Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Temmuz '12

 
Kategori
İnançlar
 

Kıyamet sadece dünyada değil, tüm evrende kopacak!...

Kıyamet sadece dünyada değil, tüm evrende kopacak!...
 

Kapılarını kilitlemelerini gerektirecek bir şeyleri olmayan insanlar ne mutludurlar, değil mi?


Gazeteci Hulki Cevizoğlu’nun hazırlayıp sunduğu, Karadeniz TV’de yayınlanan Ceviz Kabuğu’nda bu hafta - sözüm ona - "bilim ve din ilişkisi" ele alındı.

"Sözüm ona" diyorum, çünkü, konu "kıyamet" olunca, konuğu Doç. Dr. Caner Taslaman'ın  referansı da haliyle, "Kur'an" olacaktı; öyle de oldu zaten!

Benim anlayamadığım bir şey vardı ki; felsefe ve din bilimleri uzmanı olan Doç. Dr. Caner Taslaman'ın, pozitif bilim konularını da dini referan göstererek açıklama gereği duymasıydı.

Aslında, konu ta başından yanlış zemin üzerinde oturtulmuştu! Hal böyle olunca da, Sayın Taslaman, programın hemen başında, "Kuran'da 'Yıldızlar söndüğü zaman..' dendiğine göre kıyamet sadece dünyada değil, bütün evrende kopacaktır" diyerek de, hemen suyu baştan kesivermişti!...

Sayın Taslaman, doçentliğine, doktorluğuna bakmadan, yanlış zeminde bina kurarsa, tabiidir ki, böyle, "Bilim adamlarının her söylediği bilim değildir" diyebilecek kadar da ileri gitmede bir behis görmeyecektir! Çünkü, bilmeliydi ki, bir bilim adamı gerçekten, bilimselliği ispatlanmamış, kabul görmemiş bir konu üzerine asla "kendisini bağlayıcı" bir söz söylemez.

Ülkemizde gerçek bilimadamlarının yanında, böyle, dini referans göstererek doğa, fizik ve biyolojik olaylarını açıklamaya çalışma gayretine düşen -sözüm ona - bilimadamları, sadece kendilerini değil, toplumu da olumsuz yönde etkileyip kafalarının karışmasına neden oluyorlar. Yani, bir nevi toplumda 'fikir terörü' estiriyorlar.

Bilim ve din konusunun tamamen biribirinden ayrı konular olduğunu bilmelerine rağmen, bu iki kavramı birleştirmeye çalışmaları, ne din adına ne de bilim adına bir yarar sağlamaz.

Din anlatılmaz, yaşanır. Hem de sadece aklını işletebildiğin kadarını yaşayabilirsin. Bilim ise, aklını işletmenin yollarını gösterir. Bir başka deyişle, bilim geliştikçe, dine ihtiyaç azalır. Zira din, bilinmeyene gösterilen 'inanç' sistemlerini ele alır. Bilim ise tam bunun tersini yapar. Hiçbir zaman 'mutlak inanç' beslemez. Zaten beslediğinde bilim yapamaz, orada kalır. Zaten ondan sonrası da 'inanç' alanına girer.

Bu yüzden kilise, tarih boyunca bilimadamlarını bir 'öcü' gibi göstererek, insan aklının gelişmesinin önüne hep bir engel olarak çıkartmıştır. Çünkü, biliyordu ki, insan aklı geliştikçe, uydurdukları yalanlar ortaya çıkacaktır, çıkmıştır da!...

O zaman sayın Taslaman, bu konuda neyi anlatabilir?. Değil mi ki din, insanlıktan bu yana vardır, o halde sayın Taslaman felsefe ve din bilimleri uzmanı olarak insanın tarihsel süreç içinde din ile olan ilişkisi hakkında ancak 'bilgi' verebilir, bilimsel doğrularda bulunamaz. Başka bir deyişle, Kuran ayetlerini 'bilimsel' olarak gösteremez. Yani, bir bilim adamı, "Kuran'da şöyle yazdığına göre demek ki öyledir" diyemez.

Çünkü bilim, yöntemsel bir çabayla - gözlem ve deneylerle - elde edilir ve pratikle doğrulanır. Bu bağlamda bilimin dinden farkı, bilimin nesnel (objektif, duygular dışı, görünen, gözlemlenen...) gerçekliğe uygunluğudur. Oysa din, sadece duygulara, hislere hitap eder, maddi dünya ile ilgilenmez; ilgilendiğinde "şirk"e, putçuluğa dönüşür. Müslümanlık sadece bu yüzden geldi de diyebiliriz. Bu bakımdan diğer dinlerden üstünlüğü bu özelliğindendir.

Bütün bunlar bilinmesine rağmen din neden hâlâ bir "sektör" olarak kullanılabiliyor?

Çünkü, "din" adına çok paralar dönüyor da ondan... Çünkü din, kullanılmaya en uygun - bu yüzden de en ucuz -  "sektör" de ondan... Çünkü, "sektör", ilginin en çok olduğu yerde pazarını kurar da ondan...

Şöyle son 10-15 yıla bir bakın, Türkiye'de en kısa zamanda köşeyi dönenler kimlerdir? "Din" sözünü en çok ağızlarına alanlar olduğunu görmek için kâhın olmaya gerek yoktur herhalde!...

Cevizoğlu'nu yıllardır yaptığı programlarından dolayı tanımasam, ne 'saçma' sorularla "inanç" kavramına yaklaştığını düşüneceğim; ama, biliyorum ki, konuya derinlik katmak amacıyla bu gereksiz soruları sormak zorunda kalıyor. Ne de olsa, metrek göze girse de ağrısını duymayanlarımız çoğunlukta:

Cevizoğlu konuğuna, "inanç bilimsel kanıta mı dayalıdır, yoksa dogmatık mıdır? Tanrıya inanmak için mutlak bilimsel bir kanıt gerekir mi, inanç denilebilir mi o zaman? gibi, asla bilimsel bir cavap alınamayacak sorular soruyor.

Doç. Dr. Caner Taslaman; "Rasyonalite (akla uygunluk-gerçeklik) önemli. Ancak, aileden alınan kültür daha etkili burada. Hiçbir dini kitapta rasyonel düşünceye vurgu yapıldığı görülmemiştir", diye cevap veriyor bu sorulara!...

Aldınız mı, duymak iste(me)diğiniz cevabı?: Kuran'da yazılanlardan ziyade, aileden gelen gelenek ve görenekler daha etkili olmuştur" diyor, bilim adamımız.

Boşuna, Doçent.Dr. Taslaman'ı taşa tutmayın. Sonra da ekliyor: "Kuran, aklın imanı daha da güçlendireceğini vurgular"

Akıl, imanımızı daha da güçlendiriyor mu, yoksa, Kuran emirlerini bir tarafa bırakıp, yüzyıllarca süre gelen - hatta İslamiyetten önce bile - gelen Arap örf ve adetlerinin (Arap kültürünün)  kurbanı olarak mı yaşamımızı sürdürüyoruz?

Geleneklerimiz öyle bir hal aldı ki, "kutsal harfler" olarak Arap alfabesindeki harflere bile kutsallık yüklüyoruz!..  Arap milliyetçiliği o kadar içimize sinmiş!...

*

Doç. Dr. Caner Taslaman, "Hem aklın, hem felsefenin, hem rasyonel düşüncenin açısından bilimle dinin çatışmaması gerekir."  diyor. Bilimde "gerekir", Kuran öyle diyorsa öyledir", ben öyle inanıyorsam öyledir..vb. gibi anlayışların yeri yoktur. Burada "Bilim" ile "Bilgi Kuramı"nı karıştırmamak gerekir.

Bilgi, varlıkla çevresi arasındaki ilişkidir. Bu bağlamda bilgi, bilenle (suje)  bilineni (obje) gerektirir. Yani, bu iki uç arasındaki ilişkidir bilgi. (Os. münasebet).

Her bilimin amacı kendi alanında bilgi edinmektir, ama hiç bir bilim bilenle bilinen arasındaki bağlantının nasıl kurulduğunu incelemez. Bilen, bilinen ve aralarındaki bağlantıyı inceleyen bilim "Bilgi Kuramı"dır.

Bilgi Kuramı ise, nesnel gerçeğin (obje) insan beynindeki yansımasıdır. Bu bağlamda evren bilinebilir ve insan bilgisi sınırsızdır. Bilgi süreci, insan bilincini her an biraz daha geliştirmektedir.

Eskiden birbirlerinin karşıtı sanılan "teori" ile "pratik" tam bir birlik içindedirler. Teori pratiği etkilerken, pratik de teoriyi etkilemekte ve böylece insan bilgisi her an biraz daha gelişmektedir. (Yararlanılan kitap: Felsefe Sözlüğü. O. Hançerlioğlu)

*

Her nesnenin her insan beynine yansıması farklı algılamalara neden olacağına göre, bir nesnenin (cismani veya hayali) her insan tarafından aynı duygular yaratmasını istemek, (ki bu zaten mümkün değildir) duygulara ipotek koyma anlamı taşır ki, bunun da adı "duygular üzerine baskı uygulamak"tır.

Baskının olduğu yerde demokrasi ve özgürlükten söz edilemez. Bu yüzden, insanları aynı inanç'ı paylaşmaya zorlamak bir "baskı" unsurudur ve "laik" toplumların yasalarına göre de suçtur.

Toplum olarak bu suçu işleyenlerimiz maalesef çoğunluktadır!...

Alaettin Morgül / 24.07.2012  

 
Toplam blog
: 193
: 1086
Kayıt tarihi
: 02.02.10
 
 

İsveç`in Göteborg şehrinde oturmaktayım;  evli ve bir kiz bir oglan iki çocuğum var. İsveç`te..