Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Nisan '20

 
Kategori
Futurizm
 

Kimler Kalır Geriye?

İmparator lakaplı sinema yönetmeni Akira Kurosawa, Yedi Samuray adlı kült filminde; köylülerin, onları soyan haydutlara karşı savaşsınlar diye parayla tuttuğu samurayların hikayesini anlatır. Filmin Hollywood-western biçimi olan Magnificent Seven (Yedi Silahşörler)’de, John Sturges; Yul Brynner, Eli Wallach, Steve McQuenn, James Coburn, Robert Vaughn'lu aktörler kadrosunu, 1960 yılındaki halleriyle yönetir; şimdi baktım, senaryoyu Kurosawa Usta'yla birlikte yazmışlar. Ben sekiz yaşındaymışım, Kızılay Büyük Sinema'da vizyona girdiğinde seyrettiğimi hatırlıyorum. Biz çocuklar, o güzel zamanlarda film seyretmeye Sinema'ya giderdik.  Kurosawa’nın filmini, Sinema’yla yakından ilgilendiğim ileri tarihlerde izlemiştim.

Samuraylar veya silahşorlar, görevlerini meslekî bir şevkle yerine getirirken, köylüleri, savaş ve örgütleme becerileri ve cesaretleriyle etkilerler; kendileri de onlardan etkilenirler tabii.. Sadelik, tevekkül, birlik; ama aynı ruhta riyakarlık, kurnazlık, korkaklık gibi insanî özellikleriyle çiftçileri tanımaya başlarlar. Kimsenin ilgilenmediği, yok saydığı, sefalete yazgılı gibi yaşayan bu topluluğu anlamaya çalışırlar. Yazar Gültekin Turgut, filme ilişkin derinlikli çözümlemesinin bir yerinde, bir alıntı yapar: Bu sahnede, haydutların reisi, onu vuran silahşöre "Böyle bir yer için geri döndün, neden?" demektedir.

Filmin ortalarına doğru, savaşçılardan biri, bir köylü kıza tutulur, kızdan da karşılık görür. Bu genç adam, köyde kalacak, oraya yerleşecektir. Sturges'in filmi, Kurosawa’nınki gibi, western-samurayları’nın liderini oynayan Yul Brynner ile Steve McQuenn'in at sırtında yaptıkları durum muhasebesi ile sona erer. Belki de geçici olarak kurtardıkları köylülere, köye hakim bir tepeden bakarken, bu kadar kayıp verip, bir meslektaşlarını da orada yerleşik bırakıp, yalnızlık-yollarına atlarını sürerken konuşurlar:   - "Ne oldu, sence kimler kazandı?"..  -"Köylüler, onlar her zaman kazanır". Bu replik hafızamda hep bir yer tutmuştu, şimdi de bir çağrışım yaptı: Bu diyalog, yersiz-yurtsuz gezgin ruhların; yerleşik ve kadim olana, toprağa tutunana, fırtına geçince yerden doğrulanlara; hüzünlü, kim bilir belki de  imrenen bakışının bir özeti gibidir.

Dünyayı topyekün tehdit eden bir virüsle savaşılan bu günlerde, salgının yatışması sonrasında neler olabileceği konusunda, ütopya ile distopyanın bir birine karıştığı senaryolar üretilebilir. Ben de felaketten geriye kimlerin ayakta kalacağı noktasından hareketle, bir vizyon denemesi yapmağa çalışacağım: Bir milletin, bir azınlığın, tüm insanlığın, belli bir zümre ya da sınıfın, bir inanç grubunun başına; doğal veya başka insanlarca yöneltilen bir felâket (zulüm) geldiğinde; öncesinde, sırasında ve sonrasında benzer gelişmeler yaşandığını düşünüyorum.

Öncesinde konusunda ciddiyim: - inanırız, inanmayız – kâhinler, büyücüler, peygamberler, ermişler, ârifler, bilge-düşünürler, kehânetlerde bulunabilirler. Öngörü, kâhine hangi vasıtayla ulaşıyor olursa olsun, buna bir inananlar azınlığı da oluşmaktadır.  Örneğin, Nuh Tufanı’nın farklı anlatımlarının tümündeki ortak nokta, yalnızca çağrıya uyup tekneye binenlerin felaketi sağ atlatmalarıdır; inanmayanlar, tufan sırasında azgın sularda sürüklenip gitmişlerdir. Sonrasındaki insanlık soyunu ve tarihini, kalanlar oluşturmuşlardır. Ailesinin bağlı olduğu Yahudi Cemaati’nden genç yaşında ayrılarak, yaşamını bağımsız bir düşünür olarak Amsterdam’da sürdüren Spinoza; peygamberlerin en ayırıcı özelliğinin, gelecek hakkında öngörülerde bulunmak olduğunu öne sürer, örnekleriyle kanıtlamağa çalışır.

Nietzsche, bir kitabının önsözünde,  gelecekteki okuyucuları için yazdığını söyler: “Anlattığım önümüzdeki iki asrın tarihidir. Gelecek olanı, başka türlü gelemeyecek olanı: Nihilizm’in Yükselişini anlatıyorum” … “Nihilizm kapıya dayandı!” . Friedrich Nietzsche, “Güç İstenci”, 1883-1888. “Onun Nihilizmi, Batı metafiziğinin, Batı ahlakçılığının ve Batı değerciliğinin, tarihsel olarak geldiği son noktayı ifade eder – Yani tüm değerlerin ve tüm anlamların, Batı kültür tarihinin zorunlu bir nihayeti olarak yitirilişini. Ve bununla birlikte; nihilizm, tarihin geldiği bu son noktanın, değerlerin ve anlamların yitirilişinin farkındalığını ve öngürüsünü de içerir. Demek ki nihilizm, bir ideoloji, bir dünya görüşü değil, felsefî bir kehânet, bir ikâz çığlığıdır. Nietzscheyen kehânetin işlerliğini, 20. yüzyıldaki toplumsal, ahlâkî, kültürel ve politik çözülme, gerileme ve çöküşle birlikte pratik ettik.” Hamza Celaleddin.

.. devam edecek ……

 

 
Toplam blog
: 3
: 111
Kayıt tarihi
: 29.03.20
 
 

"Bilgi Sistemleri" alanının, analiz, tasarım ve kurulum safhalarında çalıştım. Edebiyat, sinema, ..