Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Temmuz '07

 
Kategori
Dostluk
 

Listede " milletvekili " yok...

Listede " milletvekili " yok...
 

Bu gün size “Blog” yazarları arasında oluşan “Dostluklardan” söz etmeye karar verdim. Yazıya başlamadan önce “Bu yazıyı hangi kategoride yayınlayacağız” diye düşünüp önce orayı kontrol ettim. Baktım “Muhabbet” faslı yok…

Aradım taradım bir yere sığdıramadım sonunda da “Ben yazayım, gerisini ‘Editörüm(!)’ düşünsün” dedim kendi kendime. Yazar olmanın “Ayrıcalığı” bu işte. Yazacaksın, geri kalanını başkaları(!) düşünecek.

Bu arda “Bir yere sığdırmadım” deyince da aklıma çok eski bir hikâye geldi.

Adam Muş ilinde, Muş’un da yerlisi Nüfus Memuru imiş. Bir gün tayini İstanbul Büyükada Nüfus Müdürlüğüne çıkmış. Hanımı, kendisi ve beş çocuğunu da almış İstanbul’a tayini çıkmanın da verdiği neş’e içinde İstanbul’a varmış. Doğruca Büyükada’ya gitmişler. Aile efradı gezinirken, arkadaş “Ben geldim” demek için Nüfus Müdürlüğüne gitmiş ve müdür beyin karşısına çıkmış “Ben geldim” demiş. Müdür yeni tayin olan memura “Hoş geldin” çayı ikram ederek bir süre sohbet etmiş ve “Hadi” demiş “Git kendine bir ev kirala, işini bitir, yerleş sonra da gel göreve başla” demiş.

Adam çıkmış daireden ve ailesi ile başlamışlar yedi kişilik ev aramaya. Ama o ne ki! Ev kiraları ateş pahası, nasıl tutulacak?... Aldığı maaş bile “Kümes” gibi ev için istenilen ev kirasının yarısı kadar.

Bakmış olacak gibi değil, aile meclisini toplamış “Bakın” demiş “Evet, İstanbul’a geldik ama biz bu maaşla burada ev bulmak bir tarafa aç kalırız. Muş’taki ev kendimizin di. Tarlamız, bahçemiz vardı, hayvanlarımız vardı. Sebzeye, ete, süte para vermiyorduk. Burası bize göre değil. Hazırlanın dönüyoruz” demiş ve gitmiş daire müdürüne “İstifa mektubu”nu vermiş.

Müdür, bir dilekçeye bakmış, bir adama bakmış “Bu ne?...” diye sormuş. Adamcağız olanı biteni anlattıktan sonra “Burada biz nasıl yaşarız, memlekete geri dönüyoruz” demiş.

Müdür, iki yana kafayı salladıktan sonra “Git, kendine oturabileceğin gibi bir ev tut, yerleş gel” demiş. Öyle bir söylemiş ki, adamın “Nasıl olacak” demesine bile meydan vermemiş.

Gitmiş, evi tutmuş, yerleşmiş ve daireye gelmiş “Ben geldim” demiş.

Müdür, adama bir masa göstermiş ve eline de bir liste tutuşturmuş.

“Bak kardeşim… Gelen vatandaşın işini yapacaksın ve iş bittikten sonra da ‘ne iş yaparsın’ diye soracaksın. Söylediği işe göre listeye bakacaksın, karşısında yazılı olan rakam kadar parayı da isteyecek, alacak ve şu sandığın içine atacaksın… Hadi kolay gelsin…” demiş.

Adam başlamış işe ve tarif edilen gibi çalışmış. Aylar, belki de yıl böyle geçmiş.

Bir gün bir vatandaşın işini yaptıktan sonra sormuş:

- Affedersiniz, ne iş yaparsınız?

- Milletvekiliyim…

- Bir dakika efendim…

Dedikten sonra listeye bakmaya başlamış. Bir aşağı bir yukarı, listede “Milletvekili” yok. En sonunda “Milletvekili” niteliğini düşünerek en üst sıradaki “1.Sınıf Tüccar” karşılığındaki parayı beyefendiden istemiş.

Milletvekili şaşkınlık içinde sormuş:

- Ne parası bu?...

Adam cevaben…

- Vallaha orasını bilmem. Listede ‘Milletvekili’ yok. Eh, sanırım 1. Sınıf Tüccardan da aşağı değilsin ya. Tarifeyi oradan uyguladım…

Demiş. Milletvekili her ne kadar itiraz etse de, sonunda bizim memur 1. Sınıf Tüccar tarifesinden parayı milletvekilinden almış.

Milletvekili parayı verdikten sonra, o sırada İstanbul’da bulunan devrin Başbakanı Rahmetli Adnan MENDERES’in yayına varmış ve olayı anlatmış. Çiçeği burnunda iktidarın başbakanı, hemen adamı istemiş ve memuru derdest ederek huzura getirmişler.

Başbakan “Bu ne hal” diye memurdan sormuş. Bizim memur çok açık yüreklilikle olayı, şikâyetçinin işini yaptığını, listeye baktığını, ancak listede “Milletvekili” olmadığı için 1. Sınıf Tüccardan da kötü durumda olmayacağını düşünerek o tarifeden ücreti aldığını gayet açık ve net olarak anlatmış.

Başbakan tekrar “Peki, bu ne listesi” demiş.

Memur “Vallaha orasını bilmem. Ben Muş’tan geldiğimde önüme bu listeyi koydular. Liste neyse ben onu uyguluyorum” demiş.

Bu kez Büyükada Nüfus Müdürünü çağırmışlar huzura. Müdür, işin iç yüzünü anlatmış. Aldıkları maaş ile Büyükada’da memurluk yapmanın mümkün olmadığını ve sonuçta böyle bir çare bulduklarını söylemiş…

Hatırlıyorum…

O sene, babamın memur maaşı birden bire iki kart artmıştı da ailecek çok sevinmiştik.

Şimdi nerden nereye geldik. Hâlbuki ben bu gün “Blog” yazarken oluşan dostluklardan söz edecektim.

Şimdi isimleri sıralasam yer kalmaz… Ama birinden söz etmem gerekecek. Fotoğrafından gördüğüm kadarıyla saçı da uzun, aklı da… Ama bazen şaşırıyor ve “Vize istemiyorlar” diye Papua Yenigine’ye gitmeye kalkıyor…

Geçen bir yorumuna verdiğim cevapta “Otur oturduğun yerde” dedim “Vizesi yok diye her önüne gelen yere gidilir mi” dedim.

İnşallah sözümü tutar…

Ha… Bir de eski “Topçu” var, şimdilerde aşıl tendonu kopuk… Ona da arada bir göğsümde yumuşatarak pas atıyorum ama ayağından olsa gerek pasları yakalayamıyor…

Gerçi yaşımız altmışın üzerinde olunca belki “İşe yaramaz” sınıfına sokuluyoruz bazıları(!) tarafından ama arada “Büyük” sözü dinlemenin hiçbir zararı olmaz…

Tüm dostlara ve blog yazarlarına…

Gününüz ve günleriniz sağlık ve mutluluk içinde geçsin…

14 TEMMUZ 2007

Not: Haritada bile bulamadım yerini... Nereye gidiyorsa?... Şaşkın...

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..