Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ocak '07

 
Kategori
Çocuk Kitapları
 

Kargalar da yaşasın

İlk bahar gelmişti. Bütün ağaçlar en güzel elbiselerini donanmıştı. Her yön burcu burcu çiçek kokuyordu. Arılar vızıl vızıl uçuyorlar, kelebekler sevinçle takla atıyorlardı. Şimşek balkımaz, gök gürlemez olmuştu epeydir. Siğim siğim yağan yağmurlar, gülle gibi düşen dolular. gerilerde kalmıştı. Güneş parlak, gökyüzü duru bir mavilik içerisindeydi. Doğa öylesine canlı ve güzeldi. İnsan hafifliyor, kuş olup uçmak istiyordu.

O gün Sarıdut’un gölgesinde kendi kendime oynuyordum. Sarıdut yaşlı bir ağaçtı. Ama yaşını bilen yoktu. Bedenini belki on kişinin bile kolları almazdı. Bu ağaca dedemin kardeşi sahip çıkıyordu. Sarıdut’a taramış asmanın üzümlerini hiç sormayın. Son bahar aylarında bir görseniz o güzelim üzümleri. Sapsarı, altın gibi olurlar.

Sarılığından dolayı bu üzümlere “sarı bülbül” adını takmıştık. Olgunlaşan üzümleri gördükçe ağzımız sulanırdı. Bizim asmalardaki üzümler o zamana kadar bittiği için çalmaya niyetlenirdik sarı bülbülleri. Ama İbrahim Dede bize fırsat bırakmazdı. Sarıdut’un gövdesini karaçalılarla bezerdi. Henüz üzümler koruk olduğu için karaçalılar yerlerine konulmamıştı. Ara sıra çıkıp baykuşun yuvasına bakabiliyorduk. Bazan baykuşu yuvasında otururken bulurduk. Korkudan yere nasıl indiğimiz belli olmazdı. Yere inince cesaretimiz artar, ağaca taş atarak uçurmaya çalışırdık baykuşu. Ama yine de engel olamazdık baykuşlara. Hep tedirgin etmemize rağmen hemen her yıl bir-iki yavru büyütmeyi başarırlardı Sarıdut’ta.

Virajlı, dik yollar yapmıştım. Çam kabuğundan yaptığım arabam kum yüklüydü. Virajları dönerken ağzımla korna çalıyordum. Oyuna iyice kendimi kaptırmıştım. Olan biten hiçbir şeyden haberim yoktu. Birden ayak tıpırtıları ile irkildim. Halamın oğlu Ahmet ile Hamza habersizce yanıma kadar sokulmuşlardı. Hamza’nın elinde bir karga yavrusu vardı. Henüz küçücük, kapkara bir karga yavrusuydu bu. Daha uçamıyordu bile. Tüyleri ıslak, ıslaktı. Gözlerinin kenarı beyazdı. Gagası da o kadar çirkindi ki.

Ninem evin önünü süpürüyordu. Hamza’nın elindeki karga yavrusunu o da gördü. Belini doğrulttu. Bu ara karşı yamaçta oturan İbrahim Dede acayip sesler çıkararak bağırmaya başladı. Sonra bütün ev halkı aynı tempoya katıldılar. “Helu!...Helu!...” diyerek Ağdut’taki kargaları kovalamaya çalışıyorlardı. Tavuklar, horozlar olanca sesleriyle gıdaklıyorlar, civcivler cik cik bağırıyorlardı.

Ninemin de her gün bir-iki civcivi kayboluyordu. Ne ölüsünü ne de dirisini bulabiliyorduk. Bütün şüphemiz kargaların üzerindeydi. Ninemin aklına civcivleri gelmiş olacak ki şüphesini yenmek için :

-Nedir o elinizdeki? diye sordu.

-Hiç, dedi Hamza. Küçük bir karga yavrusu.

-Ne yapacaksınız onu?

-Büyüteceğiz.

-Civcivleri yesin diye mi?

Yavru karganın büyüyüp civcivlerimizi yiyebileceğini değerlendirmemiştik. Olur mu olurdu. Yavru Karga’ya bakışımız bir anda değişti. Üçümüz üç çift gözle yavru kargaya öfkeyle baktık. Her gün civcivlerimizi götürenler bunlardı demek. Biz onlar için mi besliyorduk civcivleri?

Hamza:

-Canlı hedefe atış talimi yapalım mı? diye sordu.

-Nasıl?

-Yavru kargayı ağacın yüksek bir dalına bağlayalım. Sonra da sapanımızla ateş edelim.

-Tamam, dedi Ahmet.

-Yazık olur. Ya attığımız taş isabet ederse?

-Ederse etsin, dedi Hamza. Baksana yine civciv yemişler.

Hamza ağaca tırmandı. Yavru kargayı dallardan birisine bağladı.

Atış için uygun taşlar toplayarak biriktirdik. Nişan alıp “gelen bir, gelen iki...” diye taşları savuruyorduk yavru kargaya. Attığımız taşlardan bazıları hedefe yaklaşıyordu ama isabet etmiyor yaprakları koparıp ta dereyi boyluyordu.

Bağırtımız yeri göğü inletiyordu. Bağırtımızı duyan komşu çocukları merak ediyor, ne olup-bittiğini anlamak için yüksek yerlere çıkıp bakıyorlardı. Aradan çok geçmedi. Çocuklar bir bir toplanmaya başladılar. Yaklaşan :

-Ne oluyor? diye soruyordu.

Gelen çocukların kafasını yarmamak için taş atmayı bıraktık. Dursun da gelenlerin arasındaydı. Bilgiç bir tavırla ileri atıldı:

-Bunlar benim iki tane civcivimi yedi, dedi.

Sonra ekledi:

-Vallahi gözlerimle gördüm. Şimdi öç alma sırası bizde. Haydi bunu indirip dişbudakların oraya götürelim. Orada çok karga var. Bunu görünce hepsi gelir. Civciv yemek nasıl olurmuş gösterelim onlara.

Ali, Dursun’un sözlerini tamamladı:

-Onları öldüremesek bile korkuturuz. Elimize düşerlerse nasıl eziyet edeceğimizi anlayıp bir daha yanaşmazlar civcivlere.

Onlara hak verdik. Fikir bizim de kafamıza yatmıştı. Ahmet Sarıdut’a çıktı. Yavru kargayı yere indirdi. Yavru karga korku içindeydi. Dursun hışımla uzanıp kargayı Ahmet’in elinden aldı. Öne düştü:

-Haydi, yürüyün arkadaşlar, dedi.

Hızlı hızlı dişbudaklara doğru yürüdü. Kalabalık çocuk gurubu olduğu gibi Dursun’un peşine takıldı. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Kimin ne konuştuğu belirsizdi. Bir de baktık ki dişbudaklığa varmışız. Ali Dursun’a bağırdı:

-Onu havaya kaldır. Kargalar görsünler. Görsünler de kurtarmaya gelsinler onu. Hepsini öldürelim!

Dursun yavru kargayı havaya kaldırdı:

-Bütün kara kargalar! Yüreğiniz varsa gelin! Sizin hepsinizi öldürmeye geldik!... diye seslendi gökyüzüne.

Bir anda hepimiz gözlerimizi gökyüzüne çevirdik. Kargaları arıyorduk. Gelip kurtarsınlardı tutsak kardeşlerini. Kargaları ilk gören Ahmet oldu. Kargaların geldiği yönü göstererek:

-İşte iki karga geliyor! diye bağırdı heyecanla.

Yavru kargayı havada sallamaya başladı Dursun. Kargalar yollarını değiştirip uçmaya devam ettiler. Gövkaş’ı aşıp, ufukta kayboldular.

Çok geçmedi. Gökyüzünde kargalar çoğalmaya başladı. Üzerimizde dönüp duruyorlardı. Arada bir acı sesler çıkarıyorlardı. Herhalde olacağı sezmişlerdi. Karga yavrusu Dursun’ un elinde halsiz düşmüştü. Kımıldayacak hali kalmamıştı. Öfkemiz aklımızın önüne geçmişti.

Kargalar iyice alçalıyorlar, yakınımızdan hızla geçiyorlardı. Karga sürüsünden iki tanesi ayrıldı. Bize yakın bir kavak ağacının en yüksek dalına kondu. Gözlerini üzerimize diktiler. Yerden taş alıp fırlatıyorduk. Ama taşları o denli yükseğe fırlatmamız olanaksızdı. O kadar çabamıza rağmen kargalar yerinden bile kımıldamadı.

Korkmaya başlamıştık. İş giderek karmaşıklaşıyor ve gerginlik artıyordu. Sanıyorum hepimiz bir an önce buradan uzaklaşmak gereğini hissediyorduk.

Hamza, karga yavrusunu Dursun’un elinden aldı. Zavallı Yavru Karga ölmek üzereydi. Ağzı açıktı.

-Bu ölüyor,son nefesini vermek üzere, dedi Hamza.

Sonra, Dursun’a öfkelendi:

-Sende hiç insaf yok mu? Niçin o kadar örseledin onu?

-Merak etme ölmez, dedi Dursun.

Oradan yavaşça uzaklaştı.

Yavru Karga çok acı çekiyordu. Onun acı çektiğini gören bütün kargalar acı acı çığlık atmaya başladılar. Öyle acı sesler çıkarıyorlardı ki tüm çocuklar paniklemişti. Yüzlerimiz sapsarı geçmiş, hiç birimizde bed-beniz kalmamıştı. Sesimiz çıkmıyordu. Dilimizi yutmuştuk sanki. Yaptığımızdan utanıyorduk. Korkuyorduk da. Bir süre şaşkın bir vaziyette bekledik.

Gökyüzü kapkara karga sürüleriyle dolmuştu. Ağlıyorlar, öfkeli sesler çıkarıyorlardı. Dursun, Ali ve diğerleri hiç kimseye tek sözcük söylemeden kaçmaya başladı. Ortada ben, Hamza ve Ahmet kalmıştı.

-Yavru Kargayı tedavi etmeliyiz, dedim.

-Yaşaması için mucize gerek, dedi Ahmet.

-Yine de şansımızı denemeliyiz.

Yavru Karganın yaralarını temizledik. Ağacın altına bıraktık. Başka yapabileceğimiz bir şey kalmamıştı.

-Umarım yaşar, dedim.

Hiç konuşmadan kalktık. Herkes sessizce evinin yolunu tuttu. Biraz ilerleyince dönüp arkama baktım. Kavak ağacındaki iki karga inmiş, yavru karganın başında dolaşıyorlardı. Kim bilir belki de onların yavrusuydu vahşice yaralanmasına neden olduğumuz yavru. Boğazım düğümlendi. Dişbudaklıkta hala karga çığlıkları yükseliyordu. Bu çığlıklar öyle korkunçtu ki yer yarılacak, gök üzerimize devrilecek sandım.

Dört bir yönden kargalar geliyor, sürüye katılıyordu. Karga çığlıkları dalgalanıyor, bir alçalıp, bir yükseliyordu. Gelenler azalınca orada bulunan bütün kargalar yaralı yavru karganın üzerinde birkaç kez hızlı hızlı döndüler. Sonra ağaçların dallarına kondular. Birdenbire hepsi seslerini kesti. Yalnızca ağaçların dalları kımıldıyordu. Kargalar yerleşince kımıltılar da kesildi. Çıt çıkmıyordu.

Suçluyduk. Ninem, İbrahim Dede, Dursun, Hamza, Ahmet, Ali, hepimiz suçluyduk. Yanlış değerlendirmeler yaparak suçsuz bir Yavru Karga’yı vahşice yaralamıştık. Oysa engelsiz olarak yaşamak onun da hakkıydı. Gökyüzünde kanat çırpmak, ceviz ağacının en yüksek dalına konmak, “gak, gak” diye ötmek. Doğa hepimize yeter, toprak ana hepimizi doyururdu.

 
Toplam blog
: 114
: 860
Kayıt tarihi
: 29.12.06
 
 

Osmaniye Düziçi doğumluyum. Sınıf öğretmenliği, ilköğretim müfettişliği, il milli eğitim müdürlüğ..