Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Maydanozlu domatesli, aşk soslu salata

Maydanozlu domatesli, aşk soslu salata
 

Ey aşk!... sen nelere kadirsin!



Maydanozlu domatesli, aşk soslu salata deyip de geçmemek gerek. Salata yapmak her insanın harcı değildir. Bir kere bu konu ciddi bir ustalık gerektirir. En ünlü aşçıların bile bilmediği, hiç aklına getiremediği püf noktaları vardır bu işin. Kullanılacak olan malzemenin temizliği, tazeliği, sağlığa uygun oluşu yeterli değildir iyi bir salata için.

Aslolan renk uyumudur. Salata, birbiriyle raks etmeyen, istese de raks edemeyen renklerden oluşursa, iyi bir salata olur.

Kırmızıyla yeşil, raks etmez. Çünkü kırmızı ana renklerdendir. Diğer ana renkler, mavi ve sarıdır. Kırmızı, ana renklerle teke tek raks eder. Ne güzeldir, kırmızının maviyle.. sarıyla.. yani diğer ana renklerle dansı. Kırmızı, maviye karıştığında, menekşeye, leylağa, lavantaya, mor laleye dönüşür; sarıya karıştığında da altın rengi, portakal, turuncu... güneşin sıcacık renkleri çıkar ortaya.

Kırmızı, diğer iki ana rengin karışımı olan yeşile karışmaz. Yeşilin yanında öylece durur. Yeşil de kırmızıya karışmasa iyi olur!.. Birlikte, birbirlerine karışıp bulaşmadan, öylece maydanozlu domates salatası gibi dursunlar. Böyle bir salataya ister maydanozlu domates salatası deyin, ister maydanozlu demokrasi salatası.. renklerin birbirine karışıp bulaşmadığı bir tabak, en azından göze hoş görünür.

Salata deyince.. Tülin’in, tıklanma rekoru kıran “kuru börülce salatası” başlıklı yazısıyla ilgili söyledikleri geldi aklıma, bir muziplik düşündüm. Acaba dedim, “maydanozlu domatesli, aşk soslu salata” başlıklı bir yazı yazsam, kendi rekorumu kırabilir miyim? Hani şu.. tam bin beş yüz seksen dokuz kere tıklanan “Aşk Gemisi” yazımı sollayabilir miyim? “Aşk soslu bir salata” (!) daima “satar.”

***

Oysa o yazımda işçilerin kelle koltukta, zehirlenme tehlikesini de göze alarak, gemilerdeki devasa“b..k” kasalarını nasıl temizlediklerini anlatmıştım. Bu konunun bu kadar ilgi çektiğini bilmiyordum. Benim sevgideğer yol arkadaşlarım, üç aşağı beş yukarı bilirler ne tür konulara eğileceğimi.. Sözüm onlara hiç değil!... Sözüm, benim ne yazdığım ya da ne yazacağım umrunda olmayan, böyle bir “aşk” gemisiyle “biricik” aşkları yanı başlarında, yiyip içip sonra da yiyip içtiklerini o devasa kasalara yollamak üzere şık tuvaletlerin yolunu tutanlara! “Biricik” aşklarının bir dediğini iki etmemek için, bilumum herzeleri yemeyi boyunlarının borcu bilenlere! Ne anladınız o yazıdan allasen?

Küçükken ninem şöyle bir masal anlatmıştı.
“Adamın biri, panayıra gitmiş. Sıkışmış orada. Çevrede gidebileceği bir tuvalet de yok. Ne yapsın? Dayanamamış, olduğu yere çökmüş. İşini bitirince sağına , soluna bakmış... zabıtaları görmüş. Hemen, çadırını kuruvermiş oracığa. Dikilmiş çadırın kapısına. Gelenler soruyormuş adama. “İçeride ne var?” “B..k var!” diyormuş adam. Büsbütün meraklanıyorlarmış. Meraklı milletiz ya.. Merakımızdan kim kimle ne konuşuyor, kim kimin tavuğuna kışt, kedisine pisstt demiş, inceden inceye araştırır, hatta kayda alır, sonra da hesap sorarız ya... Neyse, dağıtmayalım konuyu, kapıdaki adamın yerde ters duran şapkasına bir lira atıp dalıyorlarmış içeri. Girdikleri gibi dışarı fırlamaları bir oluyormuş: “Tuu.. Allah belanı versin!” deyip yürüyorlarmış. Dedim ya.. meraklı milletiz.. Hemen burnundan soluyanın önüne dikiliyorlarmış çadırın yakınından geçenler : “Ne var içerde.. ne var ha? Söylesene!..” Adam zaten kızgın, bir de bu meraklılara laf mı anlatacak uzun uzun.. “B..k var!” deyip, yürüyormuş. Tabi aynı olaylar, biraz sonra yeni meraklının da başına geliyor, o da başka meraklılara “b..k var!”, deyip gidiyormuş. Böylece.. öykünün kahramanı, akşama kadar içerdeki b..ku sergilemiş durmuş gelene geçene..”

O yazıyı yazarken amacım, emekçilerin berbat çalışma koşullarını anlatmaktı okura. Oysa, aşk gemisinin “aşk sarhoşu” yolcularının b.kları çok daha fazla ilgi çekmiş anlaşılan. Ne yapalım, kader utansın!..

Söz, nereden nereye geldi. Yeşil de kırmızıya karışmasa.. diyordum, salata malata derken konu dağıldı. Maydanozsuz salata olur mu? Maydanozun girmediği yer mi var? Biri köfte yapacak olsa, maydanoz orada.. biri bir kitap yazacak olsa, maydanoz orada.. Hele kitabın rengi de kırmızıysa, değmen maydanozun keyfine!..

Yeşil, kırmızıyla karışırsa uyumlu bir renk oluşturamaz. Bu yüzden, kırmızıyla karışıp da renk oluşturamamanın acısını böyle her şeye maydanoz olarak çıkarır yeşil. Güzelim yeşilden soğutur insanları.

Tıpkı kimi maydanozların insanı “aşk”tan da soğuttuğu gibi!


***

Duvarlara güneşin son ışıkları vuruyor. Yaprak gölgeleri, şeftali kızılına çalan akşam güneşiyle oynaşıyor. Gölgelerin acelesi var, birazdan ellerinin altından kayıp gidecek bu kızıllık. Gölgenin kendisi de kalmayacak ışıltılar gidince. Öylece, duvarların soğukluğuna gömülecekler. Ta ki ertesi gün akşam güneşi geri dönüp, donmuş gölgeleri sıcak nefesiyle ısıtıp yeniden canlandırıncaya kadar.

Balkon kapısı aralık. Rüzgar bazen sert esiyor. Kapının pervazından kurtulmuş bir parça sünger, kısa ipli bir uçurtma gibi boşlukta salınıp duruyor. Rüzgar biraz daha sert esse kopacak gibi. Rüzgar bazen yön değiştirip uzaklaşıyor. Sünger parçası, rüzgarı kesilmiş uçurtma gibi kulağını sarkıtıyor o zaman.

Kırmızı her yerde.. Halı, kanepe, masa örtüsü, masadaki küçük çalar saat bile kırmızı. Masanın üzerinde küçük bir cam fanus var. Fanusun içinde tül kuyruklu kırmızı bir balık.. Salına salına yüzüyor avuç içi kadar suda. Kısacık yaşamı bu iki karışlık suyun içinde geçecek. Bir gün o da diğer süs balıkları gibi sırt üstü dönüp, bembeyaz karnını tavana dikip ölecek. Şimdilik dolanıp duruyor ufacık fanusun içinde. Balerinler gibi...

Suların da kızardığı bir akşam vakti, balkon demirinde bir serçe... Güneşin son ışıkları altında kızıla çalan parlak kahverengi tüylerini kabartmış, yol kıyısındaki çam ağacına uçmaya hazırlanıyor. Az sonra pırrrr! diye bir ses... Serçe uçup gidecek.

Uzaklarda çocuk sesleri.. Gün, toparlanıp gitmeye hazırlanıyor. Birazdan karanlık çökecek. O zaman ne kırmızı kalacak, ne de yeşil.. Bütün renkler, zifiri karanlığa esir düşecek. Ta ki güneş yüzünü yeniden gösterip, kıpkızıl bir şafak, ufuktan gökyüzüne doğru yükselip tutuşuncaya kadar!..

...

zelin artuğ, mayıs 2009, İstanbul

 
Toplam blog
: 142
: 969
Kayıt tarihi
: 04.07.08
 
 

Yaşam, sorulardan ve yanıtlardan oluşmuş. Her soru, aynı zamanda kendinin yanıtı... Çift yumurta ..