Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mart '14

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Kişisel gelişim : Limit yok...

Kişisel gelişim : Limit yok...
 

uludağsozluk.com


 İnsanın bir limiti var mı? İnsanoğlu istediği, arzu ettiği şeylerin ne kadarına kavuşabilir? Ne kadarını gerçekleştirebilir?

Bazen aklımızdan öylesine uçkun düşünceler geçebilir ki bunları gerçekleştirmek, hiçbir şekilde mümkün olmaz. Sadece hayal kurmakla yetinebiliriz. Bazen de bunları rüyalarımızda görebiliriz. İşte o kadar… Ama düşündüklerimizin, yazmak istediklerimizin büyük bir kısmını keşke gerçekleştirebilseydik. Ne mümkün? Çoğu öyle yerli yerinde bir yerlerde duruyor..!

Bu aslında TV’de seyrettiğimi bir film ismi. Filmdeki gence bir başka arkadaşı ölmeden önce bir hap verir. Bu hap sayesinde, o ana kadar  beyninin sadece %20’sini kullanabilen insanoğlu o hapı yuttuktan sonra, beyninin %100’nü kullanabiliyor ve o ana kadar düşünemediği şeyleri düşünebiliyor; yapamadığı şeyleri yapıyor ve bu durumdaki insanoğlunun yaratıcılığının da sınırı da yok…(Haydaaa…diyecekseniz, deyin!)

Böyle bir durum nasıl olabilir?

Bilindiği gibi  kokain, esrar, marihuana, morfin vb gibi uyuşturucuları kullananların bir bölümü de, bu gibi maddeleri aldıkları zaman kafalarının daha iyi çalıştığını; daha yaratıcı olduklarını söylerler ve alışkanlıklarının asıl nedeni olarak, “Biz sanatçıyız, ancak bu maddeler sayesinde böyle bir hayata adapte olabiliyoruz..” gibi aklı başında insanların kabul edemeyeceği gerekçeler ileri sürerler. Belki içki dahil bu maddelerin insan beynini bir dereceye kadar zorladığı kabul edilebilir. Ama arkasında öylesine tahrip, öylesine ölesiye bir zarar bırakırlar ki; her aklı başında olan insan : “İstemem eksik olsun…” diyecektir. Bu gibi zehirlerin, maddelerin savunulacak hiçbir yanı yoktur. Ve bunlar, insanları, gençleri çok çabuk alışkanlığa götürür. Ondan sonrası da çabucak gelen acılı bir ölümdür.

Ne güzel olurdu öylesine bir hap! Yutuyorsun, yapmak istediklerinin, düşünmek istediklerinin %100’nü gerçekleştirebiliyorsun; yaratıp ortaya koyabiliyorsun. Yüz günde yazılabilecek bir kitabı üç günde yazıp ortaya koyabiliyorsun… Olur mu? Olmaz. Ne yazık ki olmaz!

Yok öyle bir şey… Belli ki bilim adamları aklın sınırlarını zorluyorlar; anlamaya çalışıyorlar; daha iyi, etkili, daha doğru düşünmesine çalışıyorlar. Çeşitli bozuklukları (delilikleri) tedavi etmeye çalışıyorlar. Çoğu kez de başarılı oluyorlar. Ama, insanın beyinsel sığasını %100 artıran öyle bir hap (benim bildiğim kadarıyla…) henüz keşfedilmedi. Ne yazık ki keşfedilmedi. Ama belki de zamanla, ileriki yıllarda, çok daha etkili olarak düşünebileceğiz; daha güzel işler yapabileceğiz. Şimdilik o iş zor.  Olanaksız gibi.!

Tamam bu iş anlaşıldı. Hiçbir madde bizim sığamızı sağlıklı olarak %30, %40 daha etkili çalışmasına yardım edemiyor; ama acaba beyni bu şekilde kandırmak; motive etmek, ya da daha Türkçe bir terimle güdülemek mümkün müdür?

Bu mümkündür. Ya insan kendi kendini ikna ederek; inandırarak bir işin daha kısa bir süre içinde yapılmasına yol açabilir; bir öğretmen öğrencilerinin dersi daha dikkatli dinlemelerine yardımcı olabilir… Nasıl, onları bir işin önemini ve gerekliliğini göstererek. Motive ederek…

Ya da biz kendi kendimizi motive ederiz, güdüleriz; ya da başkalarından yardım alırız. Büyük bir sınav öncesi gençlerin dikkatinin ve gücünün artık bitip tükendiğini hissettiği anlar vardır. “Benden bu kadar…” deyip, işin en önemli aşamasında çamura yatmak isterler. Bu durumda, anne baba çocuklarını güdüleyebilecek gücü gösterirlerse ne ala… Ama çoğu kez bu mümkün olmaz; ya çocuğun bir arkadaşından, bir öğretmeninden veya bir psikologdan yardım alma ihtiyacını hissedebilirler.

İnsanın bitip, tükendiğini hissettiği anlar var mıdır? Vardır elbette… Bir yerde gövde isyan eder. “Benden bu kadar…” der. Yapılan işi, görev… yaptığımız her neyse bize artık çok anlamsız gelebilir. Sözgelimi, bu durum,  “Muhteşem Yüzyıl”ın büyük sanatçısı Meryem Uzerli’ de bir yerde isyan edip, “Tükenmişlik Sendromu”na girip, kazanabileceği milyonlarca lirayı, ünü filan bir yana atıp, kaçıp gitmesiyle ortaya çıkmıştır.

O artık ne kendisini inandırabiliyordu; ne de başkaları ona yardım edebilirdi. Artık insani limitleri aşmıştı. Bir tek umarı vardı. Kaçıp gitmek ve bir başka ortamda yenilenmek.

Dr. Christina Maslach, tükenmişliği, “duygusal ve fiziksel bitkinlik, kişisel başarının azalması ve duyarsızlaşma olarak ,” tanımlıyor.. İnsan bu durumdan nasıl çıkabilir? O ayrı bir fasıl…

Hepimizin hayatında, bir çıkmaz sokakta olduğumuzu hissettiğimiz anlar olmuştur. Bizim için ne yaşadığımız hayatın, ne yaptığımız işin bir kıymeti vardır. Bir çıkmaz sokaktayızdır… Her şeye karşın  kişi yine de devam etmesi gerektiğini bilir. Çünkü tersi, o yaşamdan tamamen kopmayı getirir… Bazı insanlar artık dayanamazlar. Ama bazıları da imdat sinyalleri ile “Yaşamak” istediğini; işleri yoluna koymak istediğinin imlerini ortaya koyarlar. Onlara yardım etmek gerekir.

Bu yardım etme işini kim en iyi becerebilirse o gerçekleştirmelidir…

Kişi bazen bir arkadaşına güvenir; ona gider, sığınır… Kimi zaman bir sevecen anne  konuşmalarıyla, ikna çabalarıyla yardımcıdır… Bazen de bir öğretmen…

İş bir psikoloğun yardımına kalmışsa, oldukça ciddi bir vakadır ama hiçbir zaman umutsuz bir vaka değildir… Akıllı bir psikolog insana elbette çok iyi bir şekilde yardım edebilir. Veya bir psikiyatrist tıbbın ilaç yardımını da alarak kişiyi bu tükenmişlik girdabından, umutsuzluk umanından çekip çıkarabilir.

Fakat her şeyden önce kişi kendi kendisine yardım etmelidir. “Sen kendi kendine yardım etmezsen, sana kimse yardım edemez…” Önce bu işin kuralı ortaya konmalıdır. Tabii, bundan önce kişinin morali düzeltilmelidir. Ona yeni yaşam güçleri kazandırılmalıdır. Bunu da ancak becerikli, deneyimli bir insan yapabilir.

Allah insanı umutsuz bir duruma düşürmesin. Bu durumdaki insana yardım edebilmek çok güçtür ama imkansız değildir. Her zaman bir çıkış yolu vardır; veya bulunur. Sen yeter ki ayaklarının üzerinde kalmaya niyetli ol ve konuşabileceğin, sana yardım edebilecek adamı bul. Gerisi gelecektir.

Kendimizi “Yaşamaya” güdülemeliyiz. İşin sonuna gelmeden; bize yardım elini uzatan insanları görmeliyiz.

Bence insan bunaltıya düştüğü zaman sevdiği şairin şiirlerini okumalıdır. Ben değerli şairimiz Ataol Behramoğlu’nun mısralarına başvururum:

“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var
Hakikatler, acı bir meyvenin
olgunlaşması gibi yaşamda deneyimlerden geçer
Ve de, yolculuğun seyir defterinde, hep güzelliklerin yaşandığı
gözlenmeli, sessiz geminin yol alışında geride bırakılanlarla…”

Keşke bu şiirin tümün yazabilsem. Ama mümkün değil… En iyisi siz interneti açıp okuyun.

Çok sevdiğim bir şairin, bu şiiri , inanırım ki insanı hayata bağlayacak güçler taşır.. sizin de şairleriniz olmalı ve şiirleriniz… Mutlaka, böyle anlarda o şairler ve şiirleri sizin elinizden tutabilir. Sizi hayatın ve güzelliğin sularına götürebilir.

Ne dedik.. Her şeyden önce insan kendi kendine yardım edebilmelidir. İşte sanatın gücü bu anda yetişebilir. Sanatsız olan, sanatsız kalan insanlara acımak gerekir. Çünkü onların son anda başvuracakları, yardımcı insanları da, dalları da yoktur… Ama olmalı.

Sanat altın bilezik olduğu gibi, insanın en yakın arkadaşı; umutsuz anlarda başvurabileceği en değerli kaynağıdır. Yeter ki kendimizi onun derin sularıyla beslemeyi bilelim.

Hadi kalın sağlıcakla. (Ama sanatsız kalmayın…)

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..