Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ağustos '14

 
Kategori
Deneme
 

Kendine dönmek - "Öz"

Kendine dönmek - "Öz"
 

Karakterimiz; taş yontulan bir zamanda, devamlı olarak “ÖZ”ünden hoşnut olmayan bir TAŞ USTASI…

Hani hep oflayan sızlayan, devamlı durumunu beğenmeyen, daha nasıl anlatsak?

İşte o bilinen profil… Bir insan

Anlayın artık. Yani belki de sen ya da ben…

Zaten başka kim olabilir ki?

Sahne şöyle: Ustamız yakıcı Güneşin altında bir taşı yontmakla meşgul. Ama sürekli de söyleniyor ve Tanrı ya çatıyor.

Sus be adam! Haline şükret diyeceğiz ama susar mı başlamış bir kere…

Fakat durun! Bir dakika!

Bir ses, geldi! Çok derin ve yoğun bir ses şöyle diyor taşçıya:

“Neden bu kadar hoşnutsuzsun?”

Taşçı şaşkınlıkla hemen sorar o sese: ”Sen de kimsin?”

Yanıt: “Ben Tanrıyım”…

Taşçı bunu duydu ve hemen başladı sıralamaya! Güneşin ona yaptığı zulme ne kadar da kızdığını, ne kadar zorluk içinde olduğunu ve daha neler neler anlatmaya başladı.

Tanrı; “Sus biraz. Peki, ne istiyorsun? Şu anda ne olmak isterdin?” diye sordu.

Taşçı şöyle yanıtladı: “Ben şu anda Güneş olmak, Dünya’yı kavurmak, kuraklıklar yaratmak, yani gücümü herkes anlasın isterdim

Tanrı; “Peki, seni şu andan itibaren Güneş yaptım. Ama bu da seni tatmin etmeyebilir.” dedi.

Başka bir sahnedeyiz artık! Taşçı yani artık Güneş ortalığı yakıyor. Kuraklık yaratıyor. Ve bundan da çok memnun...  Çünkü güç onda ve bunu biliyor…

Ama durun galiba bir terslik var!

İri bir bulut Güneşin önüne geldi! Güneş o anda yakmayı, kavurmayı hedeflediği bir coğrafi alana o bulut nedeniyle ulaşamıyor!

Peki, ne olacak? Ne olsun ki eski Taşçı yeni Güneş artık kolayı buldu. Artık Tanrı ile konuşabiliyor!

“Tanrım, Tanrım neredesin?”

Tanrı hemen cevap verdi. “Söyle bakalım ne oldu?”

Eski Taşçı yeni Güneş; “Bir bulut Tanrım. Bana engel oluyor! Ben en büyük enerji kaynağı değil miydim? Bulut benden büyük mü Tanrım?”

Tanrı şöyle yanıtladı: “Demek ki bu bulut senden daha büyük!”

Eski Taşçı yeni Güneş feryat ederek şöyle dedi: “Tanrım ben o zaman bulut olmak istiyorum.”

Tanrı biraz düşündü ve şu şekilde yanıtladı: “Peki, ne yapalım bundan sonra bulutsun. Umarım başka bir kisveye dönmek istemezsin!”

Sahne değişti! Eski Taşçı yeni Bulut yağıyor, yağıyor… Seller, taşan dereler, su basan tarlalar.  Hatta bir nehir, o da taştı ve yerleşim alanlarını su bastı. Ve bulut yukarıdan memnuniyetle gücünü izliyor…

“Of be ne kadar da güzelmiş. Dünya artık benden korksun… Başka neresi var?” derken gözü Dünya’da bir alana takıldı!

O da ne? Çok büyük bir su parçası… Hadi onu da taşırayım dedi ve yağmaya başladı Eski Taşçı yeni Bulut…

Yağdı, yağdı, yağdı…  Ama buna bir şey olmadı. Bir türlü taşmıyordu o su parçası.

Kolay yol vardı ama…

Eski Taşçı yeni Bulut Tanrıya bir kez daha seslendi.

“Tanrım, Tanrım. Bu su parçası neden taşmıyor?”

Tanrı yanıtladı. “Evet, onu taşıramazsın. Onun adı Okyanus!”

Eski Taşçı yeni Bulut şöyle dedi: “Ama neden? Bulut en büyük değil miydi?”

Tanrı; “Demek ki hep daha büyük var.” dedi ve sustu…

Eski Taşçı yeni Bulut çaresizlik içinde, “Ne olur Tanrım, Okyanus olmak istiyorum.” dedi…

Tanrı bu kez daha fazla düşündü ve “Peki senin bu istediğin de olsun. Bundan sonra Okyanussun" dedi…

Sahne yine değişti!

Hırçın Okyanus, sahillere, teknelere saldırıp duruyor. Azgın dalgalar yaratıyor. Tekneler balığa çıkamaz oldu…

Eski Taşçı yeni Okyanus bu kez gerçekten çok mutlu ve bu gücünü olabildiğinde sergilemekten kaçınmıyor…

“Peki, ben şimdi kime saldıracağım” diye düşündü Eski Taşçı yeni Okyanus…

Monotonluk başlamıştı ki sahilde çok büyük bir kaya gördü… “Bari onu oradan söküp atayım da monotonluğum biraz geçsin.” diye düşündü…

Ama ne yaptıysa o taş yerinden bile oynamadı!

İşte bu olmadı şimdi. Yoksa bu kaya parçası benden daha mı büyük?” diye düşünürken kolay olanı seçti yine!

Tanrım, Tanrım orada mısın?”

Tanrı bu kez kızgın bir sesle şöyle yanıtladı: “Artık beni sıktın. Yine mi bir şeyler istiyorsun? Bana şimdi de Kaya olmak istediğini söyleme sakın!”

Eski Taşçı yeni Okyanus, “Ne olur Tanrım. Bu kez son olsun. Beni Kaya yap, başka bir şey istemem senden.” dedi.

Tanrı bir müddet sustu ve sadece “Peki” dedi.

Sahne yine değişti! Okyanus kenarında bir Kaya. Hırçın dalgalar ona hiçbir şey yapamıyor. Sadece üzerini yalıyor. Eski Taşçı yeni Kaya halinden çok memnun.

Kaya gibi deyişinin anlamı demek buymuş”

Zaman akıp geçti. Bir süre sonra, arka taraftan bir ses duymaya başladı. Ama o tarafta neler olup bittiğini göremiyordu. Çünkü Eski Taşçı yeni Kaya sadece okyanusu görebiliyordu!

Ses artarak devam etti… “Tuk, tuk, tuk, tuk…”

“Ne oluyor yahu? Kötü bir duygu var içimde.”

Eski Taşçı yeni Kaya yine Tanrıya seslendi; “Tanrım yetiş, ne oluyor?”

Tanrı bu kez gülerek yanıt verdi. “Haaa korkma o bir “TAŞ USTASI”

Eski Taşçı yeni Kaya panik içinde; “Peki ama benden parçalar kopartmaya başladı.”  dedi.

Tanrı yine gülerek yanıtladı; “Evet ama bu onun işi ne yapabilirim?”

Paniği tamamen artmış bir durumda olan Eski Taşçı yeni Kaya; “Tanrım yani bu “TAŞ USTASI” benden büyük mü?” diye sordu.

Tanrı ilk iletişimlerindeki gibi çok derin ve yoğun bir sesle; “İşte bu göreceli bir soru! Herkes büyüktür. Ama yerinde büyüktür. Kendi içinde büyüktür. Bazen bunu anlamak zor olabilir ama mutlaka sonunda anlaşılır.” dedi.

Eski Taşçı yeni Kaya bu kez panikle karışık yalvaran bir sesle; ”Tanrım! Ne olur ben yine “TAŞ USTASI” olmak istiyorum.” dedi.

Tanrı sadece “Peki” dedi ve bu son değişimi yaparken, şu ayrıntıyı sağladı: “TAŞ USTASI” bu geçirdiği evreleri hatırlamayacaktı!

SON  SAHNE...

Yine güneş ve oldukça yakıyor da… Ama bu kez “TAŞ USTASI” çok mutlu.  Terliyor yoruluyor ama gerçekten mutlu!

Geçirdiği değişimleri hiç mi hiç hatırlamıyor ama içinde kelimelerle anlatılmayacak bir huşu var.

“ÖZ”ÜNE DÖNMENİN HUŞUSUDUR BU…

-------------------------------------------

İşte bu gün, büyük bir sorun olan budur: “Özümüze sahip çıkmak!”

Şu Japonlara bakınız. Teknolojik açıdan artık ulaşılması mümkün olmayan bir noktaya vardılar. Ama gelenekselliğe en fazla önem veren ülke konumundalar…

Londra’da bir taksiye bindiğinizde belki o yıl imal edilen bir otomobil de olsa geçen asrın başındaki taksi modelini uygulamışlar. Eski geleneklerini koruyorlar.  Binalar eski ve bakımlı, Times Nehri’nin üzerindeki kim bilir kaç asırlık köprüler var onlar da bakımlı. Londra; eskinin en iyi korunduğu şehirlerden biridir…

Daha birçok ülke bu örneklerde olduğu gibi geleneklerine, tarihine ve elbette ki “Öz”üne sahip çıkmaktadır.

Süratle ve anlamsız bir şekilde evvela dilden başlayarak “Öz”ümüzden ayrılıyoruz. Gelenekler, folklorik değerler, tarihin çarpıtılarak yazılması/değiştirilmesi ve daha birçok etken var ama başta “Dil” hızla “Öz”den kopuyor. İnternetten yayılan jargonlar artık egemen…

Hiçbir şekilde, küreselleşmenin, teknolojiyi yoğun olarak kullanmanın ve çağdaşlaşmanın karşısında olmamalıyız. Ama bunların tümünü yaparak da çağdaşlaşan, refah seviyesini yükselten, kısaca modernleşen ama geleneklerini, “Öz”ünü kaybetmeyen başta Japonya gibi ülkelerden olabiliriz…

Şunu düşünelim: Yukarıdaki öyküde olduğu gibi, tüm aşamalardan geçsek ve bu aşamalardan hep kazanımlar elde etsek -ki bu her anlamda seviyenin yükselmesi demektir- ama  bu değişimler olurken “Öz”ümüzden de sapmasak…

Bunları yaparken, yaşadığımız ülkenin tarihini, geleneklerini ve tüm “Öz”e ait değerlerini de muhafaza etsek!

Bir gün gelir “Öz”e döndük dersiniz ama o “TAŞ USTASI” gibi “Ne kadar da güzel?” dediğiniz bir husus aslında sizin kendi “Öz”ünüzden çıkma bir gelenek olabilir.

Öz”ümüze sahip çıkalım...

Son günlerde buna şiddetle ihtiyaç var!

 

 

Bojidar Çipof

 

9 Mart 2009  Yeşilköy

 
Toplam blog
: 336
: 625
Kayıt tarihi
: 29.01.10
 
 

Araştırmacı yazar BOJİDAR ÇİPOF: 1953 yılında İstanbul'da doğdu. Ailesi; Ege Makedonyasından İsta..