Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '14

 
Kategori
Uzay
 

Kızıl Gezegen ve Kum Tepeleri

Kızıl Gezegen ve Kum Tepeleri
 

İnsanoğlu hep başka dünyaları merak içinde olmuştur. Başını kaldırıp da gökyüzüne baktığı andan itibaren yıldızlara seyahat etmek adeta tutkusu halini almıştır. Allah (C.C.) Kuran-ı Kerim’de:

“Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin sınırlarını aşıp geçmeye gücünüz yetiyorsa geçin! Ama Allah'ın verdiği büyük bir güç olmaksızın geçemezsiniz.” (Rahman-33)

Buyurarak adeta uzay çalışmalarına izin vermiştir. Hatta yalnızca izin vermekle kalmamış uzaya nasıl gidebileceğimiz konusunda bilgi de vermiştir çünkü yerçekiminden ve atmosferin basıncından kurtulabilmek için hakikaten de çok büyük bir güç gerekmektedir.

Yıldızlara yolculuk pek çok yazarın romanlarına konu olmuştur. Hayallerde ilk seyahat edilen yıldız dünyanın uydusu aydır. Bu eserler arasında en önemlisi ise kuşkusuz Jules Verne’nin ölümsüz romanı Aya Seyahat’tır. 1928 yılında Fransa’nın Nantes şehrinde doğan Jules Verne bilim kurgunun babası sayılmaktadır. Çağının çok ötesinde görüşleri olan Jules Verne’in eserlerinde yer alan denizaltı ve roket gibi pek çok icat bilim insanlarına ilham kaynağı olmuştur. Jules Verne  1865 yılında yazdığı Aya Seyahat isimli eserinde bir grup macera tutkununun bir roket vasıtası ile aya gerçekleştirdikleri bir yolculuğu anlatmaktadır. Bu kitap sadece bir bilim kurgu romanı olmakla kalmayıp yayınlandığı dönemin bilgi seviyesi göz önüne alındığında o güne kadar yazılan en gerçekçi uzay yolculuğu anlatımıdır da aslında. İnsanoğlu aya 1969 yılında ayak basmıştır fakat orada umduğunu bulmaktan da çok uzak kalmıştır çünkü ay insanoğlu için ölü bir gezegenden başka bir şey değildir. Bundan dolayıdır ki insanoğlu ay programına son vererek rotasını bir başka gezegene yani Mars’a çevirmiştir. 

Mars gezegenine, insanoğlu tarafından imal edilen bir makinanın ilk teması 1971 yılında gerçekleşmiştir. O zamanki adıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği tarafından gönderilen Mars 2 isimli araç Mars yüzeyine iniş yapmış ve bu iniş kısa bir süreliğine de olsa kayıt altına alınmıştır. Ancak inişten bir müddet sonra uzay aracıyla bağlantı kesilmiştir. Bunun nedeni halen tam olarak bilinememektedir. Bu denemeden beş yıl sonra Nasa’nın gönderdiği Viking 1 ve Viking 2 uzay araçları da Mars’a başarılı bir biçimde iniş yapmışlardır. Toplam dokuz yıl Mars’ta görev yapan bu cihazlar gezegenin ilk renkli fotoğraflarını da dünyaya ulaştırmayı başarmışlardır. Marsla ilgili projelerden en başarılısı 2007’de Nasa tarafından gönderilen Phonex uzay aracıdır ki Mars’dan şimdiye kadar ki en yüksek çözünürlüklü fotoğrafları göndermiştir. Ayrıca yaptığı ayrıntılı çalışmalar sonucunda Mars yüzeyinin altında su olduğunu da kanıtlamayı başarmıştır. 2012 yılında Marsa gönderilen Curiosity ise içinde gelişmiş bir labaratuar da barındıran muazzam bir robottur ve Mars’ta çok daha ayrıntılı çalışmalar yapması beklenmektedir.

Tüm bu çalışmalar Ay’dan umduğunu bulamayan insanoğlunun Mars’ta aradığını bulduğunu göstermektedir. Ay aslında soğuk ve ölü bir kaya parçasından başka bir şey değildir. Ancak Mars güneş sistemindeki gezegenlerin belki de Dünya’ya benzeme açısından en önemlilerinden birisidir. Lakin bu gezegen içinde su barındırsa dahi insan yaşamı için şu anda uygun değildir. Bunun için bilim insanları Terraforming yani Dünyalaştırma denilen bir proje üzerinde kafa yormaktadırlar. Özellikle gezegen mühendisleri bu konuyla ilgili çeşitli projeler geliştirmektedirler.

Dünyalaştırma kavramı bir gezegenin insan yaşamına uygun hale getirilmesiyle ilgilidir. Bu konuda Marsı ele aldığımızda gezegenin atmosfer tabakasının Dünyamıza oranla daha ince olduğu söylenebilir. Bu nedenle sıcaklık farkları çok fazladır. Su buharı döngüsü bulunmadığından yağmur da yağmamaktadır. Eğer bir şekilde atmosfer tabakasını kalınlaştırabilir ve yüzeyin altındaki donmuş su kütlelerinden su buharı elde ederek Dünyamızdaki gibi bir dönüşüm gerçekleştirebilirsek Marsın atmosferinin ve sıcaklığının Dünyaya benzemesini sağlayabiliriz. Bu yolda atılacak önemli adımlar bulunmaktadır. Örneğin Mars kutuplarında yoğun olarak bulunan buzul kütleleri patlatılarak topyekün bir iklim değişikliği başlatılabilir. Yüzeyin altında yer alan donmuş Mars denizlerinden sondaj yoluyla çıkartılacak buz parçaları devasa atmosfer işlemcileri aracılığıyla su buharına dönüştürülerek atmosfere püskürtülebilir. Sodyum ve potasyum açısından zengin olan Mars toprağında tarım yapılarak atmosfere daha fazla oksijen salınımı gerçekleştirilebilir. Tüm bunlar ve daha fazlası Marsın dünyalaştırılması açısından önemli sonuçlar doğurabilir.

Peki ama bu gezegenin dünyalaştırılması neden bu kadar önemli. Dünya nüfusu hızla artmakta ve kaynaklarımız hızla tükenmekte. Gelecekte yaşam alanlarımız iyice daralacak ve dünyamız artan insan nüfusunu kaldıramayacak bir hal alacak. İşte o zaman dünya nüfusunun en azından bir kısmını Mars gezegenine aktarabilirsek hem yaşlı dünyamızı rahatlatmış olacağız hem de uzayda ilk kolonileşme çalışmalarını başlatmış olacağız. 

İnsanoğlunun kolonileşme için Marsı seçmesinin önemli nedenleri vardır. Bu gezegende su bulunması ve Mars’ın Dünya’ya diğer gezegenlere göre yakın olması bu nedenler arasında gösterilebilir. Mars’a gitmek dünyadan bu günkü teknolojiyle altı ay sürmektedir. Belki de ileride Mars yörüngesinde kurulacak bir uzay istasyonu Marsta kolonileşme hareketini kolaylaştırabilir. Ancak bu proje çok fazla emek, zaman ve para gerektirdiği için tek başına bir ülke yerine birden fazla ülkenin bir araya gelerek gerçekleştirebilecekleri ortak bir proje olmalıdır.

Mars’ta su bulunması ve Mars’ın dünyaya yakın sayılabilecek bir konumda olması dahi marsta kolonileşme projesinin gündeme alınması için yeterli değildi ta ki  önemli bir keşif yapılana dek. 1984 yılında Antartikanın Alien Hills bölgesinde çalışmalar yapan Nasa mensubu bir takım bilim insanı sıradan olduğunu düşündükleri birkaç meteorit buldular ama bunlardan bir tanesi diğerlerinden biraz farklıydı. Ağırlığı yaklaşık olarak iki kilogram olan ve ALH84001 olarak adlandırılan bu meteor parçasını incelemek üzere, buldukları diğer meteoritlerle beraber Johnson Uzay Merkezine götüren bilim insanları buradaki incelemeleri esnasında bu meteoriti diğerlerinden ayıran muazzam bir özellikle karşılaştılar. Dünyamıza on üç bin yıl önce Mars gezegeninden geldiği tahmin edilen meteoriti inceleyen bilim insanı Katie Thomas Keptra meteroritin üzerinde yaşamın en basit formu olarak tabir edebileceğimiz bakterisel kalıntı izine rastladığını açıkladı. Bu açıklama bilim dünyasına bomba gibi düştü ve büyük tartışma yarattı. Başta ünlü jeolog Ralph Harvey olmak üzere bazı bilim adamları eldeki verilerin bu hükme varmak için yetersiz olduğu görüşündeydiler lakin artık ok yaydan çıkmıştı bir kere. Mars gezegeni tüm bilim çevrelerince dünyadan sonra yaşamın mümkün olabileceği yegane gezegen olarak görülüyordu ve insanoğlunun kızıl gezegenin izini süreceği günler yakındı.

Bu keşfin ardından Marsa ardı ardına pek çok uzay aracı gönderildi. Bu uzay araçlarının çektiği fotoğraflardan Marsın bir haritası dahi çıkartıldı. Göze batan en önemli bölgelerden biri dev bir kraterdi ve yapılan incelemeler sonucunda bu bölgeye Nuh bölgesi anlamına gelen “Noachis Terra” adı verildi. Bu bölgeye bu adın verilmesinin en önemli nedeni yapılan jeolojik incelemeler neticesinde bu bölgede tıpkı dünyadakine benzer bir Nuh Tufanının gerçekleştiğinin muhtemel olmasıydı. İyi ama bilim adamları bu kanıya nasıl varmışlardı? 1877 yılında ünlü İtalyan gök bilimci Giovanni Schiaparelli Mars gezegeni üzerinde yaptığı bir takım gözlemler sonucu su kanallarına benzer bir takım oluşumlara rastladığını açıklamıştı. Tabi ki o dönemde dünya dışında yaşamın olması düşüncesi kesinlikle kabul edilemez olduğundan bu iddialar da fazla ciddiye alınmamıştır. Fakat günümüzde Mars yüzeyinde çekilen yüksek çözünürlüklü fotoğrafları derinlemesine inceleyen bilim insanları artık neredeyse Mars’ta bir zamanlar suların aktığına ve bu suların geride bir takım kurumuş su kanalları bıraktıklarına eminler. Hatta bilim insanları bu suyun tuzlu olduğu konusunda bile birtakım deliller elde etmişlerdir. Arizona Üniversitesinden Carleton Moore ve ekibi Mısırda buldukları ve yaklaşık bir milyon yaşında olduğuna inanılan Nakhla meteoriti üzerinde yaptıkları incelemelerde bu meteoritin Mars gezegeninden gelmiş olabileceğini ve üzerinde buharlaşmış tuzlu su kalıntıları mevcut olduğunu tespit ettiler. Bu da bize Marstaki suyun tuzlu su olduğunu yani bir zamanlar Mars gezegeninde büyük okyanusların olduğunu göstermektedir.

Özellikle Noachis Terra bölgesinde yoğunlaşan çalışmalarda bu bölgedeki denizlerin büyük bir taşkına sebep olduğu ve daha sonrada garip bir şekilde toprağın altına çekildiği kanaati bilim çevresinde yaygındır. Allah (C.C.) buna benzer bir hadiseyi bakın Kuran-ı Kerim’de nasıl haber vermektedir:

“De ki; Şayet suyunuz çekilir de yerin dibine giderse, o suyu size kim geri getirir?” (Mülk-37)

Bu ayette kullanılan bir kelime dikkat çekicidir. “Gavr” kökünden gelen “Gavren” kelimesi yerin altına gizlenme manasına gelmektedir. Yani suyun tamamen yok olmadığı sadece yer altında bir bölgeye çekildiği anlatılmaktadır. İşte Mars gezegeninde de durum aynen böyle zuhur etmiştir. Mars denizleri ve okyanusları donmuş ve belki de akar halde hala Mars gezegeninin yer altında gizlenmektedir. Belki de Allah (C.C.) bizlerin bir gün bu denizleri açığa çıkartmamızı istemiş olabilir. En doğrusunu Allah (C.C.) bilmektedir çünkü gaybın anahtarları O’nun yanındadır.

Kuran-ı Kerim’deki mucizeler bitmek tükenmek bilmemektedir. Bu bağlamda  Arapçada Kum tepeleri anlamına gelen “Ahkaf” isminin verildiği surenin 23. Ayetinde yan yana duran bir harf dizilimi şöyledir: “Mim-Elif-Ra-Sin” bu kelimelerin latin alfabesindeki karşılıkları ise şöyledir: “M-A-R-S”  Aynı surenin 30. Ayetinde ise Mars’ın uydusu olanve Mars’ın etrafındaki dönüş süresi 30 saat olan D-E-M-I-O-S gezegeninin harfleri de tıpkı Mars kelimesinin harfleri gibi yan yana dizilmiştir.  Ahkaf suresinin 23. Ayetinin meali ise aynen şöyledir:

“O’nun bilgisi yalnız Allah’ın katındadır. Ben size benimle gönderileni tebliğ ediyorum. Fakat sizin cahil bir topluluk olduğunuzu görüyorum.” (Ahkaf-23)

Bu ayette belirli bir yerdeki topluluğa hitabeden bir peygamberden bahsedilmektedir. Bu peygamber onlara gerçek bilginin Allah (C.C.)’ın katında olduğunu ve kendisinin de yalnızca elindekini tebliğ etmekle görevli olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. Acaba neden bu ayette Mars kelimesini oluşturan harfler yan yana kullanılmaktadır. Tamamen kum tepeleriyle kaplı bir gezegen olan Masr’ın isminin, anlamı kum tepeleri olan bir surede geçmesi tesadüf müdür? Konuşmayı yapan Peygamberin Hud Aleyhisselam ve konuşmanın muattabı olan kavmin de Ad kavmi olduğu bilinmektedir ve bu kavmin Arabistan’da yaşamış bir kavim olduğu düşünülmektedir. Şu soruyu sorabiliriz kendimize. Peki ama bu Ad kavmi sadece Arabistan çöllerinde değil de Mars çöllerinde de yaşamış bir topluluk olabilir mi. Surenin 26. Ayeti bizler için daha da ilginç bir noktayı işaret ediyor olabilir:

“Sizi yerleştirmediğimiz yerlere yerleştirmiştik onları. Ve onlara size vermediğimiz güçler verdik. Onlara kulaklar, gözler ve beyinler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve beyinleri kendilerine bir fayda sağlamadı. Çünkü Allah ’ın ayetlerini inkar ediyorlardı. O alay ettikleri şey de kendilerini kuşatıverdi.” (Ahkaf-26)

Bu ayette öyle bir topluluktan söz ediliyor ki bu topluluk için  “Onları sizi yerleştirmediğimiz bir yere yerleştirdik.” İfadesi kullanılıyor. Sizi yerleştirmediğimiz yer ifadesinden insanoğlunun yerleştirildiği dünya dışında bir yer anlaşılabilir mi? Ayrıca yine bu topluluk için “Onlara size vermediğimiz güçler yada yetiler verdik.” Cümlesiyle bu canlıların insandan farklı bir yapıda oldukları anlaşılabilir mi? Ayette bu topluluğun “Gözleri, kulakları ve beyinleri” olduğu yani insana benzediklerinden de bahsedilmektedir. Tüm bunlar birleştirildiğinde; bir zamanlar, kum tepeleriyle dolu Mars gezegeninde yaşayan, insana benzeyen fakat insanda olmayan bazı yeteneklere sahip olan bir canlı topluluğunun Allah (C.C.)’ın gönderdiği kitaba ve Peygambere isyan ettikleri için yok edildikleri anlatılıyor olabilir. Anacak her zaman söylediğim gibi her şeyin en doğrusunu Yüce Allah (C.C.) bilmektedir. Benim burada yaptığım sadece bir mantık yürütme ve tahminden ibarettir.

Zariyat suresinin 41. Ayeti kerimesinde de Ad kavmi için şöyle buyrulmaktadır:

“Ad kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen bir rüzgar göndermiştik. Üzerinden geçtiği hiçbir şeyi bırakmıyor mutlaka onu küle çeviriyordu.” (Zariyat 41-42)

Buradan Ad kavminin çok kuvvetli bir rüzgarla helak edildiğini anlamaktayız. Mars gezegeni de bildiğimiz kadarıyla çok kuvvetli rüzgarlarıyla tanınan bir gezegendir. Bu rüzgarlar bazen küçük ve bölgesel olabildikleri gibi bazen de neredeyse tüm gezegeni etkisi altına alacak kadar büyük ve ölümcül olabilmektedirler. Ayrıca Marsın rüzgarları dünyadaki rüzgarlara benzememekte çok kuvvetli olduklarında yakıcı veya kavurucu bir etki de gösterebilmektedirler. Ayette de Ad kavmini yok eden rüzgarların bu çeşitten olduğu açıkça ifade edilmektedir.

1976 yılında Mars’a gönderilen Viking uzay aracından tüm dünyayı heyecanlandıran bir takım fotoğraflar gelmişti. Bu fotoğraflarda Cydonia ismi verilen bir bölgede insan yapısına benzeyen cisimlerle devasa boyutta bir insan yüzü figürü bulunmaktaydı. Tüm bilim dünyasında büyük tartışmalar yaratan fotoğraflar halen günümüzde de tartışılmaktadır. Önemli bir Jeolog olan ve Nasa için de çalışan John McCauley fotoğraflardaki yapıları incelediğinde bunların doğal yollardan değil insan veya benzeri bir akıllı varlık tarafından yapılmış olabileceğini iddia etmişti. Bu iddiasına delil olarak da bu yapıların keskin çizgilerden oluşmasını öne sürmüştü. Hatta bu yapıların bir İnca şehri olan Peru-Cusco’daki yapılarla benzerlik gösterdiğini söylemişti.

Cydonia bölgesiyle ilgili çekilen fotoğraflarda insan yüzü şeklinde büyük bir yapı, piramit şeklinde birkaç büyük yapı, bir duvarın yıkılmış, yarım kalmış bir bölümünü gösteren bir kalıntı ve bu kalıntıların doğusunda büyük bir şehir harabesi görünümünde yapılar bulunmaktadır. Acaba burası Mars’taki Ad kavminin bir zamanlar yaşamış olduğu yer olabilir mi? Ahkaf suresi bize tuhaf bir şekilde Mars gezegenini işaret etmektedir. Adeta araştırmamız için de bizi bu bölgeye yönlendirmektedir. Bize yaklaşık 600 milyon kilometre uzakta olan bu gizemli diyara insanoğlunun ne zaman ayak basacağını bilemeyiz ancak bir gün bu gerçekleştiğinde belki de Marsın tüm gizemleri çözülecektir.

Aslına bakarsanız bu kayıp uygarlık antik yunandan beri aranmaktadır. Ünlü Helenistik filozof Platon kitaplarında kayıp bir uygarlıktan ve hatta kayıp bir kıtadan bahsetmektedir. Bu kıtaya pek çok dilde ata ve diyar kelimelerinin birleşimi olarak Ad-land denilmiş ve sonra bu kelime yapısı değişime uğrayarak Atlantis adını almıştır. Ad-Land yani Ad diyarı yada Ata diyarı anlamlarına gelen kelime yapısı Ad kavmine vurgu yapıyor olabilir. Bu bağlamda Ad-em kelimesi de Ad kökünden gelip Ata insan ya da insanın atası manasına geldiğine dikkat etmek gerekir ve böylece de ilk insanın ya da insanların Mars’tan gelmiş olabileceği düşünülebilir. Tabi ki her şeyin en doğrusunu Yüce Allah(C.C.) bilmektedir.

Yapılan jeolojik çalışmalarda dünyamız üzerindeki hiçbir kıtanın sular ya da kumlar altında yok olduğu tespit edilememiştir. O halde bu Atlantis kıtası nerededir. İşte her kesin aradığı bu kayıp kıta, Ad diyarı Mars gezegenindeki Cydonia bölgesinde olabilir mi? Bu gün belki de uydu fotoğraflarında çatısını görmüş olduğumuz Cydonia kıtasının büyük bir kısmı Mars kumlarının altında batık bir halde bizim O’nu gün yüzüne çıkarmamızı bekliyor olabilir.

Allah (C.C.) Kuran-ı Kerim’de insanoğlunun dünya ile kısıtlı kalmamasını uzayı ve başka gezegenleri araştırarak kendisinin oralarda ki yaratma sanatını keşfetmesini istemektedir kanaatindeyim. İnsanoğlunun bilim ve uzay çalışmaları Kuran’da teşvik edilmiş ve hatta kendisine pek çok ayette yol gösterilmiştir. Bizler şimdiye kadar ayetlerin manasına yüzeysel yaklaştığımız için bu gerçekleri görememiş olabiliriz fakat şu bir gerçektir ki Kuran-ı Kerim sadece bir dini kaynak kitabı değil aynı zamanda bir bilim şaheseridir de. Bu noktada bizlerin yapabileceği O’nu okuyup araştırarak yeni ufuklara ve belki de yeni dünyalara yelken açmak olacaktır. Pek çok kimsenin düşündüğünün aksine belki de insanoğlunun yaşam serüveni dünyada başlayıp dünyada bitmeyecek ve başta güneş sistemi olmak üzere bir gün uzak yıldızlara ve hatta galaksilere taşınacak olabilir. Eğer Yüce Allah (C.C.) bunu dilemiş ve bunun gerçekleşmesi için müsaade etmişse bu, gelecekte bir gün mutlaka gerçek olacaktır. İnsanoğlunun yıldızlara ulaşma hayali ise kıyamete kadar devam edecektir.

 
Toplam blog
: 23
: 289
Kayıt tarihi
: 28.11.13
 
 

1977 Malatya doğumluyum. ilk orta ve lise eğitimimi Bursa'da tamamladım. Dumlupınar Üniversitesi ..