Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Şubat '10

 
Kategori
Özel Günler
 

Mevlid Kandili'nin düşündürdükleri

Mevlid Kandili'nin düşündürdükleri
 

resim: Google


Âlemlere rahmet olarak gönderilen, yaratılmışların en şereflisi Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa'nın, hicrî takvime göre 1439. doğum günü vesilesiyle idrak edilen Mevlid Kandili bütün İslam âleminde huşû içinde kutlandı. Doğum zamanı anlamına gelen Mevlid gecesi, İslam âleminde Kadir gecesinden sonra en kıymetli gecedir. İbadethaneleri dolduran milyonlarca inanan, O'nu kâinata rahmet olarak gönderen Allah'a şükranlarını sundu.

Camilerin dolup taştığı, gözyaşlarının sel olup aktığı bu gece, geçmiş yıllarda kutlananlardan çok farklıydı. TRT bu yıl bir ilke imza atarak Peygamberimizin kabrinin bulunduğu Medine Mescit-i Nebevi'nin yanı sıra, İstanbul Eyüp Sultan Camii, Tataristan-Kazan, Mısır-Kahire, Makedonya-Üsküp ve Irak-Kerkük camilerinden canlı mevlit yayını yaptı.

Yayını izlerken ekranda gördüğüm insanların doğum günü kutlamasından çok kaderine boyun eğmiş bikes(kimsesiz), (y)esir, durgun yüzlerini görünce, elimde olmadan geçmişleriyle bugünlerini kıyasladım. Medine-Kahire’den farklı olarak hepsinin Türkiye’ye dönük yüzlerindeki mazlum ifade yüreğimi burktu…

Güzel ahlâk ve hoşgörü harmanı olan İslâmı, o topraklara yayıp yaşatan atalarımın eksikliğinin yarattığı boşluğu idrak ettim. Her zaman yürekleri Türkiye’ye dönük o insanların, gönüllerindeki huzur ülkesinde olan gelişmelerden hissettikleri burukluğu yüzlerinde okudum…

Yahya Kemal'in "Kaybolan Şehir" şiirinde;

"Firuze kubbelerle bizim şehrimizdi o;

Yalnız bizimdi çehre ve ruhuyla bizdi o"

Diye anlattığı, doğum yeri olan Üsküp ekrana gelince, tevekkül içinde inancını dillendiren soydaşları görünce burnumun direği sızladı. Makedonya’nın bize armağan ettiği son kurtarıcıyı hatırlattı…

“Kazan! Ey kanlı, kaygulu şehir,

Başından tacın düştü, şimdi kul oldun”

Diyerek, kanlı gözyaşlarıyla Ruslara teslim olan Kazan Melikesi Süyüm Bike Hatun’un adını taşıyan zarif camide kutlamaya katılan, daha çok Ruslara benzeyen torunlarının bikes, ürkek bir saygıyla sevgili peygamberimize salavat getirmelerini izlerken, elimde olmadan atalarını andım. Orta Asya’dan Tuna boylarına kadar atlarının toynaklarıyla çiğnenmedik yer bırakmayan, asırlar boyu Dünyayı yönlendiren ele avuca sığmaz fatihlerin torunlarının, 73 yıl komünizmin körelttiği inançlarını, çocuklarında yeniden yeşerttiklerini görünce, tutsak Süyüm Bike Hatun’un hıristiyan yapılan küçük oğlu Ötemiş Giray’ı, birbirine düşürülerek toprakları Ruslarca ele geçirilen Nogaylar’ı hatırlayıp titredim…

Kameralar Kerkük’lü kardeşlerimize yönelince gözlerindeki esaret kaygusunu, beklentiyi okudum.VIII. asırdan itibaren İslâm Ordularına katılan Türklerin, Abbasiler tarafından Kerkük ve çevresine yerleştirilmesi, XI. Asırda Irak Selçukluları’nın en önemli kenti olması, Misak-ı Millî sınırları içinde bir Türk kenti olarak Musul’un yanında yer aldığı halde, (bugünkü huzursuzluğumuzun benzerini yaratan, birliğimizin temeline dinamit koyanlar tarafından) nasıl sinsi tezgâhlarla elimizden koparıldığı, günümüzde nasıl sinsi oyunlarla demografisinin değiştirildiğini hatırlayıp, üzüldüm…

Kerkük’ün kuzeyindeki Erbil'in bağrında doğup, oraya her zaman sahip çıkan, bu Kutlu günde ahirete göçen, ülkemin Aydınlanmasında önemli rolü olan, Hacettepe ve Bilkent’i Türkiye’ye armağan eden, hiç ölmeyecekmiş gibi sürekli çalışan hocaların hocası, Hoca Bey İhsan Doğramacı’ya rahmet okudum…

Medine-i Münevvere’nin dinginliğini görünce içimdeki sevgi kabarıp, gurura döndü. Eğer Mescid-i Nebevi’deki o yeşil kubbe bugün ayakta duruyorsa, bunda atalarımın rolü unutulmamalı. Sevgili Peygamberimizin naşını çalmaya uğraşan Yahudilere karşı, Nureddin Zengi’nin rüyasına girip yardım istemesi ve eylemin önlenmesini hatırlayıp duygulandım…

Vahhabiler, Medine’de “şirk ve bid’at odağı” olarak değerlendirdiği mezar ve türbe taşlarını yerle bir etmeye başlayınca, Bakî Kabristanı da bu yıkımdan nasibini aldı. Sıra Hz. Muhammed’in türbesine gelmişti ki, İbni Suud buna mâni oldu. Bu hareketinde Ankara’dan gelen bir telgraf etkili olmuştu:

“Hazreti Muhammed’in mezarının yıkılacağını derin bir üzüntüyle öğrendim. Bu kutsal emanete asla dokunamazsınız. Bir tek taşının bile zarar gördüğünü duyarsam, orduyu aşağıya gönderirim!”

Telgraf kimden mi gelmişti? Güçlü Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ten… Mikserlerin gerçekleri nasıl çarpıttıklarını, saf halkımızı nasıl kandırdıklarını hatırlayınca ağladım…

Okunan Kur’an-ı huşû içinde, ama anlamadan dinleyenleri aydınlatmak uğruna, mealini alt yazıyla verme zahmetine katlanamayan TRT görevlilerini kınadım.

Kahire’de âmâ hafızların coşkulu okumaları, geçmişteki olaylara atalarının bakışını hatırlattı. İslâm aleyhtarı eylemlere(Hasan Sabah), zındıklara(Fatımiler) ve Türklere karşı Haçlılarla işbirliği yapan atalarının her zaman kendini nasıl ayrı tuttuklarını hatırlattı. Geleneksel ve çağdaş dengeyi tutturamamış bir ortamda, Diyanet İşleri Başkanımız Ali Bardakoğlu’nun modern Türkiye’nin temsilcisi olarak, Kahire'de bu yıl açılan Selâhaddin Eyyûbi Uluslararası Türk Okulu'nda düzenlenen etkinlikte 590 öğrenciye Hz. Peygamber'i anlatması; Hüseyniye Camii'nden canlı bağlantı aracılığıyla verdiği vaazda dile getirdikleri düşündürdü…

"Hayatımızın yaprakları tek tek kopuyor, asıl kopan takvim yaprakları değil. Bizim hayatımızın yaprakları"

"Bizim kendimize dönmemiz için Kuran'ı, Efendimizin sünnetini evimize misafir etmemiz gerek"

"İyilik yaparsanız kendiniz için yaparsınız"

"İnsanoğlu başını kaldırıp gönül dünyasına dönüp bu dünyaya ve öteki dünyaya yönelik çaba harcamalı"

İstanbul Eyüp Sultan’da siyahlara bürünmüş İlâhi Grubu, sanki ülkemin ruh halini yansıtıyordu. Kişisel duamı yaparken dudaklarımdan dökülenlere, gözyaşlarım eşlik etti…

“Bizi karanlıklardan aydınlığa çıkarıp, gönüllerimizdeki karanlıkları gideriver, bize yeniden diriliş yollarını gösteriver ya Rabbi!

Her gün biraz daha azgınlaşan şu zulmetleri o kutlunun ışığıyla dağıtıver, herkesi inleten zulüm ve adaletsizlik ateşini söndürüver ya Rabbi!

Her şekliyle kine, nefrete, düşmanlığa kilitlenmiş zavallı ruhların azap verici kininden koruyuver.Sinelerimizi sevgi, merhamet, şefkat, hoşgörüyle dolduruver, ruhlarımızı aklın aydınlığı, gönüllerimizi de mantık ve sağduyuyla buluşturuver, Ülkemize birlik ve dirlik duygusunu geriver ya Rabbi!

O zaman sevdiğin millet, tek dişli canavarların oyuncağı olmuş habibinin adını tekrar yüceltebilir, ümmetini zilletten kurtarabilir. Rahmetini üzerimizden esirgeme, aymazlara akıl, izan veriver ya Rabbi!”

Dua bitiminde zihnimde, yurt dışına gönderilen 28.Mekanize Alayı için yazdığım dizeler, bir musıkî eşliğinde uçuşmaya başladı. Ufukta hûzmeleri süzülen Türk Çağı’nı söndürmeye çalışanlara bir mesaj gibi…

Benim adım huzur,

İlkem yurtta, cihanda sulh.

Atalarımın yaşadığı yerler

Beni hep özler, beni hep bekler.

***

Ay şahitti o gece, http://blog.milliyet.com.tr/Ay_sahitti_o_gece/Blog/?BlogNo=166788

 
Toplam blog
: 214
: 5488
Kayıt tarihi
: 03.08.08
 
 

Emekli eğitimci, araştırmacı yazar, şairim. Ülkemin cennet ile cehennemi bir arada yaşadığı bir zama..