Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '22

 
Kategori
Öykü
 

KUMRULU, GEVREKLİ ÖNYARGI

KUMRULU, GEVREKLİ ÖNYARGI
Cumartesi Akşamı biraz internette oyalanmış, biraz da kitap okumuştum. Bu yüzden geç yatmış, Pazar sabahı da çok geç kalkmıştım. Kendime bir kahve yaptım. İçince biraz olsun kendime geldim. Giyinip dışarı çıktım. Yapacak bir şey olmadığı için Bitpazarı' na gitmek geldi aklıma. Güzelyalı otobüs durağına gidip otobüs beklemeye başladım. Pazar günleri otobüsler biraz seyrek gelir. Özellikle kış aylarında İzmir'de otobüs durağında ayazda beklerken üşümemek mümkün değildir. Neyse ki bu sefer Otobüs erken geldi.
Her zaman olduğu gibi, bu sefer de otobüse bindiğimde ulaşım kartımı makineye okuturken kaptana "Kazasız, belasız!" dileğinde bulunarak arka tarafa doğru ilerledim. Boş bir koltuğa oturdum, Uzak gözlüğümü, yakın gözlüğümle değiştirdim ve askılı çantamdan Orhan Pamuk'un Sessiz Ev romanını çıkarıp okumaya kaldığım yerden devam ettim.
Bir sayfa okuyunca gözlerime bir ağırlık çöktü, kitabı kapatıp tekrar askılı çantama koyduktan sonra körfezin diğer yakasına uzun uzun bakıp gözlerimi dinlendirmeye çalıştım. Şu sıralar pek uzun uzadıya okuyamıyorum. Yakın gözlüğümde bir numara değişikliği gerekli olabilir. Anlaşılan İlk fırsatta bir göz doktoruna gitmem gerekecek. Okuyamamak çok rahatsız edici.
Mart ayının başı olmasına rağmen havanın soğukluğunun yanında güneş de bulutların arasından fırsat buldukça ışıklarını gönderip dünyayı hem aydınlatıp hem de ısıtarak, dünyanın o somurtuk yüzünü neşeli bir çehreye dönüştürüyordu. Arka sırada oturan iki orta yaşın üzerinde teyze, güneşe aldanmamak lazım geldiğini, yağmur topladığını söyleyerek sohbet ediyor. Tramvay için demir yolu inşaatı ve alt geçit çalışmaları hızlı bir şekilde olmasa da devam etmekte. Şoför, babasının veya kendi malı olmadığı için olsa gerek, otobüsü gayet hoyratça kullanıyor, gereksiz gaza basıp, frenleme yapıyor, özellikle ayakta duran yolcular gaza basınca arkaya, frene basınca öne yalpalanıp düşmemek için tutamaklara sımsıkı tutunuyor ve bazı yaşlı yolcular ise homurdanmaya başlıyordu ki Konak aktarma merkezine geldik. Otobüsün tüm kapıları açıldı. Şoför oturduğu yerden fırlayıp, ön kapıdan, tüm yolculardan önce indi ve koşa koşa sol tarafta diğer otobüslerin olduğu tarafa doğru kıçına neft yağı sürülmüş at gibi hızla koşmaya başladı. Belli ki sıkışmış lavaboya yetişemezse donuna yapacak. Otobüsten inmeye hazırlanırken, şoförü koşarken gören, ayakta yalpalayarak yorgun düşmüş yaşlı yolculardan kimi gülüyor, kimi de "inşallah yetişemez de donuna sıçarsın!" diye söyleniyor, beddua ediyordu.
Otobüsten indim, karşıda Konak metro istasyonu girişine gelmeden hemen önce bir gevrekçi camekanı var ve geçerken camekanın içinden kumrular, gevrekler bana "al beni, ye beni" der gibi bakıyorlar. Ne kadar gözlerimi kaçırmaya çalıştıysam da fırından yeni çıkıp gelmiş o gevreklerin kokusuna dayanamadım ve bir kumru almak için camekanın yanındaki gevrek tezgahının başına geldim.
Yanımda sarışın bir kız da vardı, gevrek alıyordu. O an o sarışın kızın yanında Türkçe bilmeyen küçük bir kız çocuğu belirdi. Sarışın kızın koluna dokundu, dikkatini kendine çekince işaret parmağı ile camekandaki kumruları gösterdi. Belli ki karnı açtı küçük kızın ve canı gevrek değil de kumru istiyordu. Açıkçası sarışın kızın, o küçük kıza yardım etmek isteyeceğini pek ummadım. Sarışın kız, " Kumru alamam o kadar param yok, istersen gevrek alayım." deyince ben sarışın kıza bir lira uzattım. "Al kızım" dedim. "bir lira da sen ver bu küçük kıza beraber bir kumru alalım." dedim. "Tamam amca dedi, bir lirayı aldı ve kendi de bir lira ilave edip küçük kıza bir kumru aldıktan sonra kendine ve arkadaşlarına üç gevrek alıp gitti.
Ben de bir kumru almak isterken tezgaha diğer taraftan başı bağlı bir başka kız yanaştı. Küçük kızın ablası da varmış kendinden bir iki yaş büyük, o da kendine kumru alsın diye, başı bağlı kızın yanına gidip koluna dokundu. Türbanlı kız küçük kıza dönüp bakınca aynı şekilde o da camekandaki kumruları gösterdi. Ben açıkçası başı bağlı kızın merhamet hislerinden emin olduğum için herhangi bir şey söylemeden ona bir lira uzatıp, "hadi beraber bu küçük kıza bir kumru alıp hayır yapalım kızım." deyince bana döndü, donuk bir ifadeyle yüzüme bakıp, "neden ben vereyim amca, sen hayır yapmak istiyorsan hepsini kendin al." dedi. ben de "kızım şu an benim cebimde dört buçuk lira var, buralarda yakında banka veya bankamatik de yok ki para çekeyim. Kendime bir kumru alacağım, bir buçuk lirayı da Kent kart' ıma yükleyip dönüşte kullanacağım, geriye sadece bir lira kalıyor, eğer sen de bir lira koyarsan üzerine, bu küçük kıza bir kumru alıp sevindirebiliriz." dedim. Bunun üzerine "benim hiç öyle bir niyetim yok, hayır da yapmak istemiyorum, senin de paran yetmiyorsa benden niye dileniyorsun." dedi.
Çok bozulmuştum. Açık konuşmak gerekirse böyle bir tepkiyi bu çocuğum yaşındaki başörtülü kızdan da hiç beklememiştim. Bunun üzerine, "Kızım sen o başındaki örtüyü çıkarıp at." dedim. İyice delilendi. " Siz zaten böylesiniz, türbanımızdan ne istiyorsunuz, size sorup da mı örtüneceğiz, size ne, ne lanet insansınız, ne istiyorsunuz türbanımızdan." diye yüksek perdeden sayıp sövmeye başlayınca, "Kızım ben de beş vakit namaz kılıyorum,senin türbanına bir şey söylemedim, aksine türbanın çok güzel ama içindeki o kafaya türban yakışmamış, çünkü senin ne kalbinde, ne de kafanda merhamet yok" dedim. Bu sefer o kadar kalabalığın içinde kıçını yırtarcasına, avazı çıktığı kadar, "Sana ne!, Sana ne! seni ne ilgilendirir!" diye bağırdıktan sonra dönüp hızlı hızlı otobüslere doğru giderken, ben de, yüksek perdeden "Başın bağlı diye cennete gireceğini mi sanıyorsun! Bu yaptığından dolayı, Allah, inşallah seni cennetine sokmaz da sonsuza kadar arafta kalırsın!" diye ah ettim. Bizim münakaşamızdan korkan küçük kızlar da kaçıp ortadan kaybolmuştu. Asabım bozuk bir şekilde metronun merdivenlerine doğru yöneldim.
Metronun merdivenlerinden inip turnikelere doğru hızlı adımlarla yürürken, o başı bağlı, terbiye ve merhamet yoksunu, ruh hastası kıza sinirimden ellerim titriyordu. "İnşallah Allah'ın cennetine giremezsin!" diye belki on sefer ah ettikten sonra, bir daha kimseye karşı başı açık yahut kapalı diye, iyi/kötü insandır, namazında, niyazındadır, merhametlidir/merhametsizdir gibi ön yargılı, peşin hükümlü olmamaya karar verip, gelen metro trenine bindim. dört durak sonra Halkapınar'da metrodan inip bit pazarını gezmek için yola koyuldum.
Adnan Şişman
18.03.2017, 22.30, Cumartesi, İzmir
 
Toplam blog
: 177
: 9
Kayıt tarihi
: 21.08.15
 
 

1961 yılının sıcacık Temmuz ayının 12. Günü sabah serinliğinde, Üsküdar Zeynep Kamil doğum hastan..