Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '09

 
Kategori
Güncel
 

Michael Jackson, Ölüm ve Biz

Michael Jackson, Ölüm ve Biz
 

Ölümü de yaşamı gibi oldu


İnsanlar ölür hergün bu yeryüzünde.

Yüzlerce, binlerce, her yaştan, her ırktan, her cinsiyetten.

Yüzlerce, binlerce sebepten.

Kimileri sessizce, kimsenin ruhu duymadan.

Kimileri, duymayan kimse kalmadan.

Bazıları yaşadıkları gibi tantanayla,

Bazıları yaşadıkları gibi azapla, yoklukla, acıyla.

Kimileri kötü kaderlerini alt edip biryerlere yükselerek,

Kimileri iyi kaderlerini çarçur edip yükseklerden düşerek..

Aşağı yukarı ayni zamanda, birbiri ardına iki şöhret göç etti bu dünyadan son günlerde, herkesin bildiği gibi. Biri pop müziği dünyasının tartışmasız kralı Michael Jackson, diğeri bir zamanlar tüm seyirciyi ekran başına kilitleyen bir dizinin, “Çarli’nin Melekleri”nin baş oyuncularından Farrah Fawcett.

Fawcett uzun zamandır becelleştiği kansere yenik düştü sonunda. Jackson’un ölümü ise, tıpkı sürdürdüğü yaşamı gibi son derece ilginç, dansları ve şarkıları gibi sürprizli, sağlığı konusundaki ve özel yaşamındaki spekülasyonlar gibi gizem dolu oldu.

Bazı insanlar vardır, çocukluğunuza veya gençlik yıllarınıza yarenlik etmişler, uzun seneler yaşamınıza paralel, bir yerlerde varolmuşlar, hatta onları şahsen tanımasanız bile, yaşamınızla bir şekilde bağlantılı kalmışlardır. Onların da ölümlü olduğunu düşünmezsiniz bile.

Ama ölümlüdürler. Her insan gibi, her canlı gibi. Ve bir gün gelir, çekip gidiverirler, sizi şaşkınlıklar içinde bırakarak. Özel yaşamınızda da, çok yakınınızda veya az uzağınızda da vardır onlardan.

İşte böyle bir anda, ölümü farkedersiniz yeniden. Dünyadaki yaşamın bir başı, bir de sonu bulunduğu gerçeği, bomba gibi düşer yolunda giden veya gitmediğini zannettiğiniz gündelik yaşamınıza. Çok yakınlarınızda değilse giden kişi, şaşırarak anımsarsınız ölümün varlığını. Yakınınızda ise, dünyanız tepetaklak olur birden. O ana kadar dert sandıklarınız yokolup giderler ve o tek bir acı ile ve o en gerçek acı ile başbaşa kalırsınız dehşetler içinde. Yüreğinizi ateşlere veren, organlarınızı delip geçen maddi bir acı olarak algıladığınız kederiniz ve yasınız içinde, yaşamınızın o ana kadar ne kadar da yaşanılası, ne kadar da güzel olmuş olduğunun idrakine varıp, kıymetini bilmediğiniz, elinizden artık hepten gitmiş olan o yaşam parçasının ardından ağıtlar yakarsınız. Bir faydası yoktur artık ama. Olan olmuştur ve artık siz kökünden değişmiş olan yaşamınızla günlerinizi geçirmek zorundasınızdır.

Yaşamın bir sonu olduğu, yaşamımızın en değişmez ve en katı gerçeğidir.

Ama biz bunu unutur ve o son hiç gelmeyecekmiş gibi geçiririz günlerimizi. Ne kendimiz, ne yakınımızdakiler için düşünürüz bu sonu. Tüm hesaplarımızı sonsuza ayarlar, sonsuza kadar ister, sonsuza kadar hırslanır, sonsuza kadar savaşır, sonsuza kadar boğuşur, sonsuza kadar bileniriz.

Ta ki günlerden bir gün, ölümün gerçeği bizleri, uzaklarda ise en azından yine, yeniden şaşırtıp, şoke edinceye; yakınlarda ise acılara salıp, yaşamımızı ters yüz edinceye kadar.

Aslında daha sık hatırlamalıyız ölümün varlığını.

Yalnızca gittiğine şaştıklarımız veya gittiklerinde kahrolduklarımız olduğunda değil.

Belki böylece, yaşamımızın, bizden başkalarının yaşamının ve hep birlikte yaşamımızın değerini bilerek yaşayabilmemiz mümkün olabilir.

Kimbilir, belki mutlu olabilmemiz bile.

 
Toplam blog
: 165
: 1414
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Uzun yıllardır yurt dışında yaşıyor. İsviçre'de Adalet Bakanlığı'ndaki mesleği yanında tiyatro ya..