Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '16

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Klişelerle, yönetmenin ben buradayım diyen sahneleriyle mundar edilen dizi, Göç Zamanı…

Klişelerle, yönetmenin ben buradayım diyen sahneleriyle mundar edilen dizi, Göç Zamanı…
 

İlk tanıtımı izlediğimde heyecanlandığım, merakla beklediğim, bu sezon izleyecek bir şey bulamamanın ilacı olacağını umut ettiğim Göç Zamanı, benim için koca bir hayal kırıklığı oldu. Kâğıt üstünde k


Doğru, konu bildik…

Evet, bugüne kadar birçok kez işlendi…

Bu bir sorun mu?

Benim için değil çünkü dünyada yapılan projelerin neredeyse yüzde sekseninin orijinindeki konu aşk…

“Aaaaa yine aynı konu” mu işleniyor diyoruz?

Bazılarına diyoruz ama bazılarına da demiyoruz.

Demediklerimizin farkı, konudan değil, konunun işleniş şeklinden.

Kısacası bu ruh hastası zihniyete her dönem mercek tutabilirsiniz, bir milyon farklı şekilde kurgulayabilirsiniz, anlatabilirsiniz.

11

Ama dün akşam ilk bölümüyle Star Tv’de yayınlanan “Göç Zamanı” gibi anlatırsanız, her sahnede izleyiciyi sıkar, daha sıkar, daha daha sıkarsınız.

Sonra da kendi ellerinizle "yine mi aynı konu" dedirtiniz.

Ve daha da önemlisi “biz sizi aptal yerine koyuyoruz” der, bir de altını çizersiniz.

Gelelim ayrıntılara…

Göç Zamanı ilk bölümde bize, Cennet ve üç kızının Mardin’den İstanbul’a kaçışını anlattı.

1

Bu yolculukta sırayla;

Büyük kız sırt üstü uçurumdan düştü, yüzükoyun uçurum kenarında durdu.

Kötü baba ve oğlu, gara geldiği için Cennet ve kızları otobüsü kaçırdılar.

Böylece Adana’ya giden ve koyun taşıyan bir kamyonetin kasasına binerek Mardin’den kaçtılar.

Kamyonet şoförü büyük kıza tecavüz girişiminde bulundu.

Tüm geceyi mantar kemirerek geçirdiler.

Yolculuk boyunca Vahide Perçin'in canlandırdığı Cennet karakteri iki kez göğsünde sakladığı keseyi çıkardı.

Niye?

Ahanda bu kesenin içinde tüm paramız ve de halılarını sattığı, kendilerine yardım etmesini bekledikleri, yani tek umutları iyi insan Artem Bey’in kartı var bilgisini gözümüze gözümüze soktular.

Sonra da çalınacak, sakın şaşırmayın mesajını verdiler.

Hop trende kese çalındı.

Sağ olsunlar biz de şaşırmadık…

Keseyi ararken trende kimliği belirsiz ama genelev patroniçesi olduğu yüzünden akan bir kadın “ben size yardım edeceğim” dedi.

10

Cennet ve kızları, bu kadının peşine takıldılar ve onun sayesinde bir otele yerleştiler.

Bu arada Güneş isimli ufak çocuk beklendiği gibi hastalandı.

Ortanca çocuk beklendiği gibi köydeki yavuklusunu arayıp otelin adresini verdi ve bulunmalarını sağladı.

Otele polis tarafından fuhuş baskını yapıldı.

Cennet’in silahlı oğlu köyden gelen haberle otele geldi.

Bu sırada ufak kıza ilaç almaya eczaneye giden Cennet, dönüşte otelin kapısında oğlu ile burun buruna geldi.

Cennet önde, silahlı oğul peşinde taksim sokaklarında kovalamaca başladı.

Oğul ateş etti.

Oğul’a araba çarptı.

Polis baskınından korkan kızlar, birinci kattaki odanın penceresinden ki yükseklik iki üç kez gösterildi, anlayamadığım bir şekilde sanırım kanatlanarak atlayıp kaçtılar.

7

Onca zaman Beyoğlu sokaklarında kaçan anneyi, kızlar hiç bilmedikleri İstanbul’da elleriyle koymuş gibi buldu.

Geceyi sokakta geçirirler.

Ertesi gün kartını kaybettikleri Artem Bey’in halı dükkânını buldular.

Hop, Cennet dükkânda silahlı oğlu ile burun buruna geldi.

Nokta…

Daha ne olsun, daha ne yazayım…

5

Diyaloglara gelirsek, çok çok ama çok kötüydü…

Cennet ve kızları İstanbul’a kaçarken, paralel kurguda İstanbul’da mutsuz bir hayat süren Talat Bulut’un canlandırdığı Yılmaz’ın hikâyesini izledik.

İstanbul ilk sahne;

Yılmaz’ın karısı Sevgi fena içmiş. Evin kış bahçesinin camının üzerine düşer. Cam patlar, kadın yerde. Ev halkı gürültüye uyanır ve kadını aramaya başlar.

Tabi bu sayede evin tüm gösterişi göz önüne serildi.

Sevgi kendisini bahçede arayan oğluna “Emir” diye inleyerek seslenir.

Emir ve Yılmaz koşarak yanına gelir.

Emir “anne kolun kanamış, bırak da bakalım” der.

Sevgi, zaten yardım etsinler diye seslenmiş olmalı değil mi?

Değil…

Zira Sevgi “bırak istemez hayatım mahvolmuş zaten, kolum kanasa ne olur” diye cevap verir.

Bildiğiniz diyalog sırasında problem var.

Doğrusu;

Çocuk onu bulmalı. Anneyi kaldırmaya çalışmalı.

Sevgi yardım almayı reddetmeli. “Bırak istemez” demeli.

Çocuk “anne kolun kanamış, bırak yardım edelim” demeli.

Tabi bu sıralamanın olması için de, Sevgi’nin oğlunu yardım için yanına çağırmaması, oğlunun kendisini bulmasını beklemesi gerekmekte.

İyi saatte olsunlar...

7

Gelelim Yılmaz ve ortağının arasında geçen diyaloglara…

Öğreniyoruz ki Yılmaz’ın geçmişten süre gelen bir sırrı var. Kankası da bu sırrı biliyor. Üzerine konuşurlar.

Hop Yılmaz izleyiciye bilgi cümlesi verir, “Artem biliyorsun bu bir sır ve sadece sen biliyorsun.”

İkisinin bildiği bir şeyi karakterler niye birbirine söyler.

İyi saatte olsunlar…

Dizideki neredeyse tüm diyaloglar, aynen bu iki örnekte olduğu gibi izleyiciye bilgi vermek için kurulan, inandırıcılıktan uzak cümlelerden kurulmuştu.

Cennet’in kızlarına Mardin’de zehirli süt içirdiği sahneden bahsetmek bile istemiyorum.

Şaka gibiydi.

Yılmaz’ın karısı Sevgi’nin kıskançlık krizi geçirdiği sahnelerden birinde de, yazan, çeken, yapan, sette bulunan lafı sözü geçen herkesin kulaklarını tanlı tatlı çınlatmaktan kendimi alamadım.

Sevgi ‘nin yine kafa güzel. Üzerinde bornoz var. Havuzun merdivenine oturmuş. Belden aşağısı suda...

Telefonu çalar.

Arayan “kocan şu an Şile’de bir kadınla seni aldatıyor” der.

Sevgi sinirlenir, telefonu havuza atar.

Kestik…

Bir sonraki plan; kadın havuzdan çıkmış, evden şileye doğru yola çıkmak üzere, evin salonunda.

Hop kocasını cep telefonu ile arar.

Yahu o telefon; ne zaman havuzdan çıktı, hadi çıktı, ne zaman kurudu, hadi kurudu, nasıl çalışıyor?

2

Yılmaz’ın kendisinden halı çalan, yetimhaneden alıp yetiştirdiği adama, ders verdiği bir sahne var ki, sanırsınız evcilik oynuyorlar.

Asıl enteresan olansa; bunca olayın, karmaşanın içinde, hikâyeyi bu kadar sıkıcı ve durağan anlatmayı nasıl başardıkları.

Bitmek bilmedi dizi…

Hele hele de ilk bölüm nedeniyle reklamsız yayında olmalarına rağmen.

Gelelim yönetmene yani Veli Çelik’e…

Adeta diziyi kendine reklam panosu olarak kullanmış.

Öyle ki yönetmen hikâyeyi alıp taşıyacakken, yönetmen hikâyenin üstüne binmiş gibiydi…

Şurada maharetlerimi şöyle göstereyim, burada da böyle yapayım diye diye zaten ağır aksak giden dünyayı iyice mundar etmiş…

Mardin yolculuğundan İstanbul’a geçiş planlarında araya kolajlar atılmış.

İstanbul, Sirkeci, Mısır Çarşısı, insan portreleri, kedi köpek görüntüleri, balıkçılar ve bunun gibi kısa kısa resimler…

Altta müzik…

Cut geçişler…

Bu insert planlar her girdiğinde “ne oluyoruz” deyip irkildim. Hikâyeden koptum.

20

Havuz başında çekimlerin bir bölümünde, karakterler havuz suyunun içinden çekilmiş.

“Ne oluyor, korkuya mı bağladık” dedim. Hikayeden koptum.

Bodycam kullanılan sahneler yani oyuncuların psikolojilerini anlatmak için kullanılan planlar da kötüydü.

Kısacası zaten kâğıt üstünde kötü anlatılan hikâyeye, yönetmen de kötü bir omuz atarak iyice boğmuş.

Sonuç; ilk tanıtımı izlediğimde heyecanlandığım, merakla beklediğim, bu sezon izleyecek bir şey bulamamanın ilacı olacağını umut ettiğim Göç Zamanı, benim için koca bir hayal kırıklığı oldu.

Rating karnesine gelirsek;

Total'de 6.1 rating ile üçüncü,

AB'de 3,94 rating ile dördüncü oldu.

Şunu da belirtmeden edemeyeceğim ki; o kadar kötü işler seyrediyoruz ki, artık o kötülerin içinde kim birinci kim sonuncu olmuş benim için ne yazık ki bir kriter teşkil etmiyor.

Rating tabi önemli ama kaliteli işler yapıp ratinglerde birinciliğe oturan işler de gördük.

Yani sektöre yön verenlerin ağzına pelesenk olan kıvırma cümleleri; biz ne yapalım iyi dediklerimiz kalkıyor, kötü dediklerimiz birinci oluyor cümlesi koca bir şehir efsanesi.

İsteyen, zoru seçen, üzerine çokca düşünen, para harcayan misler gibi işler yapıyor...

Televizyon, sinema, yaşam ve sokaktaki hayat üzerine diğer yazılarımı okumak istiyorsanız, blogum bibaksana 'ya uğramayı unutmayın. :)

 
Toplam blog
: 172
: 1971
Kayıt tarihi
: 08.06.06
 
 

Okur, gezer, izler ve yazar...                 ..