- Kategori
- Deneme
Kelebeğin rüyası
Kelebeğin rüyası… Evet, ben de izledim ama filmi anlatmayacağım burada ya da film bazında değerlendirmeyeceğim düşüncelerimi. Ben sadece filmin yüreğime dokunduğu noktaların altını çizeceğim edebiyata gönül vermiş, edebiyatla uğraşan biri olarak.
Herkesin bir rüyası var elbet. Muzaffer Tayyip Uslu ile Rüştü Onur’un da vardı. Gençliklerinin baharında bu hayattan umduklarının dörtte birini bulamadan vereme, yoksulluğa, açlığa yenik düşen yaşamlardı onların ki. İnsanın içinin sızlamaması mümkün değil.
Şiirin, şairin anlaşılmadığı -günümüzde bile anlaşılıp anlaşılmadığı tartışılır- bir dünyada tüm imkânsızlıklara karşı yılmadan yollarında ilerleyerek şiirler yazan, var olmaya çalışan iki delikanlı. Daktilo bulsalar, kâğıtları yok. Kâğıt bulsalar yazacak mekânları yok. Bu açıdan bakınca kendimi şanslı sayıyorum. Allah’a şükürler olsun ki kalemim de, kâğıdım da, bilgisayarım da var.
Görmenin, algılamanın ve hayata bakmanın içinizi ısıtan yanı sarmalıyor sizi filmdeki karelerden bahsedecek olursak. En kötü koşullarda bile hayata tutunmayı sağlayan bir bakış açısı hani hepimizin bildiği bardağın boş değil dolu tarafını görme olayı. Muzaffer Tayyip Uslu’da da, Rüştü Onur’da da görülüyor bu. Verem olduklarını biliyorlar ve herkesten çok ölüme yakın olduklarını. Ama yine de umutla sarılıyorlar yaşama, şiirleri ile konuşuyorlar. Edebiyat dergisi çıkaracakları günü hayal ediyorlar. Şiirlerinin Varlık dergisinde yayınlanacağı günü.
Ve beklenen gün gelip çatıyor, yayınlanıyor her ikisinin şiiri de aynı sayıda Varlık dergisinde. Çok önemli bir olay bu. Zira bundan bir kaç yıl önce katıldığım edebiyat toplantılarından birinde Şair arkadaşlardan biri “ Şiirim Varlık Dergisinde yayınlandığında ayaklarım yerden kesilmişti. Ve tüm dünyaya haykırmak istiyordum şiirimin Varlık’ta yanlandığını ama öte yandan da herkes biliyormuş da bana bakıyormuş gibi hissediyordum.” demişti.
Günümüzde de önemli şiirlerin, yazıların edebiyat dergilerinde yayınlanması. Benim bir denemem ve bir öyküm (ki ilktiler) aynı zamanda iki farklı dergide yayınlanmıştı da aynı yukarıda anlattığım ruh hali tüm benliğimi sarıp sarmalamıştı. Bu kelimelerle anlatılacak bir duygu değil yaşanılası bir durum, izahı zor. İşte belki de Muzaffer Tayyip’in ve Rüştü Onur’un hissettikleri mutluluğu tam sol tarafımda hissettim ve gözyaşlarımı tutamadım.
Yazmak öyle kuvvetli bir duygu, o kadar büyük bir aşk ki… Bilenler bilir zaten. Bilmeyenlere anlatmak ise zor hem de çok zor.
Trajik yaşam hikâyesinin içine serpiştirilmiş güzelliklerde var filmde. Ama öte yandan tedavi olmak için sanatoryuma ulaşabilmek zor. Tabii kömür ocaklarında çalışmak zorunda kalışları da işin başka bir dramı.
Ve ister istemez soruyor insan kendine… Bu kadar zor olmak zorunda mıydı şartları? 1941’li yıllar. Günümüze döndüğümde de aynı vefasızlığı görüyorum yer yer. Yaşarken hak ettikleri değerleri göremiyorlar ne yazık ki çoğu şair ve yazar.
Yazmak gönül işi, sevda iş. Bir eseri ortaya çıkarmak hiç de kolay değil. Ama ya sonraki aşamaları. Dediğim gibi her yazar her şair şanslı değil eserini kitaplaştırmak konusunda. Kitaplarını basıp dağıtabilecek yayınevlerine, finansmanını sağlayabilecek kuruluşlara ulaşamıyorlar. Çoğu yazar ve şair kendi imkânlarıyla bastırıyor kitaplarını ancak bu sefer de okura ulaştırmakta büyük zorluklar çekiyorlar. Eşe, dosta hediye ediyorlar kitaplarını. Zaten eş, dostun da para verip almak gibi bir derdi yok, hediye bekliyorlar ama bilmiyorlar ki maliyeti yüksek bir iş kitap bastırabilmek. Ve her şeyden önce emek var ortada. Bunun asla unutulmaması gerekli. Durum böyle olunca da bir kısır döngü içinde dönüp dolaşılıyor işte.
Benimle gerçekleştirilen bir röportajda "Ben, emeğe saygı duyulmasını yürekten diliyorum. Çok kısa olan ömrümüzde kötülüklerin, negatif yaklaşımların, olumsuzlukların kıskacına yakalanmadan, güzelliklerin, iyiliklerin erincinde, pozitif bir tutumla paylaşmaktan yanayım hayatı. Özellikle sanatla, edebiyatla uğraşan kişilerin yaşama ve paylaşımlara daha farklı bir perspektiften bakmalarını, birbirlerine destek vermelerini, yardımlaşmanın doyumsuz lezzetini tatmalarını temenni ediyorum. "demiştim ve burada da bir kez daha aynı cümleleri kullanmak istedim.
Ben, Muzaffer Tayyip Uslu’yu babamın şiir kitaplarından tanımıştım “GRAMER DERSİ” isimli şiiriyle. Paylaşalım istiyorum.
Gramer Dersi
Sevmek`` bir kelimedir
``Sarı saçlı`` dersem bir kız için
Sıfat söylemiş olurum
``Ben sarı saçlı bir kız sevdim``
Bir cümledir.
Sevda dolu bir cümle
Nokta koymalı, durmalı zira
Zira ``açlık`` da bir kelime
Cümleye gelmez sarı saçlı kız gibi
Ah elbet dolaşırsa ölüm sık sık dilime
``Öleceğim, ölüyorum, öldüm``
Diyeceğim bir gün
Muzaffer Tayyip Uslu
Rüştü Onur’dan da “İTİRAF”ı paylaşmak istiyorum sizlerle.
İTİRAF
I
Size açabilmeliydim içimi
Geceler yalnız size
Ve yüzüm kızarmadan
Çocukluğumun küçük aşklarını
Anlatabilmeliydim
Geceler yalnız size.
II
Benim de aşklarım oldu
Ve alabildiğine günahlarım.
Hâlbuki bigünah olmak istedim
Bütün ömrümce.
III
Anam,
Ben topaç çevirirken sokakta,
Benim güzel oğlum,
Paşa olacak derdi...
Hâlbuki ben hâlâ
Topaç çeviriyorum sokakta.
Rüştü Onur
Ve ikisinin de sonunu hazırlayan veremin Muzaffer Tayyip’in kaleminden dinleyelim istiyorum.
Kan
Önce öksürüverdim
Öksürüverdim hafiften,
Derken ağzımdan kan geldi
Bir ikindi üstü durup dururken
Meseleyi o saat anladım
Anladım ama, iş işten geçmiş ola
Şöyle bir etrafıma baktım,
Baktım ki yaşamak güzeldi hâlâ
Mesela gökyüzü,
Maviydi alabildiğince
İnsanlar dalıp gitmişti
Kendi âlemine
Muzaffer Tayyip Uslu
Şimdi bir yerlerden görüyorlar mıdır acaba kendilerini anlatan bir filmde baş karakter olduklarını ve sonra onlar için iki satır yazı yazdığımı ve mutlu oluyorlar mıdır bulundukları yerde?
Sibel Unur Özdemir