Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Kasım '10

 
Kategori
Siyaset
 

Kızlarını ne görüyorlar?

Kızlarını ne görüyorlar?
 

Yaşam devam ediyor...


Erkekler kadınları ne olarak görür? Sevgili mi? Eş mi? Evinde hizmetçi mi, seks objesi mi? Yoksa tarlada, fabrikada, ofiste çalışan mı?

Gelelim ilkokulda okuyan daha henüz hayattan bihaber küçük kızlarımıza. Onlara aileleri neden türban taktırmak isterler? Yoksa kızlarını erkeklerden korumayı mı düşünürler? Henüz buluğ çağına girmeyen ve seksin ne olduğunu bilmeyen bu kız çocuklarımızı cinselliğin objesi olarak bu yaşlarda görüyorlarsa, vah o ailelerin beyin yapısına!…

Birçoğumuzun olduğu gibi Cumhurbaşkanı da bu tartışmalardan sıkıldı. Bende bir daha bu konuya girmek istemiyorum. Yıllardır ısıtılıp ısıtılıp partilerin oy avcılığı yaptığı bu konu artık tat vermiyor. Nasıl olsa referandum oldu. Oylarda “Evet” çıktı. Üniversitelerde türban serbest oldu olacak. Bir referandum daha yaparız ilkokullarda serbestliği yakalarız! Olmadı bir referandum daha, sonra da resmi kurumlarda serbestlik derken işi altmışaltıya bağlayıveririz…

Bayram geldi gelecek… Şunun şurasında birkaç gün kaldı. Küsler barışacak, eller toka görüp alınlara götürülecek. Sizce siyasiler, onca ağır sözlerin ardından bayramlaşacak mı? Yoksa yine bir birlerine sırt mı çevirecekler? Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu’nda davete icabet etmeyenler bu bayramda tokalaşacaklar mı dersiniz? Tokalaşmazlarsa, insana demezler mi, “Müslümanlıkta üç gün küs durmak günahtır” diye…

İthal etin girdiği ülkemizde ilk kez yabancı kurbanlıklarla bayramı kutlayacağız. Parası ve imanı olan isterse “Kurbanlık” kesecek. Kestiklerini de dağıtmak için fakir arayacak veya yardım kuruluşlarına para olarak karşılığını gönderecek. Fakir bu bayramda birkaç haftada olsa sevinecek. Etin kokusunu unutan çocukların midesi bayram edecek. Ya sonra? O da sorun mu? Ardından seçimler yaklaşıyor. Kışın birkaç ton kömür, ardından un, yağ, şeker, makarna torbaları, o da olmadı Buzdolabı, fırın ve olmayan tabaklara birde bulaşık makinesi verdik mi, 2011 ‘i de atlattık demektir! Sonrada denizin kıyısında ki villalarda “Oy Oy Eminem, nedir bu güzellikler, nedir bu güzellikler…” diye bir türkü tuttururuz ki sormayın gitsin!

Kuzular, taze ve körpedir. Tıpkı geçenlerde ailesinin umut diye üniversiteye yolladıkları 21 yaşındaki delikanlımız gibi… Geleceğimiz dediğimiz bu gencimizi gözümüz dönmüşçesine daha bayram gelmeden “Kurban” edip ailesine yollayıverdik cesedini… Yazık! Yalnız ölmek mi? Yaşarken bile Kurban oluruz hayatın acımasızlığına… Ve kimimiz düşünürüz ağlayarak çaresizce… Ellerimiz başımızda bir lokma aş ve çocuğumuza alamadığımız bayramlığın üzüntüsüyle kahroluruz. Umut ve sesimiz duyulsun diye ellerimizi zincirleriz şehrin meydanındaki “Kara Elmas Anıtı”nın gölgesine…

Şair bir arkadaşımın “Hiç Sizin Anneniz Öldü mü?” adlı şiirini okuduğumda gözlerimde yaş durmadı. Peki, “Siz hiç işsiz kaldınız mı bayramın albenisinde?” “Hiç kurban oldunuz mu yaşamın acımasızlığına?” Şu günlerde işine son verilen “Kardemir İşçileri” düşünceli, bitap ve umutsuz… Tıpkı kurbanlıklar gibi yarınını bilemeden ve ölecekmişçesine… Ve yaşam tüm acımasızlığına rağmen yine devam ediyor… Kimse kimsenin umurunda bile değil…

“Alo…” “Efendim buyurun!” “Kiminle görüşüyorum?” “İbrahim” “Yalnızca İbrahim mi? Yanında soyadı yok mu?” “Kaymaz. Siz kimsiniz?” “ Bırakın benim kim olduğumu da, siz ne biçim fotoğrafçısınız! Çektiğiniz bütün resimler mafyanın eline geçmiş. Böyle esnaflık olur mu?” Karşıdan belli bir süre ses kesilir. Şaşkın, belki de boncuk boncuk terlemekte… “Söyleyin olur mu? Şimdi ben size ne yapayım? “ Karşıdaki ses titrekçe süzülür; “ Ya…rın dük…kana ge…lin. Konuşuruz…” “ Ben anlamam kardeşim! Yaptığını beğeniyor musun?” “ Beyefendi ya….rın…” “ Ne yarını kardeşim, söyle ne yarını! Sen askerliğini nerede yaptın?” “ Söy…le…mem” “ Sen Ertuğrul Erdoğan’ı tanır mısın?” “ Söy..le..mem” “ Allah! Allah! Çattık ya! Ben, Ertuğrul Erdoğan’ım. Tanımadın mı? Hani gece eğitiminde şarjörünü alıp da seni korkutan asker arkadaşın… Gece uyurken battaniyeni alıp beni kovaladığın, 12 Eylül’de çalan alarmın ardından dışarıda yağan şiddetli yağmura rağmen esas duruşta omuz omuza bekleyen, hani peyniri sevmezdin de sabah kahvaltılarında masanı şenlendirdiğim arkadaşın Ertuğrul. ”Ürkek ses artık kaybolmuş, kesik konuşan ses kendine gelmişti… Gülümsemelerin ve “Oooooo! Sen miydin?” diye devam eden hasret konuşmaları ikimize de sürpriz olmuştu. Sürprizler güzel.. Sanırım ikimiz içinde aldığımız en güzel bayram hediyesi bu olsa gerekti. Yılların acımazlığına rağmen sizlerde dostlarınızı arayın… Onları bulduğunuzda kucaklayın… Daha arayacağım dört arkadaşım sırada ve onlara ne gibi sürprizler yapacağımın kurguları içindeyim.

Şimdi arkadaşımla buluşacağım günü sabırsızlıkla bekliyorum. Belki fiziksel olarak değişsek de dostluğumuz hiçbir zaman değişmeyecek… Darısı siyasilerimizin başına… Bayramınızı en içten dileklerimle kutlar, Saygı ve Sevgiler…

Ertuğrul Erdoğan
14 Kasım 2010/Bursa
 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..