Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '12

 
Kategori
Şiir
 

Lori lori / hürriyet çığlığı

Lori lori / hürriyet çığlığı
 

Yüreğinde tutuştum ateşin aydınlık yanıyla
saklandığım okyanus damlalarını taşırken avuçlarına
ellerim terli tutamaz gidişinin parmaklarını
kayıp bir sevda gibi hiçe sayarak ölümü gözlerin
kıyametimin mahşerinde çekingen sanrılar çekiyor bedenim: tutsak
halsiz ağaçlar gibiyim sonbaharı bekleyen
yerle bir tutsaklığın yumuşak yuvasında,
kuşlar kadar göçmeye hazır buz kesmiş gözyaşlarım
yabancı bir korku boğum boğum sıktıkça
onarılmaz yaralar sarmalıyorum karalıyorum kan tadı nâra
 
Serseri bir kurşuna bağlıyorum
karanlık gözlerinin dokunduğu şehirleri
sahipsiz kalıyor ayaklarının utangaç izleri
deniz soğuk vazgeçişlerim kumdan fısıltıları bırakıyor kulaklarıma
hayat bir masal kadardı
sen gerçek kadar masal
kaskatı kesiliyor ellerim aynadaki aksimde
soğuk duvarlarda uç uca ekliyorum yeri dolmayan eksikliği
siyah yerinden sarkıyorum gecenin derin iç çekişlerle
sıra dışı masallar ezberliyorum yıldızlar akıyorken omuzlarımdan
talan sözcüklerimin esaretinde yelkenlerini şişiriyorum tekdüzeliğin
uykusuzluğumun perdeleri çalınıyor güneşe isyan ederken kuşlar
sıcak mevsimlerin meyveleri düşüyor başımıza
mor menekşelerin kokusu sarıyor her yanımızı
oysa su içen papatyaları nergis solumlarına kurban ediyor ellerim
kadehimin sert kahkahaları vakitsiz ölürken sahrada
 
Zamansızım bir resmin sepya gülüşlerine
çengelli bakışlarım
öykündükçe çoğalan uktelerime
ihtimallerin isyanında üşüyorum
renksiz göklerde pepuk kuşları ölüyor omzumda
sen diye başladığım her cümle zılgıt seslerime karışıyor
sen diyorum yinede boşluğa sessizliğe
bana geç kalan yalnızlığım
çoğalıyorum iç sesimin ürkek ağırbaşlılığına
ölü kuşlar esir alıyor gamzelerimdeki su katrelerini
uzatsan saçlarını yakacağım tüm yabanî güvercinleri dibinde ayaklarının
nefretimi kusuyorum mitolojik kelimelerin içine
jileti alıyorum ve suratımda tüm ünlemleri karalıyorum
durma sakın kanat ölümü kafesinde!
 
Göğü sakallarından tutup asıyorum birbir yankılarımı
söndürüp sessiz çığlıklarımı göğün renksizliğine
okunmayan mektuplara dönüşen budaklar gibi
zarfsız pulsuz yolcukluklar edniiyorum
döl tutuyor ahmaklığım dikiz aynalarında ömrün
sendeliyorum paydak güneşlerin yansımasıyla
kuyruklu yıldızların gümüş hızmasını alıyorum ellerime
düştüklerinde kanamasın diye acıkmış yaraları
uçurtmamın çamurlu rengi ekime bakıyorken
otuz altı darbenin acısı kalıyor yüreğimde
yazgımın dul kalmış nefesi aksıyor gecenin koynunda
çınar ağacına dileklerimi asarken yanık ellerimle
 
Hürriyet sloganlı ezgileri yakıştırsamda göğsümdeki resme
içimi dişleyen isyanla binbir dille fısıldıyorum
suskunluğu kuyruk yapıp özleme
alnımın ortasında duran aymazlıkla avunuyorum
susarken susuyorum kıvranıyor soluklanıyorum rengi griye çalan ortancaların içinde
olamadan hiç bir kentin şahı şahbazı…
 
Şahmeranı bacaklarından asıyorlar eşkıya kızları
kesilmiş saçlarını toplarken kayıp adamların ellerinden
kimse dokunamaz sokak kedilerimin yumuşak karınlarına
inancımı ela gözlerime bırakırken
adımlarım çıplak
kaplumbağaların sırtını okşuyor ellerim dikensiz kalışlarla
yağmur damlalarına heybemdeki türküleri armağan ediyorum
fotoğraflarını kirletmesin diye bana bıraktığın
bir adım atası gelmiyorken gidebilme ihtimalimin.
sözcüklerin dağından düşüyorum
tüm sokak kedilerinin kuyruğuna asıp kimsesizliğim çıngıraklarını
ahdimi bozuyorum doluya tutulurken
hızması kınalı kentlerin kokusunu çekip içime
gece vardiyalarında üveyik suslar ediniyorum pusarken gece aynadaki yüzüme
 
Suskunluğu öğretiyor dudaklarıma gözlerindeki benler
kalabalık kırlangıç tabutları üstüme üstüme geliyor
utangaçlığım örtüyor pencerelerimin duvağını
kaldırsam görünecek gözlerindeki yalnızlığın süveydası
dermanım/sızım
gördüklerini anlat kulaklarımın sağır ebesine
şahidi kalmasın ağlamalarımın
bâkir düşünceler gülümsüyorken acıyan düşlerime
kaldırıp kollarımı salınıyor sarılıyorum çoraklığına varoluşun
takati kesikken dizlerimin çömelip kapanıyorum iki büklüm
tuz kokuyorum umudun kanayan yerinde
hangi mucize sığar kulaklarıma bilmeden
terli bir bakış bırakıyorum secdemde ki sehrime
bana yıldızlı bir gök söyle ucunda uçurtmaların savrulduğu
bana kıblesini göster ya da hürriyetmizin meçhul yazgısının
sözcüklerin bize vuran ellerinden kır
annemin öksürüğünde sakla beni boğulmamam için
sıkıca toparla ağıtları zamansızlığa denk edip yerle bir oluşumu
ve bana bastığın toprağı göster dudaklarımı bırakayım üstüne
bakma bana sen yine gökyüzü gibi damlarım suretine ıslanır kanatların güçsüzlüğümle
yaprakların damarlarına benden çalınan kanı dolduruyorum sana akması için yankılarım….
 
özgürlüğüm düşmüş lades kemiğimden soluk alırcasına ciğerlerime
doğur beni anne artık dudaklarım çatlayacak
ya da soğut bedenimi bedeninde anne
çatlayan gecelerde sonum olacak esaretim
bedelini ödüyorum ölüme geç kalan yanlarımın
tut ellerimden anne!
kaçalım başka şehirlerin ürkekliğine
söz verdim ölmek sırası bizde
nöbetim var kumdan evlere
 
Hadi kıralım beşiklerini çocukluğumuzun
tıpış tıpış yürüsün hasretin rahmine en belalı türküler
keselim bir mızrap göbek bağını lori lori…
 
Bitimsiz hayat hikayeleri...
Hazal Karadağ
 
 
Toplam blog
: 25
: 305
Kayıt tarihi
: 23.10.09
 
 

Gökçe serzenişler büyütüyor yüreğim. Herkes gibi mükemmel değilim.. Kalemim yüreğimin tercümanıdı..