Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

sufi-su /Emel Yeşilkayalı

http://blog.milliyet.com.tr/sufi-su

30 Aralık '09

 
Kategori
Siyaset
 

Kamilen siyasi bir mesele

Kamilen siyasi bir mesele
 

kürt sorunu


Bu bir anlamaya çalışma yazısı. Esasen hiçbir zaman politika ve siyasetle doğru dürüst ilgilendiğimi söyleyemem. Burada anlamaya çalıştığım konu ise, kimilerine göre toplumsal, kimilerine göre sosyal kimilerine göre de siyasi bir mesele. Bana göre ise, siyasi bir mesele toplumsal mesele haline getirilmiş durumda.

Kürt meselesine bakışım yıllarla değişiklik gösterdi. Esasen hiçbir zaman bugünkü kadar anlamaya çalışmadım bu meseleyi ve bu kadar anlamak istemedim. Hala daha anlayabilmiş değilim.

Yıllar önce yani 1993 yılında, PKK’nın yine acımasız saldırılarını iyice arttırdığı dönemde eşim bedelli askerlik yapmak üzere Mardin’e gitti. Topu topu birbuçuk ay kadar kaldı orada. Belki beraberliğimizin hiçbir döneminde o dönemdeki kadar çok telefonla görüşmemişizdir birbirimizle. Eşim telefonlarda hep canlı, neşeli bir ses tonuyla konuşurdu. Ben de şaşırırdım, Allah Allah ne oluyor bu adama diye. Döndüğünde 6 kilo birden almış ve toplu bir adam olmuştu. Meğer geceleri PKK baskınlarından dolayı nöbet tutanların haricindekiler de uyumamak için türlü yöntemler geliştirmişler. Bunlardan birisi de, çikolatasına okey partileriymiş. O zaman basın yayın organları bu kadar her yere yetişemiyorlar mıydı, baskı mı vardı bilmiyorum ama olayların vehametinin eşim gelene kadar farkında değildim açıkçası. Askere giderken birisi henüz kırkı yeni çıkmış 2 çocuk babası olan eşimin, bizim oradaki durumun ciddiyetinin farkında olduğumuzu sanıp, rahatlatmak için sık sık telefon ettiğini de asıl döndüğü zaman anladım.

O zaman hafiften düşündüm. Azıcık ama, pek azıcık düşündüm… O zaman daha Kürt meselesi diye bir şey yoktu çoğumuz için. PKK terör örgütü vardı. Bu örgütün kuruluş amacı nedir, neden bu amaca ulaşmak için Doğu illerimizde hizmet eden öğretmen, mühendis ya da asker demeden herkese saldırır, öldürür anlayabilmiş değildim. Hala da anlayamadım. Bu neyin savaşıydı bilmiyordum ama artık korkuyordum hafiften. Bir terör örgütü olan PKK’nın Kürt olmakla ilgili bir derdi olduğunu da yavaş yavaş anlıyordum. Belki o sıralar ülkede milliyetçi görüşlerin en hararetli ve keskin şekilde savunulduğu illerden birisinde yaşamıyor ve her gün onların söylemlerini dinlemiyor olsaydım, korkuyor olmazdım. Ya daha büyürse, millet her yerde birbirini vurmaya-savunmaya kalkarsa, askerler dışında sivil halk da bu işin içine girerse… gibi düşünceler bulanık bir şekilde aklıma uğruyor olmazdı.

Arkadaşlarımın çoğu “Ölürüz de vatan toprağının bir karışını vermeyiz”ciydi. Ben de “Verelim de görsünler günlerini”ciydim. Böyle düşünmemin nedeni ise, 1987 yılında, yeni evlendiğimde yani, eşimin bir Doğu ilinde mecburi hizmetini yapıyor olması nedeni ile oraları görmem ve halkıyla tanışmam olmuştu. Ne yazık ki gördüklerim o zamanki algılayışımla pek iç açıcı sonuçlara götürmemişti beni. Halkın hazırcı olduğunu, hep istediğini, hep başkasından beklediğini görmüştüm. Sanayi yoktu… olmasına izin veren de yoktu. Olsa… çalışmak isteyen de yoktu. Tarım yoktu… toprakları buna uygun da değildi. Hayvancılıkla geçindiklerini coğrafya kitaplarında okudum ama… benim gördüğüm yerlerde ancak kendi ihtiyaçlarını karşılayacak kadar hayvancılık vardı. Peki bu insanlar neyle geçiniyorlardı? Hemen her evden birileri yurt dışındaydı ve onların gönderdikleri ile yaşamlarını idame ettiriyorlardı ya da… illegal işlerle uğraşarak. Yani, çalışmıyorlardı, vergi vermiyorlardı, vergilerimizle okul yaptırıyorduk, öğretmen gönderiyorduk, sağlık ocağı yaptırıyorduk, doktor gönderiyorduk… Ama çocuklarını okula göndermiyorlar, öğretmenleri vuruyorlar, doktorları, mühendisleri öldürüyorlardı. O zaman niçin onları okutmak, sağlıklarını korumak ve tedavi etmek, yol yapmak, okul yapmak, vb… için uğraşıyorduk… Ver gitsin yaparak sırtımızdaki yükten kurtulurken, “bu vatan uğruna” ölümleri de durdurmuş olmayacak mıydık? İşte bunları düşünüyordum. Dediğim gibi azıcık ama… belli belirsiz, ne idüğü belli olmayan darma dağınık bir şekilde. Düşünmeyi çabuk bıraktım zaten, kısa süren askerliğin az biriktirilen hatıraları kadar bile sürmedi.

Beni biraz daha düşünmeye ve biraz da “Onlar” açısından “bakıyor gibi” olmaya Ece Temelkuran’ın “Ne Anlatayım Ben Sana!” isimli kitabı sevk etti. Bu tam olarak bir Kürt meselesi kitabı değildi. Ama o sıralar çoğumuzun kafasında PKK’lı teröristlerle özdeşleşen bir konu ile, F tipi cezaevleri, açlık grevleri, ölüm oruçları ve “cumartesi anneleri” ile ilgiliydi. Bu kitap, çocukları cezaevinde kötü koşullarda yaşayan hemen hepsi kürt olan her cumartesi sokaklarda protestolara katılan annelerin ve çocuklarının öyküsünün anlatıldığı gerçek röportajlar, yaşananlar, tanıklıklar üzerine anlatılanlardan oluşmuştu. Okuyunca bu ülkeyi anlamaktan başka çaremiz olmadığını, bu topraklardaki tüm hikayeleri bilmemiz gerektiğini, eğer karşı tarafı bilmek ve anlamak istemezsek bizi de anlamaya çalışacak kimse bulamayacağımızı düşündüm. Ve şunu fark ettim, çoğumuz onların tarafına geçmek istemediği için o tarafa, onların tarafına bakmak bile istemiyordu. Oysa bakmalıydık…

Bu nedenle açılım çabalarını sevinçle karşılamıştım, kim ne derse desin. Ve, kapılarını kapatanları da kınamıştım. Bir mesele varsa, çözülmesini istiyorsanız kapılarınızı kapatarak katkı veremezsiniz. Ortada yanlış bir şey varsa veya bir meseleyi çözecekmiş gibi yapıp ortaya bir çözüm konmuyorsa, siz içinde olmazsanız bunu düzeltemezsiniz, yönlendiremezsiniz. Bir sorunun çözümünü var hale, olur hale, yapıcı hale getiremezsiniz. “Hani paket boş” diyeceğinize, bu pakette bunlar bunlar olmalı demelisiniz. Beraber olmalı, yüz yüze gelmelisiniz. Karşıt görüşlerinizi yüz yüze aktarmalısınız. Muhalefet olmak, biz yapamadık, onlar da yapmasın olmamalıdır. Muhalefet olmak ortaya konan bir çabayı millet adına en iyi şekilde yönlendirmek için yapıcı görüşler ortaya koymak, kapıdan kovsalar bacadan girmek olmalıdır. Ortalık kızışınca, paket patlayınca biz zaten biliyorduk demek için pusuda beklemek değil, bildiklerini ülkenin esenliği adına bazen gizli kapılar ardında iktidarla paylaşmak, tecrübelerini görüşlerini ısrarla anlatmak hatta birlik olmak, birlikte başarmak için uğraşmak olmalıdır. Muhalefet, her ne olursa olsun iktidara muhalefet görevi olmamalıdır. Milletten aldığı yetki adına, milletin esenliği için iktidarı yönlendirmek olmalıdır.

Bugün geldiğim noktada halen anlayabilmiş değilim Kürtler için neyin mesele olduğunu ya da Kürt meselesinin ne olduğunu. Ama artık “ver kurtulcu” değilim. Kesinlikle değilim. Artık çok daha fazla anlamaya çalışıyorum. Farklı görüşleri okuyor, farklı açılardan bakmaya çalışıyorum. Algılarımı açmaya çalışıyorum. Gene de olmuyor. Artık bir sorun nihayet var, çözülmezse olmayacak bunu biliyorum. Bir takım müdahalelerle çözme zamanı çoktan geçmiş bunu görüyorum ama…. hala anlayabilmiş değilim nerden çıktı, nasıl başladı, neydi sorun, ne istiyorlar…

Radikal Gazetesi’nde yayınlanan bir arşiv yazısında, Mesut Yeğen sorunun kamilen siyasi bir mesele olduğunu söylemiş. DTP’nin Kürtlerin azını temsil ettiğini ama bu azının zaten Kürt meselesini yaratan grup olduğunu dolayısı ile DTP’nin kapatılmasının, Kürtlerin temsilini değil ama Kürt meselesinin temsilini engellediğini söylemiş. Evet tam da böyle söylemiş. Bu meselenin toplumsal falan değil kamilen yani tamamen, büsbütün siyasi bir mesele olduğunu belirtmiş. Şöyle ki: Kürt meselesinin mevcut Kürtlerle değil “Türkleşmeye dayalı ulusal topluluk” fikrine, mevcut ulusal çerçeveye itiraz eden Kürtlerle ilgili bir mesele olduğunu anlatmış. Esas sıkıntının ise, Kürtleri kimin temsil ettiğinin belirsizliği değil, Kürt meselesi dairesi içine düşmüş ve halen DTP tarafından temsil edilen Kürtlerin büyük kısmının silahlı bir örgüt olan PKK’nın da çekim alanında olmasından kaynaklandığını belirtmiş. Doğrusu benim kabul ettiğim görüş de bu şimdilik.

Öte yandan, bu kadar gündemde olan bu konuyu tabii ki günlük yaşamımızda da bol bol konuşuyoruz. Kürt olan arkadaşlarım, DTP’nin kendilerini ve Kürt çoğunluğu kesinlikle temsil etmediğini; her fırsatta PKK’ya-Öcalan’a bağlılıklarını sergilemelerini onaylamadıklarını, DTP’nin (artık BDP) ne istediğini kendilerinin de anlayamadığını söylüyorlar. Ve Onlar da kendileri için çok endişeli. Kürt olan bir arkadaşımın, Türk olan eşinin korkusunun nedenini duyduğumda güldüm önce. “Yok canım, şaka yapıyorsun herhalde” dedim. Baktım ciddiydi ve kendisi de endişeleniyordu. Endişelerinin nedeni ise, Kürtlerin ayrılmasının kabul edilmesi ve kendilerinin de Kürt tarafında yaşamaya zorlanmasıydı. Kendilerinin ve kendileri gibi olan pek çok ailenin birbirlerinden ayrılmaya zorlanmalarından büyük endişe duyuyorlardı. İnanamadım “Nasıl böyle düşünürsünüz, bu olacak iş değil” dedim. Ama bunu olabilir görüyorlardı. Bugün konuştuğum başka bir Kürt arkadaşımın da endişesinin “Kürt tarafında” yaşamaya zorlanmak olduğunu duyunca, bu kadar mı ürkütücü olmaya başladı bu mesele diye düşündüm.

Türk olan arkadaşlarımdan biri, “Sen DTP’nin ne istediğini açıkça ifade ettiğini hiç duydun mu? Onlar, Diyarbakır bizim, İstanbul hepimizin; Mardin bizim, İzmir hepimizin diyorlar. Anayasa’ya Kürt-Türk devleti ifadesini ekletmeye çalışıyorlar” deyince de, aynı şaşkınlığı yaşadım. “Yok canım! Bu çok marjinal bir fikir, olacak iş değil.” Dedim.

Bu anlamaya çalışma yazımın sonunda: bırakın çözüme geçmeyi, hiçbir zaman sorunun tüm taraflarınca ortaya konulmadığını, kapalı kapılar ardında konuşulduğunu, her bir tarafın gizli hesapları olduğunu düşündüğümü belirtmek istiyorum. Diyorum ki: sorunların üzerini örtmekle olmaz. Algılarımızı ve duyarlılıklarımızı açıp tüm tarafları anlamaya çalışmalıyız. Tabii bunun için tüm tarafların da(aslında çoğunlukta olan ama sesleri pek çıkmayan diğer Kürtler dahil olmak üzere) kendisini anlatması, ne istediğini açıkça ortaya koyması gerekmektedir. Çünkü gördüğüm kadarıyla, karmaşaya ve endişeye neden olacak kadar çok varsayımlar, sanılar-kanılar ortalıkta dolaşıyor. Bu nedenle anlatmalı, anlamaya çalışmalı ve çözüm için birlikte çaba harcamalıyız.

Sevgi ve sağlıcakla kalınız…

 
Toplam blog
: 76
: 1567
Kayıt tarihi
: 28.03.09
 
 

Merhaba, ben sufi-su. Sosyal hizmet uzmanıyım. Yıllarca korunmaya muhtaç çocuk çocuklar, koruyucu..