Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mart '13

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Karamsarlık

Karamsarlık özetle bardağın boş kısmını görmektir. İyimser dolu olduğunu, makul yarı yarıya dolu olduğunu söyler. Asıl anlatmak istediğim başka bir şey. Karamsarlıktan, başa gelen kötü şeylerden zevk almaktan bahsetmek istiyorum. İnsanların bir kısmı başlarına kötü şey gelsin isterler. Sorsan “olur mu canım, niye başıma kötü bir şey gelsin isteyeyim” derler. Ama onları tanımak zor değildir. Etrafınızda vardır bu tip insanlardan. Arkadaş kaza geçirir. Bir anlatır ki siz de onunla birlikte yaşarsınız, kafanızı torpidoya çarparsınız, kaşınız açılır, alnınız şişer. Ameliyat olur mesela, röntgenlerini, tahlil sonuçlarını hatta açıp ameliyat yara izini gösterir size. Hastalanır, facebook, twitter’a “şimdi iğne oldum”, “annem ıhlamur yaptı”, “titriyorum” yazar. Sevgilisinden ayrılır etrafında duymayan kalmaz, sosyal medyada ne kadar aşk acısı anlatan şarkı, şiir varsa paylaşır. Tabii arada cinsiyetine göre bu erkek/kadınların “hepsi aptal”, “aldatır”, “öküz” yazdığını da görürsünüz. Aslında başına gelenler üzücüdür ama kelimelerine ve coşkusuna dikkat ederseniz bundan nasıl zevk aldığını görürsünüz. Çünkü insanlar ilgi gösterir. Çünkü insanımız kötü gün dostudur. Çünkü insanımız hayat normal devam ederken, ölmesini istediği insanın başı derde girdiğinde acıyı paylaşır, en azından ele güne karşı paylaşır gibi yapar. Cenazelerde can düşmanların birbirlerine taziye dilediklerini görürsünüz. Camilerde yankılanan kahkaha sesleri mi, benden bundan bahsediyorum işte. Neyse, konuyu dağıtmayalım. İnsanlar ilgi çekmeyi sever. Bir iş başarmak zor iştir. Akıl kullanmak, çalışmak, çabalamak gerektirir. Halbuki çekilen acıyla ilgi çekmek çok kolay ve ucuz bir yoldur. Bravo tam düşündüğünüz gibi, bunu dengesi bozulmuş ergenler yapar, yetişkinler değil. Gelgelelim işin aslı böyle değil. İnsanlar yaşları kaç olursa olsun çeşitli yöntemlerle dikkat çekmek isterler. Kolay yol kendine acındırmaktır. İsviçreli bilim adamları buna kurban rolü oynamak diyor. Kurban, iyi oynandığında her an Oscar kazandırabilecek bir roldür. Genellikle çok iyi oynanır ama keşke bir şey kazandırsaydı. İnsan kurban rolünü o kadar özümsemiştir ki, bir rol için aylarca böceklerle yaşayan Robert De Niro’dan bile iyi performans gösterir. Adam aylarca çalışır sonra oynar, kahramanımız ise yıllardır bu rolü oynuyor zaten. Oscar konusunda ise şöyle bir sorun var, adaylar o kadar çok ki; milyarlarca insandan bahsediyorum. Ama herkes kendi hayatında şampiyon tabii, kimi başarıda kimi kurban olmada. Kurban rolü o kadar tatlıdır ki, başına gelen kötü şeyler bir anda ilgi odağı yapar insanı. Şanslıysa gazetelere bile çıkar. Gel de bu şöhretten vazgeç şimdi. İnsanların yaşadıkları kötü şeylerden övgüyle bahsetmeleri bana hep tuhaf gelmiştir. “Geçen gün adamlar beni bir dövdü abicim, ağzımı burnumu kırdılar” diyenleri görmüşsünüzdür. Ama bitmez, aynı ortamdaki biri hemen atlar “oğlum asıl beni lisedeyken bir dövmüşlerdi iki hafta okula gidememiştim”. Bunları öyle bir coşkuyla anlatırlar ki, sizin de dayak yiyesiniz gelir. Bir de “sen mi ben mi?” vardır. Biri başından geçen kötü bir olayı anlatır, öyle kötü bir durumdaydım ki diye abarttıkça abartır, diğeri “sen mi ben mi?” der. Başlar kendi kötü hikayesini ballandıra ballandıra, abarta abarta anlatmaya. Kurban olma hikayelerinde değişmeyen tek şey; aynı kişinin kötü şeyleri tekrar tekrar yaşamasıdır. Bundan kaçış yok. Ne düşünüyorsak O’yuz. Dur bir kötü şey yaşayayım da insanlara anlatayım dersen yaşaman kaçınılmazdır. Yolda giderken kafana saksı düşer ama akıllanmana yardımı olmaz, çünkü saksının kafana düşmesinin sebebi zaten sensindir. Bir de bakarsın üstüne kuş pislemiş. Üstünde bir dolu güvercin bulunan ağacın altına kendinin gelip oturduğuna dikkat bile etmezsin. “Ne zaman arabayı yıkatsam yağmur yağar” ve devamında gülüşmeler. “Valla ben de ne zaman arabayı yıkatsam yağmur yağar, hatta geçenlerde hava 35 derece….”diye devam eder sohbet. Arabayı yıkattığında, camları sildiğinde yağmur yağar diyorsan o yağmur illa ki yağar. Bir de 23 Nisan’da illa yağmur yağar değil mi? Atasözlerimiz de müthiş bir isabet tutturmuştur bu konuda. “Sakınan göze çöp batar”, “korktuğun başına gelir”. Milyonların inancı yanlış çıkacak değildi ya. İşin bir başka boyutu da insanların ellerinde olmayan, değiştiremeyecekleri, etki edemeyecekleri konular hakkında büyük üzüntüler yaşamalarıdır. Ekmeğe ya da benzine yapılan zamlarda bunu net şekilde yaşarız. Haydi gidelim eylem yapalım desen gelmeyecek insanlar konuşur da konuşur. Sadece kendilerinin değil, etrafındakilerin de tadını kaçırmaya meraklıdırlar ve işin kötüsü sayıları o kadar çoktur ki. Politika, spor bu arkadaşların en sevdiği alanlardır. Alan o kadar geniştir ki. Kendi söyledikleriyle kısa sürede çelişseler bile kimse onlara ne diyorsun demez, çünkü onlar sadece izleyicidir. Komplo teorileri arkadaşların en sevdikleri yöntemdir. Sorumluluk yok, konuşmak serbest. Şahane değil mi? Bizi ilgilendiren kısmı, negatifliklerini bize bulaştırmalarıdır. Çünkü bu illet bulaşıcıdır. Neden böyle oluyor peki? Çünkü, bir şey yapmak zor, konuşmak kolaydır. Yaşamının sorumluluğunu almak gerekir. Kurban rolü yaptıkça kurban olmaktan kurtulamayacağını anlamak gerekir. Kurban rolü oynayanların sevdikleri türden meşhur istatistikler vardır ya “dünya nüfusunun %1’i gelirin %96’sını alıyor” gibilerden. Hah işte, o şanslı(!) %1, gerideki kurbanı oynayanlardan yararlanır. Alan memnun satan memnun. Haksızlık etmeyelim, %99’un hepsi kurban olmaktan hoşnut değildir elbette. Hoşnut olmayanlar da neyi, nasıl yapmaları gerektiğini bilmezler ne yazık ki. Bir bilene danışmak lazımdır belki de. Bu kadar konuştuk, reçete vermezsek olmaz. Hayatınıza sahip çıkın. Ne düşünürseniz O’na dönüşeceğinizi bilin. Neyi, nasıl isteyeceğinizi öğrenin. Plan yapın, çabuk karar verin, kararınızda ısrarcı olun. Başka öğrenmek istediğiniz bir şey olursa bana sorun.

 
Toplam blog
: 13
: 2033
Kayıt tarihi
: 09.10.08
 
 

İ.T.Ü'den mezun İşletme Mühendisi Kişisel Gelişim Uzmanı Yaşam Koçu Öğrenci Koçu ..