Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '10

 
Kategori
Tiyatro
 

Kaybedenlerin öyküsü... '72. Koğuş'

Kaybedenlerin öyküsü... '72. Koğuş'
 

72.Koğuş


Toplumsal yaşamımızın değişim dönemini çarpıcı bir dille anlatıp, diyalogların gerçekçiliğiyle insanın kanını donduran, hasıraltı edilmiş insanlık onuruna tanıklık eden '!72. Koğuş', cezaevinin en yoksul, yoksul olduğu için en soğuk ve en pis koğuşudur. Gerçek hayatların ve hikâyelerin yaşandığı bu koğuşta, sahip olduğu her şeyi aşkı uğruna kaybetmeyi göze alarak, saflıkla delikanlılık arasında ruhu sıkışan kaptanın ve etrafındaki insanların, yani ‘kaybedenlerin öyküsü’ anlatılır. Niğde’de askerlik görevini yaparken Maksim Gorki ve Nazım Hikmet’in kitaplarını okuduğu gerekçesiyle 5 yıl hapis cezasına mahkûm edilen Orhan Kemal, burada cezaevine düşmesine neden olan, okuduğu kitapların yazarı Nazım Hikmet’le tanışır ve onun teşvikiyle şiir yerine, öykü ve roman yazmaya böylelikle başlamış olur. Orhan Kemal’in kaleminden dökülen ‘hayat okulu romanı’ niteliğindeki bu eser; hapishane koşullarını, dostlukların aslında bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu, paranın insan hayatındaki yeri ve önemini, vefasızlığın ve hainliğin kol gezdiğini, güçlünün zayıfı ezdiği dönemin kapital düzenini sorguluyor. Kaleme alınan dönemin üzerinden yarım asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen, ne yazık ki hala güncelliğini koruyor. 72.Koğuş’un yazıldığı dönemde Türkiye’nin her bir yanının zaten cezaevi gibi olması, yazarın eseri oluşturulduğu süreçte Nazım Hikmet’le Bursa cezaevinde birlikte olduğu da göz önüne alındığında, elbette bu kadar mükemmel bir tasvir, yine bu kadar mükemmel bir anlatımla bu tabloyu çıkarmasına yardımcı olmuştur.

Sadri Alışık Tiyatrosu’nun, repertuarına aldığı ‘72. Koğuş’ adlı oyunla, özel tiyatrolarda bir kırılma yarattığını da söyleyebiliriz. Çünkü özel tiyatrolarda çoğunlukla yabancı yazar sevdası, zengin temalı şatafatlı dekorlar, burjuva özentisi yaşamlar ve söylemler sıkça göze çarpmaktadır. Sadri Alışık Tiyatrosu ‘72. Koğuş’ ile bu anlayışın aksine, acıların, yalnızlığın, sefaletin, kısacası bu ülkede unutturulmaya çalışılan tüm sorunların sözcüsü konumundaki bir eseri sahneye koyarak bu kırılmayı sağlamış olması bile, her türlü takdirin üstündedir. Ama bu dik duruş çok değerli müzisyen, manken ve güzellik yarışmalarında boy gösteren isimlerinde yer aldığı bir kadroyla çelişiyor gibi görünse de, aslında böylesine özel bir eserin içerisinde yer alması bile yeterlidir. Zaten önemli olan bu kadronun yıldızlarla dolu olmasından ziyade, söyleyecek sözü olan bir eserle sahneye çıkmak ve bunu olabildiğince başarılı sahnelemektir. Toplumsal barış projesi kapsamında ele alınması gereken ‘72. Koğuş’ özel bir tiyatro tarafından sahnelemesiyle ‘sanatın ve sanatçının işlevi nedir’ sorusunu da gündeme getirmiştir. Yılların deneyimli yönetmeni Kemal Başar, her şeyden önce Türk tiyatrosu için bu çok değerli esere sahip çıkıp sahneye koyma cesaretini göstererek seyirciyle buluşturmasını ne kadar övsek azdır. Rol dağılımındaki başarısına diyecek bir şey bırakmamış. Bu çok uzun eseri yalın ve abartıdan uzak bir yorumla çözümleyerek sahneye taşıması, oyunun başarılı olmasındaki en temel etken. Türk ve Dünya tiyatrosuna yapıtlarıyla yeni bir soluk getirmiş, ödülleri için garaj kiralamak zorunda kalmış Kemal Başar, 72. Koğuş’a olağanüstü bir titizlik göstererek, ayrıntıları gözden kaçırmayan dikkatli bir işçilik çıkarmış. Kemal Başar’ın dekor konusundaki korkusu, turnelerde gün yüzüne çıkmış. Sadri Alışık Tiyatrosu’nun sahnesine göre tasarlanan dekor, büyük sahnede oyuncak gibi kalmış. Ama bu dekor oyunculukların başarısıyla bir süre sonra yok oluyor. Zaten oyunun konusu göz önüne alındığında boş sahneye oynansa bile sırıtmayacaktır. Çünkü aslında önemli olan bedenlerimizin değil, düşüncelerimizin dört duvar arasına sıkışmış olması değil midir? Ben oyunu izlerken reji’nin bu ‘özgür’ ve ‘özgün’ düşüncesiyle dekor anlayışını bertaraf ederek seyirciyi zaman ve mekân kavramlarından soyutladığını düşünüyorum. Erkekler koğuşunda tüm insani değerlerin sorgulanmasına karşın kadınlar koğuşunda sadece cinsel açlık ön plana çıkmış. Erkekler koğuşunda acı, hüzün, gözyaşı ne kadar hâkimse, kadınlar koğuşunda cinsel açlık bir o kadar hâkim. Bu oyunu dengeliyor gibi görünse de aslında tutarsız bir yaklaşım. Sefalet, hüzün ve acı vs. cezaevinin her bir koğuşuna yayılabilirdi. Kısacası kadınlar koğuşunun bir yanı eksik kalmış. Belki bunun üzerine biraz düşülebilir. 20 kişilik dev kadroda ön plana Kerem Alışık, Azra Akın ve Yavuz Bingöl çıkıyor. Hep sorulan ‘mankenden, şarkıcıdan oyuncu olur mu’ gibi sorular, sahnedeki başarılı oyunculuklarla yanıt bulmakla kalmayıp ön yargıyı kırmayı da başarıyor. Bu soruyu soranların, sanıyorum sorgulanan oyuncuları sahnede izlemediği gerçeğini de gün yüzüne çıkarıyor. Şüphesiz oyunu izlerken beni en çok heyecanlandıran isim, ‘berbat’ karakteriyle Kerem Alışık oluyor. Mükemmel diksiyonuna kattığı etkileyici ses ve vücut kullanımıyla oyunun fitilini ateşliyor. Açık yüreklilikle söyleyebilirim ki, başarılı ve dengeli oyunculuğuyla sahnede olmaktan büyük zevk aldığını, her anı en küçük ayrıntıya değin kullanarak hissettirmeyi başarıyor. Özellikle son sahnedeki performansıyla soğuk koğuşu ateşe veriyor. Yavuz Bingöl ‘kaptan’ karakteriyle zor bir rolü, yer yer aksayan şivesine rağmen başarıyla yorumluyor. Oyunculuğunun yanı sıra başarılı seçimleriyle müzisyenliğini de konuşturmuş. Tüm insanlık değerlerinin dibe vurduğu koğuşta iyiliksever, saf kişiliğiyle herkesin sevgilisi haline gelen kaptan, Fatma ile olan sahnelerde sevimli ve yer yer duygulandırıcı tabloları ile oyuna renk katıyor. Azra Akın ‘Fatma’ karakterinde yalın ve abartıdan uzak bir oyunculuk sergileyerek rolünün hakkını fazlasıyla veriyor. İçten yorumuyla canlandırdığı performansı sayesinde sahnede kaldığı süreden daha uzun bir süre alkış alıyor. Ve bunu fazlasıyla hak ediyor. Elbette Yıldırım Gücük, Ali Tutal, Fuat Onan, Serhat Özcan, İlknur Soydaş, Ömer Duran, Can Kahraman, Yusuf Atala, gibi çok değerli oyuncular yan rollerde sahne yeteneklerini ve ustalıklarını bir an bile aksatmadan başarıyla sergiliyorlar. Gecenin yan rollerde en başarılı ismi, övgüye değer bir ustalıkla canlandırdığı ‘İzmirli’ karakteriyle Yıldırım Gücük oluyor. Sahne coğrafyasından bilinçle yararlanmayı başaran Malike Başkan’ın spesifik dekoru, küçük ama etkili bir çalışma. Başarılı oyunculuklar sayesinde dekorun işlevi bir süre sonra ortadan kaybolup sahneye yayılıyor. Aynı biçimde oyunda kullanılan giysiler, bizi zaman kavramından uzaklaştırarak geniş zamana yaymayı başarıyor. Sefaletin sözcüsü konumundaki giysiler, oyun içinde çok önemli bir yere sahip. Bu bilinçle tasarlanan giysiler sanatçının başarı grafiğini zirveye taşıyor. 1967’de ‘Ankara Sanat Seveler Derneği’ tarafından en iyi oyun yazarı seçilen ‘72.Koğuş’, zannediyorum Sadri Alışık Tiyatrosunun başarılı sunumuyla da ödül almayı hak ediyor. 1987 yılında Erdoğan Tokatlı’nın yönetmenliğini yaptığı ve başrollerini Kadir İnanır, Halil Ergün, Menderes Samancılar, Rasim Öztekin, Rana Cabbar gibi çok değerli isimlerin yer aldığı 72. Koğuş, Yavuz Bingöl ve Kerem Alışık’n beraber kurduğu ‘Sasin’ adlı film şirketi tarafından tekrar sinemaya aktarılmaya hazırlanıyorlarmış. Umarım ‘kaybedenlerin öyküsü’ yine aynı başarıyla beyaz perdeye de taşınarak daha geniş bir kitleye anlatılır. (OYUNUN KÜNYESİ) :

Yazan: Orhan Kemal
Yöneten: Kemal Başar
Müzik: Yavuz Bingöl
Dekor - Kostüm: Malike Başkan
Koreografi: Kerem Kuraner
Yardımcı Yönetmen: Yıldırım Gücük
Yönetmen Yardımcıları: Eylem Öden, Emin Aydın, Derya Kahya, Dalya Uçankuş Oynayanlar: Yavuz Bingöl, Kerem Alışık, Azra Akın, Nihat Nikerel, Can Kahraman, Yusuf Atala, Serhat Özcan, Ayhan Anıl, Yıldırım Gücük, Fuat Onan, Ömer Duran, Tuncer Yenice, Cem Hamzaoğulları, H.Şener Vurkaya, Murat Şevki Çoban, Cem Güler, Derviş Tezcan, Emin Aydın, Eylem Öden, İlknur Soydaş, Neslihan Bulut, Nihan Sevinç, Sinem Çatalbaş, Şenay Aksoy Yeni Tiyatro Dergisi / Şubat 2010
 
Toplam blog
: 73
: 10115
Kayıt tarihi
: 24.02.07
 
 

Tiyatro eğitimi için 3 bölgede yaklaşık 35'e yakın şehirde bulundum. 1999 yılından itibaren Tiyatro ..