Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '06

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

Mavi buzlar ülkesi Alaska

Mavi buzlar ülkesi Alaska
 

2000 yılı, 16 Ağustos; Holland America Line'a ait Ms Veendam gemisindeyiz; Kanada’nın Vancouver şehrinde limana yanaşmış durumda gemi; biletlerimizin onaylanmasını bekliyoruz ve ben o an orada olduğuma inanamıyorum, çünkü az sonra Alaska’ya doğru yola çıkacağız. Gemide bir hafta geçirecek, Alaska’nın, başkenti Juneau dahil olmak üzere 3 farklı şehrini dolaşacak, en önemlisi de Inside Passage içlerinde ilerlerken buzulları görebilecek, Alaska’nın o hep duyduğum vahşi doğa ortamına yakından tanık olabileceğiz.

Gemiye doğru ilerlerken, gemi kaptanının yolcuları selamlayarak karşılaması ve "iyi eğlenceler" dilemesi, çok hoş bir başlangıç; gemiye biner binmez çoğunluğunu Filipinlilerin oluşturduğu mürettebat, bize odamızı gösteriyor, elimizdeki eşyaları odamıza atar atmaz bir uyarı sesiyle, elimizde can yeleklerimiz, tüm yolcularla birlikte güverteye doluşuyoruz. Herhangi bir acil durum halinde can yeleklerini nasıl kullanırsak sağ kalabileceğimizi anlatıyorlar. Böyle bir deliliği nasıl yaptığımızı düşündüğüm an, işte o an! Nihayet, çocukluğumda hiçbir bölümünü kaçırmadığım Aşk Gemisi dizisindeki gibi bir ihtişamla gemi yavaş yavaş Vancouver limanından ayrılmaya başlıyor. Limanda bizi uğurlayan yakınlarımız yok elbette ama biz yine de boşluğa da olsa neşeyle el sallıyoruz :)

Gemideki ilk gecemiz benim için bir kabus; herkes eğlenmeye, gezinin tadını çıkarmaya bakarken ben “gemi çarpmış gezgin” şeklinde midemin beni rahat bırakması için dualar ediyorum. Bir Filipinli durumumu fark ederek deniz tutmasına karşı hapları hatırlatmasa belki de kendimi Pasifik Okyanusunun buz gibi sularına atacağım. Neyse ki bu durum çok uzun sürmüyor, ikinci gün akşama doğru kendime geliyorum. İşte o andan itibaren de bir daha belki de asla göremeyeceğim bir manzarayla karşılaşıyorum; yeşil ile mavinin muhteşem cümbüşü. İlk günümüz denizde geçiyor, sonra sırasıyla Juneau, Skagway ve Kethikan’a uğrayacağız. Bu üç şehri kapsayan, Vancouver’dan başlayıp Skagway’de biten kısma “Inside Passage” adı verilmiş. (Inside Passage’da ilk gezi 8 Eylül 1888 yılında yapılmış.) Burada gezinirken beni en çok heyecanlandıran şey, dünyanın en müthiş buzullarını yakından görmek; Skagway ile Ketchikan arasında bir gün “Glacier Bay National Park” civarında seyrediyor gemimiz; buzulların açık mavi tonlarını, küçüklü büyüklü kıvrımlarını seyrederken bir yandan da acaba suyun altındaki kısmı kaç metredir, bu hali erimeye yüz tutmuş hali midir diye düşünmeden edemiyorum.

Alaska, Sibirya’dan Bering Boğazı ile ayrılıyor; Alaska’ya ilk göçmenler 15-40 bin yıl önce Asya’dan Bering Boğazını geçerek gelmişler. ABD Alaska’yı 1867’de, Ruslara 7 milyon 200 bin Dolar ödeyerek satın almış. Alaska, 1959 yılından bu yana ABD’nin 49. eyaleti.

JUNEAU

İlk durağımız Juneau’ya ulaştığımızda sabahın ilk ışıkları; kamaramızdan dışarıya baktığım ilk anda, filmlerden tanıdığım Eskimo çocuklardan bir tanesini görür gibi oluyorum. Güverteye koşuyoruz o heyecanla, aynı çocuğu tekrar gördüğümde Alaska’da olduğumuza iyice inanıyorum; simsiyah saçları, esmer teni, gülümseyen şirin yüzü ve kahkulleriyle tam bir Alaskalı ufaklık. Juneau, karayolu bağlantısı olmayan bir şehir ve Alaska’nın başkenti. Mendenhall buzulunu burada görüyoruz; o güne kadar adını bile duymamışım, meğer çok ünlüymüş bu buzul. Burada Gold Creek adını verdikleri bir koy var; 1880 civarında Joe Juneau ve Richard Haris adlı iki maceraperest bu koyda suyun dibinde altın bulmuşlar ve bu altınları avuç avuç toplamışlar; Juneau burada bir kamp kurmuş, zira bu koy, rastlantı sonucu altın bulunan nadir yerlerden birisiymiş. Juneau şehri, Gold Creek’in iki yanına kurulmuş bir şehir. Karaya çıkar çıkmaz beni çarpan bir şey oluyor burada; sanki Hollywood’dan insanlar gelmişler, bir film seti kurmuşlar ve az sonra müthiş bir kovboy filminin çekimleri başlayacak. İnanılmaz, film seti sanki her yer. Gemiden ve tabi diğer transatlantiklerden üşüşen kalabalığı saymazsak, bu şehirde kimler yaşıyor ki diyebilirsiniz, o kadar sakin. Sonradan öğreniyoruz ki yaklaşık 30 bin nüfuslu bir şehirmiş Juneau. Bu şehrin bir maskotu var, kahverengi bir ayı. Zaten Alaska’da ayılar, geyikler ve fokların ayrı bir yeri var. Vahşi hayatı çok önemsiyorlar, turistik mağazalar dahi bu hayvanların figürleriyle dolu.

Juneau’nun bizde iz bırakan bir anısı da, bir saate yakın süren deniz uçağı maceramız. Şehre yanaşırken gemi personelinin tanıtımları ile burada farklı deneyimler yaşayabileceğimizi fark ediyoruz; helikoptere binip dağlık alanda köpeklerin çektiği bir kızağa binebilir ve tekrar helikopterle geri dönebilir ya da deniz uçağı ile Alaska’yı tepeden gezip görme şansını yakalayabiliriz. Biz tercihimizi uçaktan yana kullanıyoruz J Alaskalılar için uçmak, yaşamın bir parçasıymış, biz de bundan bir parça da olsa nasibimizi alabiliyoruz bu sayede. Bineceğimiz uçağa doğru yanaşırken dizlerim titriyor desem lütfen inanın, kırmızı renkli sevimli bir uçak ama aynı zamanda da çok eski bir şey olduğu anlaşılıyor. Başlıyoruz uçmaya. Uzatmayalım, tüm heyecanıma karşın şimdi düşündüğümde iyi ki onu da yapmışım diyorum, denizden havalanmak ve yeşil ile beyazı bir arada görmek, tekrar denize inmek tek kelimeyle muhteşem. Uçağın çıkaracağı gürültü nedeniyle bize birer kulaklık veriyorlar henüz havalanmadan, bu nedenle sadece gözlerimizle konuşuyoruz, hayran oluyoruz gördüklerimize, doğaya bu kadar yakın olmak çok güzelmiş meğer. Vahşi yaşama bu kadar yaklaşınca ortama uygun vahşi bir hayvan görmeyi çok istiyorum ama olmuyor.

SKAGWAY

İşte bir film seti de bu şehre kurulmuş sanki; bir yol düşünün (bu yolun adı Broadway Street), geniş ve uzun bir sokak, iki anında kiremit renkli baraka dükkanlar yer alıyor, yolun sonu ise yemyeşil ağaçlarla dolu bir ormana çıkıyor. Etrafta bir iki araba ya var ya yok. Ağustos ayı olmasına rağmen sıkı giyinmek zorundasınız, hava hep bulutlu ve soğuk. Tabi Alaskalılara göre yazın en ılıman zamanları da yaşanıyor olabilir. Gemi turizmi Eylül sonu itibariyle bitiyor ve şehirler iyiden iyiye sessizliği bürünüyormuş buralarda.

Skagway’in tek yaprak bir gazetesi varmış; kış aylarında 700-800 kişinin yaşadığı bir şehir. Burada çok sevimli binalara rastlıyoruz ve her birinin önünde resim çektiriyoruz, sanki kaçıyormuş gibi koşuşturarak. Size hatırladıklarımdan bahsetmek istiyorum: Mascot Saloon, içinde mumyadan barmen ve müşterilerin bulunduğu, çok sevimli bir bar. Soapy Smith ismindeki bir haydut Skagway’de çok ünlü. Acımasız bir haydutmuş bu adam; günün birinde Broadway Street’te Frank Reid isimli bir kovboy kendisine meydan okumuş, her ikisi de ölmüş.

KETCHİKAN

İşte uğradığımız son iskele: Ketchikan. Anlamı; Eagle Wing River. Bu şehri pek çok şekilde tanımlayabiliyorlar; Alaska’nın İlk Şehri, Totem Şehri, Yağmur Şehri gibi isimler takmışlar. Ketchikan’a gemiden inişimiz de, gün sonunda gemiye dönüşümüz de yağmur eşliğinde oluyor. Historical Creek Street, ahşap evlerle dolu bir bölgesi Ketchikan’ın. Burada da halk son derece sakin bir hayat sürüyor gibi, gölde balık avlayan baba oğullara pek çok yerde rastlıyoruz. Her zamanki yaşantıları bu ise özenmemek elde değil diye düşünüyorum.

10 katlı bir gemide geçen ve 3 farklı şehre uğranan bu gezide beni en çok neler etkiledi diye düşündüğüm zaman hatırladıklarım; bakmaya doyamadığım, büyüleyici mavi buzullar ve bir o kadar heyecan veren yemyeşil ormanlar, Ketchikan’daki totemler, film setini andıran hayaletimsi kasabalar ve deniz uçağı maceramız. Ah, bir de gemideki leziz yemekler, özellikle de yengeçler. Açık denizlerin karaya yakın kısımlarında bazen bir fok ailesi beliriyor, o anda bir anons duyuluyor ve fotoğraf makinesini, kamerasını kapan, fokları yakın markaja alma telaşı ile güverteye doluşuyor. Gemimiz bir Hollanda firmasına ait olduğundan olsa gerek, bir gece Hollanda gecesi düzenleniyor; herkese Hollanda’nın geleneksel keplerinden dağıtılıyor ve şarkılar söyleniyor. Aynı gecenin sonunda orkestra bir sürpriz yapıyor, gemi mürettebatının milli marşını çalmaya başlıyorlar, tüm Filipinli mürettebat merdivenlere diziliyor ve misafirlerine tempo tutturarak bu marşı söyletiyorlar. Anlamadığınız bir dilde başlıyorsunuz siz de söylemeye, doğru yanlış, mühim olan eğlenmek :)

Gemideki bir faaliyet de spor; sabahın erken saatlerinde kalkıyor ve tüm güverteyi dönerek yürürken zinde kalmaya gayret ediyorsunuz; bu faaliyeti seven yolcuların hepsi çok mutlu görünüyorlar. Üstelik ödüller de var, örneğin güverteyi 5 kez dönerseniz matara kabı, 10 kez dönerseniz havlu vb. ödüller var, tur sayınızı köşe başlarındaki görevli kızlar belirliyorlar, her dönüşte ismimizin yanına bir işaret koyuyoruz. Biz bir su matarası kılıfı kazanmıştık J Güvertedeki faaliyetler dışında kondisyon salonu da bir o kadar hareketli; meditasyon, dans öğretileri derken gemi seyrededursun Inside Passage boyunca, bir an bile sıkılmanız mümkün değil.

Bir haftayı böylece tamamlayıp Vancouver’a döndüğümüzde, yorgun, şaşkın ve biraz da aklımız Alaska’da geride bıraktıklarımızda kalmış gibiyiz.

 
Toplam blog
: 9
: 1144
Kayıt tarihi
: 11.12.06
 
 

İzmir'li, Mert'in annesi, güzel bir ailesi olan, seven, sevilen, arada bir şeyler yazan ama aslın..