Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Kasım '14

 
Kategori
Özel Günler
 

Kadına yönelik şiddetle mücadele günü

Kadına yönelik şiddetle mücadele günü
 

Bugün 25 Kasım ve Dünya’da “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü” olarak kabul edilmiş bir gün…
 
Ne kadar acı tümce: “Kadına Yönelik Şiddet”… Ve ne kadar acı ki böyle bir günün kabul edilmesine gerek kalmış…
 
Aile içi şiddet tüm Dünya’da aslında bir sorundur. Bu sadece bizim toplumuzla alâkalı bir sorun da değildir. Çok gelişmiş ülkelerde, sosyal konumu hayli üstte olan ve eğitim görmüş insanlarca da aile içi şiddet uygulanıyor. Aile içi şiddet derken bu salt kadınla değil çocuklarla da alâkalı bir durum. Çocuklar üzerinde baskı ve şiddet uygulanması da kesinlikle tasvip edilemez ve hatta insanlık suçu olarak da telakki edilmelidir.
 
Türkiye bugün gelişmiş ülkeler arasında başı çeken ülkelerden çok daha önce kadınlara eşit şartlar ile seçme, seçilme hakkı veren ilk ülkelerden biridir ve Atatürk’ün kadınlara bakış açısından kaynaklanan ve de onun önderliğinde kabul edilen bir uygulamadır. Atatürk’ün var ettiği Cumhuriyet değerlerine sahip olmaya ve hatta yitirmemeye çalıştığımız bir zaman dilimindeyiz ve acı ki bugün hâlâ töre, berdel ve kadın, erkek eşitsizliği ile kadına yönelik şiddeti konuşuyoruz.
 
Kadın ve erkek eşittir, eşdeğerdir. Günümüzde kadına “eşit” demek dahi “eşitsizliği” baştan kabul ederek artı bir hak verildiği şeklinde de algılanabilir. Oysaki bir kadının yapamayacağı hiçbir meslek yoktur. Belki kadın vücut olarak daha narin bir yapıdadır ve bu da kadınlar ile erkekler arasındaki temel biyolojik farklılıktır.
 
Ama erkekler de kadının yapabileceği çok şeyi yapamazlar, en başta “ana” olamazlar. Bu; hayatın müşterekliğidir. Kadın ve erkek eşit değil eşdeğer konumda ve birbirini bütünleyicidir. Yaşamın bütünselliği içinde, Yüce Yaratanın farklı canlılara yüklediği görevler gibi; her iki cins de kendi özellikleri içinde yaşamın bir parçasını sırtlar ve götürürler/götürmelidirler.
 
Bir ömür boyu, iyi ve kötü günlerde, yan yana olmayı kabul ederek ve bir yastığa baş koyarak başlanan süreç; nasıl şiddet ve baskı dolu günlere dönüşebilir ve bunu yapan nasıl bir “yaratık” olabilir?
 
Olabiliyor maalesef…
 
Yukarıda değindiğimiz gibi Dünya genelinde; sosyal, ekonomik ve eğitim düzeyi üst mertebede olanlarca da ve çokça kadına yönelik şiddet yapılmakta…
 
Kadın ve erkek arasında bir kıyas yapıldığında daima “veren” taraf kadındır. Doğum için acısını, ev işleri için emeğini/zamanını, çokça kere ruhunu ve saygısızca kullanılan “bedenini” verir ve bunların karşılığında (genelleme olarak)saygı ve sevgi görmez.
 
Kadınlarımızın (genelde) ekonomik özgürlüğünün olmayışı da bir başka büyük sorundur. Hani erkeğin ağız kokusu derler ya bu hem göreceli hem de reel bir tanım. İnsanoğlunun temel ihtiyacı olan “doymak, giyinmek ve barınmak” için Dünya’da kaç milyon ruh ve beden mutsuzdur? 
 
Kadının verdiği taviz ve ruhundan parça parça koparılan, örselenen duygular; ne menem bir durumdur bu!
 
Temel gereksinimlerin karşılanması için, ekonomik özgürlüğü olmadığından ötürü kapıyı vurup gidemeyen ve bir lokma ekmek ve içinde huzur olmayan bir eve muhtaç olmak!
 
Ağız kokusunun bir de reel tarafı var. Karşıdakine hiç saygı duymayan adamın gerçekten kokan ağzı ve vücudu ile evvelâ “şiddet” sonra bir de “cinsel birleşmeye” dayanmak!
 
Buradaki “dayanmak” kelimesi “özenle” seçilmiştir. Zira şiddet, dayak ve manevi baskı altında olan bir kadının bunlardan sonra yaşanacak bir cinsellikte “haz” alması için cinselliği olağan bir gereksinimden çok farklı yaşayan “sapkın”lardan olması gerek.  
 
Şiddet uygulayan birinin kabul etmese de içten gelen “sadist” güdüleri olmaması düşünülemez. Acı olan bir yan ise şiddet uygulayanın, bunun ardından artık “zoraki” bir şekilde yaşanan cinsellikte bir de kadının gerçekten “arzu” duymasını beklemesidir.
 
Akşam eve geldi ve sudan bir sebepten kadını dövmeye başladı. Akşam yemek öncesi bir öğün daha dayak, muhtemelen küfürlerle, azarlamalarla dolu geçen bir yemek, ama sıra yatma saatine geldi mi “yat aşağıya”… 
 
Nasıl olur? Bir saat evvel dövdüğün o “beden”i sevmek, sevebilmek? Hatta arada “seni çok seviyorum” da diyebilmek…
 
Bu fevkalade kötümser tablo maalesef tam bir “realite” ve etrafımızda bilmesek de “sıkça” yaşanan gerçeklerdir. Çok yakın akraba ve arkadaşlarımızın kaçının bu tür bir şiddet ve baskı altında olduğunu bilemeyiz. Çünkü yapılan araştırmalar; bilinmeyen, saklanan şiddet olaylarının, çevrece bilinenlerden çok daha fazla olduğu şeklindedir.
 
Kadın ve erkek birlikte, el ele, diz dize adı evlilik ya da birliktelik olan bir yaşam biçimi seçmişlerse; evvelâ saygı ve sevgi olmak zorundadır. Sevgi ve saygının telaffuz edildiği bir birliktelikte ise şiddetin işi ne?
 
Evli, nişanlı, sevgili hangi tanımla olursa olsun birlikte yaşayan çiftler arasında “Kadına Yönelik Şiddetin” hiç olmaması dileğiyle…
 
 
Bojidar Çipof
25 Kasım 2013
 
Toplam blog
: 336
: 625
Kayıt tarihi
: 29.01.10
 
 

Araştırmacı yazar BOJİDAR ÇİPOF: 1953 yılında İstanbul'da doğdu. Ailesi; Ege Makedonyasından İsta..