Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ocak '11

 
Kategori
Eğitim
 

Kavun acısı ne ki !...

Adlı bu kitap, bir İlköğretim (eğitim) Müfettişinin Diyarbakır’da geçen müfettişlik anılarını içermektedir. İnsanın sadece kulaktan dolma bilgilerle tanıdığı bir memlekette yaptığı gezileri ve zaman kavramının farklı boyutlarını anlatır. 

1988 yılının Ocak ayında Diyarbakır’a ilk indiğinde kendisini karşılayan, çöp birikintileri olur. Bu filmin başlanıcı böyleyken, yazar görevi süresince kim bilir nelerle karşılaşacaktır? … 

Güney Doğu, kendini Diyarbakır’da bütün hatları ile sergiler yazarımıza… “Ben buradayım, ” diyen surları, duvarı çatlamış okulları, çamurlu yolları, hatta “büyüklük alameti” olan sigara içen çocuklarıyla karşılarlar yazarı… 

Orası Güney Doğu… Diyarbakır. Bakmayın Yaşar Kemal’in “Bu Diyar Baştan Başa” dediğine. Ne başı vardır, ne de sonu… Yüzölçümü olarak, bilmem. Ama yaşanılan olaylarıyla, bitmeyen bir filimdir. Hep aynı sahne, ama kahramanları farklı. 

Yazar Oraya, teftişe gider. Yanında çantası ve aklının en ücra köşelerinde sakladığı Safinaz ile. (Kitapta, diğer merak ettiğim şeylerden birisi de, Safinaz’ın gerçek adı nedir?) O, anılar kitabının dikkat çeken gizli kahramanıdır. O da sarp köprülerden geçer, o da dört-beş-sekiz saat yol yürür. O da, hastalık tehlikesi var, diye su içmez… Otobüste, yazarın yanındaki boş koltukta, hep O oturur. 

Ben Safinaz değilim. Şahsım kitaplara geçmedi. O, gerçekten de çok şanslıdır. Çünkü Vefa, sadece İstanbul’da bir semtin adı değildir… 

Yıllar Safinaz’ı almış, ama Safinaz akılda kalmış… 

Yazarın, orada idareli kullanması gereken en önemli şey “zaman” olur. (Burada olduğu gibi, yirmi dakikada bir otobüs geçmez ki orda, yazarı teftişe ulaştırsın.) Nitekim teftiş edilen, öğretmenlerden çok, yürünen yollar olur. Güneşin altında nöbet tutan yılan, Teftiş Defteri’ne alınmadığını bile bile acaba neyi bekler? Yol kesen köpekler, teftişin hangi aşamasında… 

Çamurlu yollarda, çamurdan oluşan ikinci ayakkabı, hangi plana, programa itiraz eder? Kaçırılan otobüslerin, sadece dumanı kalır yollarda. Onlar da teftişten korkup, karın altında kalırlar… Plan dışı bir şey; salgın hastalık. O da plana katılarak, teftişe dahil olur. 

Güney Doğu’nun eşsiz manzaralarını, yazarın çektiği sıkıntılar gece gibi kapatır. Halbuki kırk gecenin, kırk bin sabahı vardır… Gelen aydınlık, yazara sadece yorgunluk bırakır. Şimdi o anılar, bu kitapta, kırk bin sabahını yaşıyor… 

Yazara farklı gelen, şehir değil, insanlar olur. Dağ, aynı dağ; taş, aynı taş. Ama insan bu, su misali kıvrım kıvrım akıyor… Bu kıvrımlar, Güney Doğu’nun yaşantısı, kültürü ve benliği… Bunlardan; beni en çok kızdıran nokta, evlenmek için, yanına alıp da, gezebileceği bayan öğretmen arayan köy ağaları. Köy ağasına ikinci eş olmayı kabul eden memurlarımız, ikinci katliamı çoktan yapmışlar zaten… Enaniyetin zirvesi, öğretmenlik mesleğini de mi vurdu? İtici görünen köyler, ağayı görünce mi çekici görülecek?.. 

Oraya giden öğretmenlerin, hatta müfettişlerin bile fıtratı değişir. Konuşmalarından bile rahatlıkla anlaşılır bu… Bu Diyar onları yutmaz. Orda yaşanılan her gün, her saat, akabinde sabrı ve tedbiri getirir. Yolları tanıyınca yazar, onun tedbirini alır. Mevsimi tanıyınca da, paltosunu yanına alır ama şemsiyesiz… Kışı vefasız olabilir, ama yazının şefkatine doyum olmaz… 

Hiç mi sevmez yazar Güney Doğuyu? Göreve gitmeyişine geçit vermeyen dağlara mı kırgındır? Doğal manzaraların arasında cebelleştiği yollar çok mu acımasızdır? Onun için Güney Doğu nedir?.. Güney Doğu mu vefadan yoksundur, yoksa onun insanları mı?.. 

Kitabı okuduğumda, hayretler içerisinde kaldığım öyle okullar var ki. “Öğretmeni ile birlikte, surların arasında kalsalardı, ” diyesim geliyor. Ama diyemem. Ne kadar sorumsuz olsalar da, onlar “öğretmen”. Tekin olmayan yollardan geçip, okul yolu tutan çocukların, onlara ihtiyacı var… 

Bu filimde, aklımın takıldığı bir şey daha var. Yazar köy yollarında yürürken, aklını karıştıran Ebe Hanım, bu filmin içerisinde neden gerektiği kadar rol almaz?.. Yazarı evine davet eder, hem de ısrarla. Ama O gitmez. Buna rağmen Ebe Hanım, bir soru işareti olarak kalır. Yazar bütün rolleri, sadece Safinaz’a yakıştırdığı için mi, bu davet gerçekleşmez?.. 

Bu kitapta evlilik yok. Mutlu son olmamış zaten. Oraya “yalnız adam” olarak gider yazar. Aynı şekilde de döner. Safinaz mı? Hayalen var, ama cisman yok. Olmamış zaten… Bu hayat bir yere kadar yalnız yaşanır. Yazar kendine neden bu haksızlığı yapmış? Hala anlamış değilim. Ömür bu, bu firar nedendir?.. Filmin kahramanları her zaman acı mı çeker? Bu filmin sonu, başından mı belliydi?.. 

Anılar… İnsan beyninin en ücra köşesinde saklıdır. Bazen çağlayan olup akar, bazen damla olup, akmaya bile korkar. Bu öyle bir anı ki, yerden göğe kadar “eğitim aşkı” ile dolu. Teftiş, sorumluluk, plan, program… 

Diyarbakır’da yaşanmış. Diyarbakır, sen misin aşık olan kızlara türküler söylettiren? Tandır başını bekleyen kadınların terini silen? Ne kadar kucak açtın görev için yollara düşen müfettişlere?.. 

Diyar-ı Beşer, sen; üşüyen ellerin, yanan sobayı hissetmeyişindesin! Yüzü is olmuş çocukların buğulu gözlerinde… Bir askerin mektubundasın, Yaşar Kemal’in kitabında, bir müfettişin işte böyle anılarındasın. Senin zorun yollarında saklı. Ama öfkeye gebe değilsin. Çamurlu yollarına rağmen, tertemizsin gözümde. İzin verme! Kirletmesin seni beşer… 

Diyarı-ı Beşer; birçok öğretmenin ve müfettişin, hatta sayısız memurun ilk göz ağrısısın sen. Köprülerin sağlam, okulların boyalı olmasa da olur. Bu filmin hüzün tablosu da onlar olsun! 

 
Toplam blog
: 2
: 2688
Kayıt tarihi
: 23.11.10
 
 

Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesinde öğrenciyim...