Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Aralık '13

 
Kategori
Yoga / Meditasyon
 

Küçükler... Büyükler...

Küçükler... Büyükler...
 

Yaklaşık üç aydır çocuklarla yoga yaptığımı anlatmıştım size daha önceki yazılarımda. İlk başlarda her şey yolunda gidiyordu. İki ayrı gruba ders veriyordum arkadaşımın açtığı anaokulunda. Üç ila beş yaş arası çocuklarla yarımşar saat şoga... Derse gitmeden önce hazırlanıyordum uzun uzun. Bir masal yaratıyordum. Bu masallar, değişik yoga asanaları içeriyordu. Örnek mi? Bir masalda sirke gidiyorduk ve bir sürü hayvan asanası yapıyorduk. Bazen mutlu bir kedi olup kuyruk sallıyor ve "miyav" diye bağırıyorduk; bazen de mutlu bir köpek olup bir bacağımızı havaya kaldırıp (eka pada adho mukha svanasana) kuyruk sallıyor ve "havhav" diye bağırıyorduk. Haftalar birbirini kovaladı. İki hafta öncesine kadar...

İki hafta önce ilk olarak küçük yaş grubuyla dersim vardı. O günkü masalda kutuplara gidecek; kutup ayısı, penguen, tilki ve geyikle karşılaşacaktık. Kayak da yapacaktık. Tabii ki çocukların hayal dünyasıyla kim bilir daha neler deneyimleyecektik kutuplarda...

Derse başladık. Seyahate çıkmadan önce ne olur ne olmaz diye sandviçimizi hazırladık. Ardından uçağa bindik, uçak sesi çıkarttık ve kuzey kutbuna uçtuk. Uçaktan indikten sonra, kızaklarla karşılaştık. Tabii ki husky köpeklerle de... Bindik kızağa. Bir süre sonra kızağın gidemeyeceği bir yere geldik ve kayak yapmaya başladık. Derken kutup ayısıyla karşılaştık. Sonra penguenlerle ve tilkiyle. Birden kar fırtınası çıktı. Hemen kutup ayısının evine sığındık. Biz sıcak çikolata yaparken, kapı çalındı ve kar fırtınasında yolunu ve arkadaşlarını kaybetmiş olan geyik bize katıldı. Hep beraber mutlu mutlu şarkılar söyledik sıcacık yuvamızda... Uyuduk. Uyandığımızda kar fırtınası dinmişti ve eve dönme vaktimiz gelmişti. Uçağa bindik, eve geldik. Bir geceyi kutuplarda geçirmek zorunda kaldığımız için, okula yetişmemiz gerekti. Hemen kahvaltımızı edip arabayla okula gittik ve yoga dersimizi böylece sonlandırdık.

Aynı masalı hem küçük hem de büyük gruba anlatacaktım. Küçükler, heyecanla dinledi masalı. Masalı anlatırken her pozisyon değiştirmemde onlar da aynı heyecanla beni taklit ettiler. Çok keyifli bir ders geçirdik. Şarkı olarak aslında "jingle bells" düşünmüştüm. Malum yeni yıl yaklaşıyor. Ancak bu şarkıyı daha öğrenmemiş sevgili öğrencilerim. Biz de hemen bildikleri bir şarkıyı söyledik: "Row, row, row your boat." Küçük yaş grubuyla iyi bir iletişim kurmuştum bu geçen üç aylık sürede... Artık onlarla sınıfta tek başıma kalabiliyordum. Sınıf ya da branş öğretmenleri olmadan... Bu benim için inanılmaz bir deneyimdi.

Küçükleri başka bir sınıfa uğurladıktan sonra büyük grup geldi sınıfa. Onlara da kısaca o gün neler yapacağımızı anlattım. Kutuplara gideceğiz dedim. Dersin ilk on dakikası iyi geçti. Hepsi heyecanla dinledi beni. Sandviç hazırladık, uçağa bindik, kızağa bindik, kutup ayısı ve tilkiyle karşılaştık. Derken sınıfın yarısı dersten koptu. Etraftaki oyuncaklarla oynamaya ve dersi kaynatmaya başladılar. Ne yapacağımı bilemedim. Neyse ki o gün dersime arkadaşım da girmişti. Sayesinde sınıfı tekrar bir araya getirdik ve masalı tamamladık.

Her iki grubun da en sevdiği şey, dersin sonunda benim köprü (urdhva dhanurasana) olmam ve onların da araba olarak altımdan geçmesi. Her ders olduğu gibi o ders de aynı şekilde köprünün altından çıktılar sınıftan.

Ders sonunda, arkadaşımla konuştum. Ne yapabilirim diye sordum ona. Ne de olsa, o sürekli birlikteydi çocuklarla. Biraz tavsiyeye ihtiyacım vardı.

Sonuçta masalın küçük yaş grubunun hoşuna gittiğini ama büyük gruba hafif geldiğine karar verdik. Stratejimi değiştirmem lazımdı. Büyük yaş grubuna, büyük insan gibi davranmaya karar verdim. İçim biraz rahatlamıştı.

Ertesi hafta gittim anaokuluna. Küçük grupla sirke gittik. Bir sürü hayvanla arkadaşlık ettik, ipte cambazlık yaptık. Sonunda evimize geldik, uyuduk, uyandık. Kahvaltı ettik ve okula gittik.

Sıra gelmişti büyük gruba. Çok heyecanlıydım. Aslında heyecan iyidir diye düşünüyordum. Heyecanımı kaybedersem derslerim monotonlaşır ve birbirinin aynı olurdu. Beni ayakta tutan şey heyecanımdı. Her dersimden önce "acaba bugün neler olacak?", "ne gibi bir etki-tepki göreceğim?", "ne kadar etkili olacak dersim?" diye düşünüyordum. Her ders, benim için yepyeni bir deneyim...

Büyük grupla birlikte arkadaşım da derse girdi. Öğrencilerime, "bugüne kadar, yogayı size tanıtmak için masallar anlattım ve sizi yogaya ısındırdım. Yogayı öğrendiğinize göre bundan sonra size büyüklerin yogasından yaptıracağım. Bu yüzden lütfen birbirinizden biraz uzak arka arkaya sıraya girin" dedim. Hepsi hizalandı. Ben de önlerine geçtim. Arkadaşım, "bugün tıp oynayacağız. Sadece Burcu öğretmeniniz konuşacak. Siz hiç konuşmayacaksınız. Sadece onun yaptıklarının aynısını yapacaksınız" dedi.

Derse güneşe selam (surya namaskara) serisiyle başladık. Bu anaokulunda verdiğim yoga derslerinin bir özelliği de, iki dilli ders vermemizdi. Yani, kollarımızla gökyüzüne uzandığımızda (urdhva hastasana) "hello sun"; öne katlandığımızda da (uttanasana) "hello earth" diyorduk. Aşağı bakan köpek'e (adho mukha svanasana) geçtiğimizde "hav hav hav" diye bağırıyorduk; tek ayağımızı kaldırıp öne getirmeden önce de bunun mutlu bir köpek olduğunu hayal edip "happy dog" and "doggy tail" gibi tanımlamalarda bulunuyorduk.

Ardından "trikonasana" (üçgen), "virabhadrasana I" (birinci savaşçı), "virabhadrasana II" (ikinci savaşçı), "vrksasana" (ağaç) ve "garudasana" (kartal)  gibi ayaktaki asanaları yaptırdım. Baktım ki dikkat dağılıyor, hemen yin yoganın yang serilerinden olan "savaşçı akışı"nı (warrior flow) yaptırdım. Bunu da şarkı söyleyerek yapıyorduk. En uygun şarkı sizce ne olabilirdi? Tabii ki "one little, two little, three little Indians..." Bu akışı ve şarkıyı birkaç hafta önce öğretmiştim.

Ardından birçok hayvan asanası yaptık. "Marjaryasana-bitilasana" (kedi-inek esnetmesi), "bhekasana" (kurbağa), "kurmasana" (kaplumbağa), "vyaghrasana" (kaplan), "bhujangasana" (kobra), "ustrasana" (deve), "raja kapotasana" (güvercin), "caterpillar" (tırtıl), "makarasana" (timsah) ve "matsyasana" (balık) bunlardan bazılarıydı.

Bir iki asana yaptırdıktan sonra araya "savaşçı akışı"nı koyuyordum. Tıpkı bir vinyasa dersi gibi olmuştu dersimiz.

Ve sonunda büyük yaş grubu yoruldu. Dersin de sonu gelmişti. "Savasana" (derin gevşeme ve dinlenme pozu) için hepsini yere yatırdım. Sınırlama ya da kısıtlama yoktu. Herkes istediği gibi yattı. Kimi yan yattı, kimi sırt üstü, kimisi de yüz üstü...

Böylece ders bitti. Bir hafta önceki korkularımdan eser yoktu o an. Strateji değişikliği işe yaramıştı. Demek ki, her tarz her gruba uymayabiliyordu. Esnek olmalı ve gerektiğinde "su gibi" hemen ekilip bükülmeli ve yolumuzu değiştirmeliydik. Çocuklardan öğreneceğim çok şey var. Ne mutlu bana ki yollarımız kesişti! 

 
Toplam blog
: 201
: 432
Kayıt tarihi
: 08.05.13
 
 

Uluslararası Yoga Alliance onaylı hatha, vinyasa, yin ve prenatal yoga eğitmeni... Hayata bambaşk..