Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Şubat '16

 
Kategori
Öykü
 

Kar...

Kar...
 

Gelin kız inliyordu. Hacı kalktı giyindi, sarmalandı; başına papağını geçirdi. Çıktı soğuğa. Bir köpek uludu uzaktan. Bir taraftan kapı tokmağına vururken, diğer eliyle yumrukluyordu kapıyı.

-Dursun kalk hele, Dursun gel.

-Hayırdır Hacı dayı gecenin bu saati.

 Kenti çepeçevre kuşatan dağları her gün daha aşağılara inerek kapatıyordu bulutlar.Kalktıklarında bir hizada beyaz bir örtünün kapladığı görülüyordu dağları. Her gün biraz daha aşağılara. Sonra kalın bir beyaz yorgan gibi örtüyordu tüm dağları, ovayı ve kenti kar. Dağ köyleriyle kentin arasında beyaz bir duvar olup yükseliyordu sonra; geçilmez...

Mehtap karla birlikte donmuştu. Karın aydınlığı vuruyordu geceye. Bıçak gibi kesiyordu soğuk; batıyordu. İpince yükseliyordu dumanlar köy evlerinin bacalarından. Sızı gibi...Köyün hemen arkasında Keşiş Dağı'nın karlı zirveleri yükseliyordu. Ürkütücü...Evlerin pencerelerinden sızan ölgün ışıklar yitip gidiyordu karın aydınlığında. Dağ ne kadar yakındı yıldızlara. Yıldızlar dağa ne kadar yakın... Günlerdir yağan kar çaresizliği yığmıştı toprak damlara, köy yoluna, evlerin arasına. Soğuk bir yalnızlık gibiydi Binkoçlar Köyü'nün üstünde kar. Üstelik donup kalmıştı, çökmüştü taş gibi. Köyün gençleri Erzincan'a, İstanbul'a iş peşinde göçmüşler, yaşlılara bırakmışlardı köyü. Okula giden çocuk bile kalmamıştı. Bir kaç baş hayvanları ile kalan köylüler çoğu yaşlı, kışa dönük yaşamlarında suskun ve bıkkındılar. İhtiyar odasına, camiye giden bile yoktu kaç gündür. Teli kopuk, duvarda asılı yerinde unutulmuş bir bağlamada susmuş, bir eski türkü olmuş kesilmişti sanki içlerinin türküsü.

 Hacı, uyku tutmamış, kalkmış pencere önünde battaniye omuzlarında ayaklarını altına almış, dışarıda iğne uçlarında yanıp sönen kara dalıp gitmişti; düşünceli. Oda, ortada yanan tandırın korlarından dalgalanan kızıl bir yansımayla arada bir aydınlanıyordu. İçerinin sıcağı bile üşüyordu. Dışarıda soğuk, pencerenin camlarında buzdan danteller işlemiş, ay ışığı altında parlıyordu. Ses yoktu hiç. Haticenin ( gelinkız derdi ) artık inlemeye dönmüş soluklarına hanımının derin horlaması karışıyordu. Tek oğlu Yaşar askerdi Erciş'te, terhisine az kalmıştı. Bir gelseydi...Huzursuzluk çöktü kaldı içine. Bir endişe büyüdü, geldi tıkadı boğazını. Kalktı.

-Kalk hele kadın, gelinkız iyi değil, bir bak hele.

 Satı kadın kalktı telaşlı. Dalgın uyumakta olan Hatice'nin alnına elini koydu, sarstı omuzlarından uyandırmak için.

-Hacı yanıyor ateşten gelin, hele bir sirkeli bez yapıp koyayım alnına.

 Hatice üç gündür hastaydı. Karın ağrısıyla başlamıştı önceleri işine engel olmayan. Sonra şiddetlenmiş yatağa düşürmüştü. İkinci gün ateşi çıkmış onu nöbetler içinde kabuslar dolu, uyku uyanıksızlık arası bulutlu bir dalgınlıkta yatağa düşürmüştü. Kusmaları da başlamıştı son gün. İki ihtiyarın elinden gelen bir şey yoktu.

-İyi değil gelinkız kadın, böyle olacağı yok. Bir şey yapmak, götürmek gerek Erzincan'a.

-Hele Dursun'u kaldır gel. O anlar, ne de olsa askerlikte sıhhiye imiş.

 Üç nöbetine kalkmıştı Yaşar. Soğuk nedeniyle nöbetler yarım saate inmiş ve ikişer kişi tutulur olmuştu. Tugayın etrafını çeviren telörgü boyunca yürüyorlardı arkalarında karda derin ayak izlerini bırakarak.

-Bir sıkıntı var içimde bu gece tertip, anlaşılmaz.

-Boş versene, şurada kaldı iki ayın, ya biz ne yapalım.

 Hatice konuşmaları anlamıyordu bile, dalgın sayıklıyordu.

-Burada beklemekle olmaz Hacı dayı, götürmek lazım şehire, hastaneye.

-İyi de nasıl, kar kıyamet, soğuk. Yol iz kalmadı.

-Mecburuz, kızağa koyarız. Korucu Mehmet'i uyandırayım. İki kişi daha alırız yanımıza.

 Evin önünde kızağa yatırdılar. Ne varsa üstüne örttüler iyicene. Beş kişi olmuşlardı. Mehmet tüfeğini de almıştı. Hedikleri ayaklarına geçirdiler. Boynu kurt boğmasın diye hırtal takılı Kangal önlerinde çektiler kızağı aşağıya.

-Selametle...

 Satı kadının arkalarından döktüğü su dondu kaldı anında kapının önünde. Duaları dudağında. Köyün bir iki ölgün ışığı kaldı arkalarında ve Mehmet'in sesi.

-Işıkpınar yoluna indik miydi...

 Ayın ve karın aydınlığında uzaklaştılar...

 Yeni çıkmıştı Doktor Coşkun ameliyattan. Yorgundu. Geç olduğu için evine gitmemiş, odasında muayene masasına uzanmıştı. Sabah oluyordu. Güneş Keşiş Dağı'nın üstüne ışımış, karşıya Munzur'lara düşmüştü kızılı. Göğün mavisi karın beyazında ağarmıştı.

 Nöbeti devreden Yaşar'ı uyku tutmadı koğuşta. Gözleri camdan görülen Süphan'ın karlı doruklarında içinde bir sıkıntıyla dalıp gitmişti.

 Açıldı ameliyathanenin kapısı Hacı doktora koşturdu.

-İyi ki beklememişsiniz daha fazla, apandisiti patlamış yayılmış karına. İyi olacak, meraklanma...

-Ömrün artsın doktor bey!

 Binkoçlar köyü sabaha uyanalı çok olmuştu. Ocaklarda tazelenen ateşlerden evlerin bacalarından dumanlar yükseliyordu. Sızı gibi...

 Bölük sabah eğitiminde üstleri çıplak, uygun adım bir koşu tutturmuştu soğukta. Genç sesleri kara vurup yankılanıyordu.

-Her şey vatan için, her şey vatan için, her şey...

 Evin camına vuran güneş çözdü buzdan danteli, aydınlattı odanın içini. Satı kadın selam verip bitirdi sabah namazını. Seccadeyi topladı. Doksandokuzluk tespihi elinde geldi oturdu pencerenin önüne. Dudakları kıpır kıpırdı.

 Hatice kolunda serum yatıyordu, rahatlamış, yanaklarının pembesi dönmüş. Hacı kapının önünde dikiliyordu gözleri gelinkızda. Dursun'lar Işıkpınar yolundan çıkmış dağa vurmuşlardı. Yükseliyorlardı boş kızağı çekerek. Bir yeni gün başlıyordu karın ıssızlığında. Bir garip, bir yaralı kaderdi hayatlarını ören. Kar bir ıssızlıktı şimdi köy evlerinde, bir gizdi...

 Ve kar...

Akın Yazıcı

29 Şubat 2016/İzmit

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..