Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '13

 
Kategori
Öykü
 

Korsan taksici öğretmen, yakalayın! (2)

Korsan taksici öğretmen, yakalayın! (2)
 

- Korsan taksicilik mi? dedi öğretmen,

- Evet dayı, İstanbul’da pek çok korsan taksi durağı var ve bunlar uygun fiyata müşteri taşıdıklarından çalışıp gidiyorlar.”

- Tamam dedi, dayısı, Allah kerim. İnşallah bir geçim kapısı yakalarız. Yoksa üç ay yaz tatili boyunca burada ne yapacağız.   

Tekrar sordu :

- Yani, bu arabalar ne renk ?”

- Herkesin kendi özel arabası. Çoğu da ya çalışan ya da emekli devlet memuru. Öyle tahsilli ve iyi insanlar ki anlatamam. Rekabet ortamı, kimseyi zorlamıyorlar. Tarifeye göre yolcu taşıdıklarından müşteri de vereceği parayı biliyor ve memnun. Öyle taksimetre falan yok. Müşteride liste, şoförde aynı liste.

- Riski nedir ?

- Elbette her işteki gibi bunun da riski var. Yakalanma riski mesela. Dedi Hanifi. Ama çoğu mahalleden tanıdıkları sabit müşteriler olduğu için korkma. Hele bir patronla konuşalım da ne diyecekler ? Kararını verirsin. Bence yevmiyen de çıkar. Önce üç aylık çalışmanı kabul edecekler mi bakalım.

- Hayırlısı, dedi öğretmen. Çalışmazsan büyük şehirde ekmek yok. Denize düştük. Yılana sarılıp çıkmaya çalışacağız artık.

Hanifi:

- Sabahleyin bizi götürdükten sonra bir ara durağa uğrayıp duraktakilerle görüşelim, dedi. Sonra arka sokaktaki evlerine döndüler.

 

O gece çok uzun geçti. Öğretmen, ertesi gün önemli bir işi olduğunda oldum olası uyuyamazdı. Sabah yedi gibi kalktılar. O, traşını oldu , elbisesini dikkatle giydi ve sanki daireye gidecekmiş gibi kravatını taktı. Kayını Memetle birlikte arka sokaktan yeğenlerini de alarak önce fırına gidip sabah işini bitirdiler. Memet, lahmacunları alıp satışa çıktı. Hanifi, kardeşini fırında bırakarak dayısıyla tekrar Bağcılar’daki durağa geldiler.

Hanifi içeri girip telefon başındaki genci dışarı çağırdı. Dayısının Anadolu’dan geldiğini, çalışmak için iş aradığını, Eğer kabul ederlerse yaz süresince durakta çalışıp çalışamayacağını sordu.

- Araba nedir ? diye sordu. Delikanlı  yaklaşırken.

- Broadway , diye atıldı öğretmen. Bir taraftan da içinden dua ediyordu ki işe kabul edilsin.

Delikanlı çok nazik bir İstanbul Türkçesi konuşuyordu. Arabayı iyice bir süzdükten sonra,

- Olur, yarın gel çalış Hocam. Araban maşallah kız gibi, yalnız bin lira giriş ücretini peşin alıyoruz. Bir de günlük 110 lira yevmiye vermen gerekir.

Öğretmen kabul edildiği için kulaklarına inanamamıştı.

- Afedersin ama delikanlı, dedi bu bin lira giriş ücretini kaç günde çıkarabilirim ?

- İş olursa 3-4 günde çıkarırsın Hocam. Bak şimdi saat 11.00 ve araçlarımız yedinci işine çıkıyor. Korkma çalışırsan emeğin çıkar. Yalnız, sabah saat 07.00’den önce işte olman gerekir. Gelebilir misin ?

Çocukluğunda, Anadolu’da tarla tapan işlerinde pişen öğretmen güldü.

- Sen ondan yana kaygılanma, ama açıkçası ben İstanbul’u hiç bilmem, dedi. Şimdi şurdan “Anadolu’ya git.” deseniz sormadan ana yola bile çıkamam. Önce açık açık söyleyeyim de.

- Ziyanı yok arabaya binen yolcularımız hep tanıdık müşteriler. Sizi en kısa yoldan gidecekleri yere ulaştırırlar. Hatta kaç lira ücret ödeyeceklerini bile bilirler. Kaygılanma Hocam.

Bunları duyunca öğretmen iyice ferahladı. Şoförlüğüne güveniyordu ama İstanbul trafiği hiç de kolay değildi.

- Hanifi bana 500 lira verir misin ? dedi birden

Hanifi cebinden 500 lira çıkararak dayısına uzattı. Öğretmen de aldığı bu parayı Çağlar adlı gence uzatarak,

- Çağlar sen şu beşyüzü al, bir hafta  içinde  geri kalanını çalışır öderim. Dedi kendinden emin bir sesle.

Çağlar itiraz etmek istediyse de , elini gencin omzuna koyan öğretmen, Meraklanma delikanlı, ilk fırsatta ben borcumu öderim. Bundan emin olabilirsin, dedi. Hanifi de teminat verdi.

- Dayım ödemezse paranızı benden alın. Bunca yıldır müşterinizim. Bir yanlışlık olmaz İnşallah dedi.

Çağlar da :

- Duraktakilere bir şey söylemeyin lütfen. Onların hepsinden girişi peşin aldık çünkü, size güveniyorum . Yarın sabah yedide bekliyorum Hocam, dedi.

Dünyalar öğretmenin olmuştu. Yeni bir işe kabul edilmek, bir iş için “Evet” lafı duymak kolay mıydı ? Kumkapı’ya doğru yola koyuldular. Bir taraftan zevkle sohbet ediyorlar. Bir taraftan da Hanifi, dayısına yolları tarif ediyordu.

- Valla Hanifi , dedi. Şu söylediklerin bir kulağımdan girip ötekinden çıkıyor. İstanbul’u öğrenmek öyle hemen kolay mı ? Öğreniriz elbet. Ha, senin beşyüzü de ilk fırsatta geri çeviririm. Aniden istedim ama , kusura bakma, dedi.

- Canın sağolsun dayı, dedi Hanifi, Lafı mı olur. Sen de parayı bastırdın mı, çocuğun sesi çıkmaz oldu zaten.

- Öyle, bu işler böyle. Allah yüzümüzü kara çıkarmaya da…

Akşam saat 23.00’ü devirince fırıncı yeğenlerini ve lahmacun satıcısı Memet’i alan öğretmen Bahçelievler’e doğru yol alırken araçların kırmızı stop lambalarına hayret ediyordu. Bu ne kadar araçtı ? Hepsinin arkası ateşböcekleri gibi yanıyordu. Bir yandan da sohbet ediyorlardı. Bahçelievler’e dönerken Öğretmen arabadakilere baktı ki hepsi yorgunluktan sızmış. Bir koku geldi. Önde oturan kayını Memet’in elindeki sigara koltuğa değip duruyordu.

- Hişşt oğlum. Koltuğu yakıyorsun lan ! deyince Memet irkildi.

Ertesi gün Hanifileri fırına erkenden bırakan öğretmen saat 07.00’den önce durakta idi. Üzerinde kısa kollu gömlek, boynunda kravat.

- Gel Hocam, dedi Çağlar. Orada bulunanlara kendisini tanıttı. Memleketini, niçin İstanbul’a geldiğini, arabasının marka ve modelini söyledi.

Arabaya koşan şoförler böyle bir temiz arabaya hayret ettiler. Beyaz Broadwayda bir çizik bile yoktu. Zaten o zamanda duraktaki en modelli araba Doğan, Şahin idi. Kimisinde serçe, kimisinde Kartal, en gözde araçlardan biri de Toros idi. Ama kartalı olanlar daha şanslıydı ki onların çiçekçi müşterisi çoktu.

Çağlar :

- Bu Komiser Murat abi, şu Komiser Ahmet abi, bu Emekli Albay Harun Bey, Öğretmen Mehmet Bey, Emekli Banka Müdürü Ali Bey ve Şu arkadaşlar da Coca Cola’dan atılan işçiler diye tek tek tanıttı. İşçiler neyse neydi de devlet memurlarının taksicilik hele korsan taksicilik yapması onu çok şaşırtmıştı. Hele kendisi denize düşmüş, yılana sarılıyordu. Acaba herkes mi maddi sıkıntı içindeydi ? Bu komiser dedikleri de emekli komiserler olmalıydı…

Sonra, durağın kurallarını Çağlar sıkı sıkı anlattı. Çünkü ayakta kalmaları hem piyasayla rekabet edebilmelerine hem de müşteriyi zamanında götürüp getirmekteydi.

“İş ayarlamayacaksın” diyorlardı. Tabii o zamanda kimsede cep telefonu yoktu. İş ayarlamak, müşteriyle anlaşarak bir yere bıraktığın aynı müşteriyi başka zamanda da gizlice gidip sıra dışı almaktı.

Müşteride de kendilerinde de aynı fiyat listesi vardı. Fiyatın dışına çıkmak kesinlikle yasaktı. Fiyat listesinde her semtin kilometresine göre fiyatlandırması mevcuttu.

Neyse, Korsan Taksici Öğretmen, bir iki derken çarşıya giden sabah müşterilerini götürmeyi, akşam da alıp gelmeyi kısa sürede öğrendi.

En çok hoşuna giden de duraktaki “Kimse saat 07.00’den sonra işe gelmesin !” yazısıydı. Durakta kafaya gelen telefonun zilini sabırsızlıkla bekliyor , çalınca da;

- Menekşe beş Hocam, diye sesleniyordu Çağlar.

- Menekşe beş neresi ? Diye sorunca da ;

- Ana caddeye çık, sağdan 5. sokağa gir, orası Menekşe Sokak , apartman numaralarını takip et. Numarayı bulunca da uygun yerde dörtlüleri yak bekle . Müşteri gelir seni bulur, diyordu. Aman gecikme gözünü seveyim. Sabah müşterisi hemen işine gitmek ister.

Öğretmen kısa sürede işi kavramıştı. Bazen dönüş yolunu kaybettiği oluyordu ama sora sora tekrar durağa yetişiyordu. Ödeme için bir hafta süre almasına rağmen İki gün içerisinde durağa giriş ücretini ödedi. Her gün de 110 lira ödüyor ve kendisine da hatırı sayılır bir para kalıyordu.

Çoluk çocuk yüzleri gülmüştü. Eve dönüşte hem kendi hem de kayınının çocuklarına mutlaka bir şeyler alıyordu. Pazar parasını da eşine veriyor, mutfağa gerekli olan ne varsa fazlasıyla almasını tembihliyordu.

Sabah işe kahvaltı yapmadan gidiyor, çoğu zaman kahvaltıyı bile müşteriyi bırakıp dönerken arabada yapıyordu. En çok sevdiği de Kürt Böreği olmuştu. Sabahleyin Pastaneden üzerine pudra şekeri dökülmüş Kürt Böreğini alıyor ve zaman bulamazsa arabada iştahla yiyordu. İşler bayağı yoğundu. Bazı gün onbeş sefer yaptığı oluyordu. Akşamları bile “Kal Hocam, akşamcılar işe yetişemiyor.” Diye kalmasını istiyorlar. Fakat bazı akşamcı şoförler homurdanıyordu. Çünkü kimisi aynı zamanda geceye kalıyor ve durağa ek ücret ödüyorlardı. O da aşırı yorulduğu için teşekkür edip evin yolunu tutuyordu.

Evin önüne arabayı yanaştırır yanaştırmaz çocuklar babalarının boynuna atılıyor o da cebinden çıkardığı en büyük çukulataları onlara veriyordu. Eve gelince de çocukların kulağına eğiliyor ve :

- Alın şu arabanın anahtarını, oturduğum koltuğun yanında kapı cebini yoklayın. Bozuklukların hepsi sizin diyordu. Çocuklar da sevinçle arabaya koşup avuçlarına aldıkları bozuklukları paylaşıyordu. Ne de olsa babalarından hiç böyle bol harçlık görmemişlerdi. Acaba bunun için mi “İstanbul’un taşı toprağı altın.” deniyordu ?

Öğretmen, bir yandan da İstanbul’un telaş ve koşuşturmasına şaşıyordu. Yaz tatili olmasına rağmen işler hem yoğun hem de trafik çok kalabalıktı. Sabahın altısında işe giderken henüz 16-17 ‘sindeki gencecik lise çağındaki kızlar duraklarda dolmuş otobüs bekliyordu. Öyle ya, çalışmayana ekmek yoktu.

Durak arkadaşları öğretmenin sessizliğine alışmışlardı. Temiz biriydi. Onlar beş söylese, öğretmen bir söylemiyordu. Kısa sürede birbirlerine alıştılar. Her gün öğretmen kravatlı ve traşlı geliyordu. Onu gören diğer şoförler de yaz günü olmasına rağmen kravat takmaya başlamışlardı. Durağın sahibi Çağlar ise durağa ciddiyet getiriyor diye onlara teşekkür etmişti. Ne de olsa müşterilerinin çoğu duraktan araba çağıran bayan müşterilerdi. Müşterilerle şoförler sanki akraba gibi olmuştu.

Fakat arada bir kafasının arkasından başlayan ve tüm başını saran acayip bir başağrısı kendisini çok etkiliyordu. Özellikle öğle yemeklerinden sonra  işe gittiğinde neredeyse baş ağrısından durağa dönecek durumu kalmıyordu. Nereden bilebilirdi ki sinsi bir tansiyonun ileriki yıllarda kendisini yere vuracağını ?

Bazen iş dönüşü zavallıyı ağırlık basıyor ve baş ağrısından yola gidemeyecek hale gelince Zeytinburnu'nda arabayı söğüt ağaçlarının gölgesinde çekip arabanın içinde uykuya dalıyordu. Kalkınca da sanki sihirli değnek deymiş gibi kendini iyi hissettiğinden  durağa koşuyordu.

 

İşlerin ters gittiği de oluyordu. Çünkü her türlü müşteri arabalarına biniyor, bazen saatlerce bekletiyordu. 15 dakikadan önce dönerse de kural gereği yarı ücret ödüyordu.

Bir seferinde öğretmenin arabasıyla süslü bir kadın Anadolu yakasına gitti. Kalabalık bir cadde üzerinde aracı durdurup, bir iş hanına girdi. Girerken de “Hemen geliyorum.” Dedi. Bir saat, iki saat, üç saat … Ne gelen var, ne giden. Çaresiz o da dönüp tekrar durağa gitti.

- Olur bazı böyle şeyler Hocam.” Dedi diğer şoförler. “Bazen biz de Yangına gidiyoruz.”

- Yangına gitmek nedir ?

- Müşteri çok uzak da olsa arıyor. Adresi veriyor, Gidiyorsun ki boş. Kimse gelmiyor. Mecburen biz de geri dönüp geliyoruz. İşte budur “Yangına gitmek”

- Hah, hah, haa diye gülüyordu Komiser Murat.

Komiser Murat bazen de anılarını anlatıyordu. “Çalışırken bir keresinde bir tır dolusu kaçak eşya yakaladım. Anlaşılan sahibi hatırlı biriydi. Adam Bakan makan birilerine ulaşmaya çalışıp duruyordu. Telsizden de ,"onu bıraksan" gibi anonslar alınca, tıra atlayarak hususi yolun dışında bir tarlaya sürdüm ki tır tarlaya saplandı ve hiç çıkacağı, gideceği kalmadı. Böylece de Savcı mecburen gelip tutanağını tutmak zorunda kaldı.” Diyordu.

- Devlet adamı dediğin böyle olur, dedi öğretmen.

- Benim de nice böyle anılarım var da anlatmasam daha iyi diyordu Emekli Albay Harun Bey. Haksız kazançla zenginlik elde etmedim ama vicdanen rahatım. Elimden ne imkanlar gelip geçti. Eğer harama göz dikseydim çok zengin olurdum fakat huzur bulamazdım. Çok şükür şimdi canımız sağ,  taksicilik yapıp geçinip gidiyoruz. Boş oturmak ise hiç bana göre değil be .

Komiser Ahmet’in de arabasını çalmışlardı. “Bir yıldan beri çalmadığım kapı kalmadı ama hiçbir iz yok. Yüzde yüz parçaladılar.” Diyordu.

Çağlar ise o, arabasız kalınca kendisini masa başına oturtmuş,  durakta sıraları takip ediyor ve telefonlara cevap veriyordu. Bazen ona “Katip Ahmet” dedikleri de oluyordu.

Durağı çalıştıran iki kardeş ise birbirine çok bağlıydı. Babaları yıllar önce ölünce, yetim kalan iki kardeşi anneleri yetiştirmişti. Ama tam bir Osmanlı kadınıydı ki durağa geldiğinde herkes ona saygı gösterir, ayağa kalkar o da durakta aksaklık varsa hemen talimat vererek düzelmesini emrederdi. Öğretmenin imrendiği bir diğer şey de 20 yaşını geçmiş bu iki kardeşin birbirini candan sevmeleri idi. Öyle oluyordu ki, sabah Çağlar erken geliyor, ondan bir saat sonra gelen Murat “Günaydın” diye girince abisinin halını hatırını soruyor, abisi de boynuna sarılarak onu “Canım kardeşim” diye uzun uzun öpüyordu. Öğretmen ise “ Bizde kardeşler arasında böyle samimiyet nerde ?” diye imreniyordu. Kim bilir belki de anneleri onları öyle yetiştirmişti.

Aradan bir ay gibi süre geçince öğretmen işe iyice ısındı. Ama ya yaz tatiline gelen evdeki eş ve çocuklar ? Hele Memet’in hanımı bir tekstil atölyesinde çalışıyordu. Şenel, ev işleri yapıp oturuyordu.

Hanifi bir Pazar gelip “ Dayı biz Kumburgaz’a gidiyoruz siz de gelin. Nedir bu kadar çalışmak ?” diye çıkıştı. Böylece birlikte tatil boyunca üç dört kez denize gitme fırsatı buldular.

Öğretmen ise her ay maaşla konut taksitini yatırıyor, kalan kısmı ve duraktan artan birkaç kuruşla Şenel’e bir bilezik almaya uğraşıyordu ki ilerde ne olur ne olmaz. Ayrıca Salı Pazarı için karısına bolca harçlık bırakıyor ve üstlerine başlarına bir şeyler almasını istiyordu.

Öğretmende sanki içgüdüsel bir biriktirme duygusu vardı. Nedenini o da anlamıyor ama bir markete girse, ev için ilerde gerekenleri alıyor ve eşine teslim ediyordu. Öyle oldu ki hoşuna giden kokulu sabunlardan içinde beşer adet olan 20 paket almıştı. Bir teneke de ayçiçek yağı. Sanki Anadolu’da satılmazmış gibi…

Çocuklar da mutluydu. İkisi de sanki şişmanlamıştı. Okuması tam olarak hoşuna gitmeyen ikinci sınıf öğrencisi kızına çeşitli hikayeler almıştı. Bazen akşam yorgun argın eve geldiğinde, yemekten sonra “Aman kızım oku” diye okumasını dinliyordu. Yorgunluktan babası somyada uzanırken kız, bir taraftan okuyor, o da “Güzel, güzel, hımm, hımm ” diyordu. Bir de bakmışsınız adamcağız yorgunluktan uykuya dalmış gitmiş.

Bir gün yine durakta, öğretmen ilk sıradayken zil çaldı. Katip adresi verdi. Adresleri iyice öğrenen öğretmen bir kafenin önünde durup müşterileri beklemeye başladı. Kafeden çıkan iki kravatlı eli çantalı erkek bir de kadın, dörtlüleri yanan arabaya doğru yaklaşmaya başladılar. Öğretmenin içi “Cız” etmişti. Tam iki metre kalmıştı ki birden arabayı gazlayarak hızla oradan uzaklaşmaya çalıştı. Arkadan erkek olanı gayri ihtiyari bağırıyordu: “Yakalayın, korsan taksici !”

Köşeyi dönüp bir süre öylece dolaştı. Sonra da durağa yaklaşıp etrafı kolaçan ettikten sonra tekrar arabayı sıraya yazdırdı. Olanları anlatınca Sedat isimli şoför: “ Hocam ucuz atlatmışsın, yakalansaydın hem cezayı yerdin hem de ruhsatı deldirirdin.” Dedi.

Bir keresinde de arabasına soldan gelen acemi bir şoför vurdu. Durağın yakınında olan kazada sol arka kapı gitmişti. Neyse arkadaşları adamdan zar zor 250 lira alıp öğretmene verdiler o da hemen bir iki günde içinde kapıyı yaptırdı.

Bir kere de aracın birine kendisi arkadan çarptı. Avrupa araç, önde fren yapınca ne kadar frene bastıysa da aracı durduramamıştı. Ön farları dağılmıştı. Bereket versin ki öndeki araçta hasar yoktu. Durağa gelip durumu anlatınca arkadaşları güldüler.

- Öpüşmüş senin araba hocam, dediler.

- O nasıl oluyor ?

- Eee devamlı kazanç olur mu ? Bazen sen birine, bazen de başkası sana çarpar. Burası İstanbul trafiği, Eğer tampon tampona çarpıştıysan biz buna “Öpüşme” deriz, dediler. Öğretmenin morali bozuktu. Bir tamponcuya gidip durumu anlattı.

- Hemen hallederiz ağabeyciğim dedi, adam. Sen şurdan bir çift ön far camı al gel bekletmem seni, dedi.

- Ne yani işe gidebilecek miyim bugün ?

- Elbette ağabeyciğim, burası İstanbul, böyle ufak tefek kazalarda ekmek parası bırakılır mı ?

Hemen aceleyle farları alıp geldi. Adam cam kırıklarını temizledikten sonra silikonu sürüp far camlarını yerine taktı ve çapraz şekilde beyaz lastikle camları sıkıca bağladı.

- Bugün serbestçe çalış ağabeyciğim, yarın ise lastikleri sökersin. Haydi geçmiş olsun.

Adamın ücretini verdikten sonra durağa yöneldi. Tatilin bitme zamanı yaklaşınca da belki elli yerden öğrendiği fiyatlardan en uygun fiyata dört adet kaliteli lastik aldı. Ne de olsa yolculuk yakındı ve Anadolu’ya gideceklerdi.

Kayını ve onun hanım ve çocukları da kendilerine alışmıştı. Ufak tefek çocuk problemlerinin dışında sorun çıkmamıştı. Öğretmen sıkıntı olmasın diye mutfak için ne alırsa bolca davranıyordu. Gitme günü gelince arabaya eşyaları tıklım tıklım doldurdular. 5 yaşındaki oğlu :

- Baba sen hani bana bisiklet alacaktın, niçin almadın diye sesli ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Öğretmen çaresiz hanımına baktı. “Ne yapalım.” dercesine. O da bir şeyler yapmasını istedi.

Küçük oğlanın elinden tutup aynı sokaktaki bisiklet tamircisine götürdü. Şurdan bize bir bisiklet ayarlar mısın ? diye sordu. O da kırmızı, küçük , iki tekerlekli bir bisiklet çıkardı. Yeni boyanmış ve sağlama benziyordu. Öğretmen oğluna sordu. Bak oğlum bu biraz kullanılmış, kabul edecek misin bunu ?

- Kabul ederim babacım yaa, niçin kabul etmeyeyim ki ? Lütfen al !

Parasını ödeyip bisikleti aldılar, ama bisiklet bağaja sığmıyordu. Neyse tekerleri söküp bisikleti yerleştirdiler ve bağaj kapağını yarı örterek vedalaştıktan sonra arabayı çalıştırdılar.

Herkes mutluydu. Kayını ve çocukları “Çekinmeyin, seneye yine bekleriz.” dediler hareket ederken.

Korsan taksici öğretmen üç yılda bitecek kooperatif evine tam altı yılda sahip oldu, O eve de sahip olabilmek için de “Beyaz kuşum” dediği 1990 model arabasıyla tam üç yıl yaz tatillerinde gidip İstanbul’da “Korsan Taksicilik” yapmak zorunda kaldı.

Ama ikinci yıl   yeğeni Hanifilerde, üçüncü yıl da aynı semtte bir Erzincanlının daha boyası bile bitmemiş  dairesini kiralayarak hayat mücadelesine devam ettiler.

Duraktakiler çoluk çocuğunun nafakası için uğraşan bu fedakar öğretmenin  işe bağlılığını ve çalışkanlığını bildiğinden kendisinden kesinlikle İkinci ve üçüncü yıl  "Giriş Ücreti"  istemediler.

Halen haberleştiği durak arkadaşları onu saygıyla anıyor ve selamlarını gönderiyor.

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 123
: 1874
Kayıt tarihi
: 02.07.12
 
 

68 kuşağındakileri iyi bilirim. Çalışmam ziraat üzerine. İnsanların ana dilleri ile konuşmalarını..