculuklar. Eleştirmenlerin 'kariyerlerindeki en iyi performansları' yorumunu yaptığı Kristin Scott Thomas ve Elsa Zylberstein dışında Serge Hazanavicius ve Laurent Grévill de çok başarılı. Bu oyuncular tarafından da duygu ve yaşamın hallerine değgin, kısa, seyirciyi bir eskrimci vuruşu ile -hüzünle karışık- hep diri tutan çok sayıda sahne var filmde.

Ne kadar soğukkanlı olursanız olun, bu filmi izlerken bir kâğıt mendilin elinizde bulunmasında fayda var. Yaşamın yalın hallerinden 'den haline', oradan da 'hüzün ve yalnızlık hallerine' değin ilmik ilmik çekilen bu filmde...

İ.Ersin KABOĞLU,

2 Ağustos 2009, Ankara.

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..