Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Eylül '11

 
Kategori
Futbol
 

Milli Takım ve 2012 Avrupa Şampiyonası

Milli Takım ve 2012 Avrupa Şampiyonası
 

Euro 2008’den sonra 2010 dünya kupasına gitmek için elemeler başladığında yazılan haberlerin yorum sayfalarında yazardım hep, 2010 dünya kupasında hangi takımı tutacağınıza karar verin çünkü kupayı evde televizyondan izleyeceğiz, tıpkı 80’ler, 90’lardaki gibi… Elemeler bittiğinde ben kararımı vermiş takım olarak kendime İspanya’yı seçmiştim. 2008 finalinden sonra 2010 dünya kupasını da kaldıracaklarını düşünüyordum. 


2002 dünya kupasından sonra milli takımda bir hastalık boy gösterdi adı “EGO’ydu. Vizyonu yok, medyatik değil diyerek gerçekten hak edene forma veren ve gerçekten başarılı bir hocayı göndermiştik. Sonrasında birçok hoca denememiz oldu. Önce 2004 Avrupa şampiyonasını ardından 2006 dünya kupasını pas geçmiştik. 2008 yılında şans kaza Avrupa şampiyonasına gittik. Giderken üzerimizde olan şans turnuvada da devam edince kendimizi dünya 3.lüğünden sonra Avrupa 3.lüğü koltuğunda bulduk. Duygusal bir millet olduğumuzdan hemen destansı öyküler üretmeye başladık. Vizyon ve misyon sahibi hocamız vardı, bir de onun sonuna kadar direnen aslanları. Ne hikmetse değişen bir şey yokmuş gibi hemen ardındaki 2010 dünya kupasını pas geçtik. 2002 yılından sonraki lanetli 6 yıllık süreç yeniden başlıyor gibiydi. Çünkü o zamanlardan kalan boş zihniyet hala görev başındaydı. Medyası, yazarı ve yönetenleri ile hala aynı noktadaydık. Tesadüfi bir dizi olayın ardından gelen bir 3.lük bir anda bütün 6 yıllık kötü süreci silmişti. Bir kez daha anı kurtarmış ilerisini düşünmemiştik. Ancak gerçek olduğu yerde öylece duruyordu. Ego sahibi hocalar yüzünden milli takım kapıları birçok yetenekli ve o forma anasının ak sütü gibi helal olan oyunculara kapanmıştı. Yeni bir takım, yeni jenerasyon sözleri havada uçuşuyordu. Başarısız olan o vizyon, misyon sahibi imparator lakaplı hoca gönderilecek ve yerine yeni bir hoca getirilecekti. O gün destansı haberler yazanlar bugün felaket senaryoları üretiyorlardı. Beklenen yeni hoca bulunmuş ve yenilenme hareketi başlatılmıştı. Her şey çok güzel olacaktı. Takım hem yenilenecek ve yeni bir jenerasyon oluşturulacak hem de turnuvalarda özlenen başarılar gelecekti. İlk hedef 2012 Avrupa şampiyonasıydı. Çalışmalar hızlı bir şekilde başladı. Kura çekimine az kalmıştı, eleme grupları belli olacaktı. Özel maçlar oynanmaya başlamış ve milli takım kadrosu oluşturuluyordu. Yeni jenerasyon hazırdı. Eskisinden çok farklıydı. Yıllardır oynayan Gökhan ZAN, Servet ÇETİN, Sabri SARIOĞLU, Emre BELÖZOĞLU, Hakan BALTA ve Selçuk ŞAHİN gibi oyuncular yeni jenerasyonun da baş aktörleriydi. Araya 1-2 tane bize göre genç ama yaşı 24-27 arası oyuncu sıkıştırılmıştı. Kura çekilmiş ve grubumuz belli olmuştu. Destan yazanlar, yazdıkları felaket senaryolarını unutmuş, yeni takımı yazıyorlardı. Onlara göre en kötü ihtimalle Almanya’nın ardından 2. sırada bitirir ve play off oynardık. Üst üste kazanılan 2 maç ile beraber yeniden destanlar yazılmaya başlanmıştı. Grup liderliği hesapları yapılıyordu. Hatice’ye göre değil neticeye göre yorum yapanlardan değiliz diyenler 2 maçla bu işi bitirmişlerdi. O günlerde sosyal ortamlarda arkadaşlarımızla konuşurduk. Muhalif yanım ağır basardı ve 2010 dünya kupası gibi 2012 Avrupa şampiyonasını da TV’den izlemeye hazırlanın, hangi takımı tutacaksınız karar verin, diyordum. Çünkü bana göre hastalık hala devam ediyordu. Yenilenme olmadığı gibi olduğumuz yerden de geriye gidiyorduk. Ben Almanya’yı desteklemeyi düşünüyorum hem aynı grupta olduğumuzdan sempatim var hem de Mesut gibi değerli bir oyuncuyu izlemek bana keyif verir, her ne kadar Almanya forması giyse de sonuçta Türk çocuğu diyordum. Mesut, Ekrem, Gökhan İnler, Eren DERDiYOK gibi kendi ulus takımı yerine yaşadığı ulusun takımında forma giyen bu çocuklar ana vatan dedikleri topraklardaki salgın hastalığa kurban gitmişlerdi. EGO’su yüksek hocalar ve yöneticiler bu çocukları görmüyorlardı. Çünkü bu çocuklar çok aşağıda bir yerlerdeydi. O yükseklikten görülmeleri çok zordu. Bahanesi de hazırdı EGO’lu amcaların, onlar kendi tercihlerini yapmışlardı. Bizim yönetimsel bir suçumuz yok diyorlardı. İlk iki maçla beraber esen o hoş, tatlı rüzgâr sonraki 2 maçta fırtınaya dönüşmüştü. Hele ki kalibresiz Azerilere yenilmek fırtınayı kasırgaya dönüştürmüştü. Felaket tellalcıları yeniden hortlamışlardı. Kimse bir şeyleri sorgulamıyordu. Hatice’nin değil neticenin derdinde dövünüp duruyorlardı. Bir takım düşünün ligi son 3-4 haftada kazanarak kurtarabilmiş ama adı büyük olan, ligin en fazla gol yiyen takımlarından. Birileri bu takımın savunması alıp, milli takım savunması yapıp, duruyordu. Bunu sorgulamak yerine yendiğimizde ne olur, yenilirsek ne olur derdine düşmüşlerdi. Yine günü kurtarma peşindelerdi. Şimdi 8 maç oynandı ve ilk başlarda en kötü ihtimalle 2. oluruz dediğimiz, noktadayız. Belçikalılar Azerilere takılınca zar, zor yenebildiğimiz Kazakistan maçı bir önem kazanmıştı ve daha da önemlisi Avusturya maçıydı. Gene skor yazarları senaryolar üretmeye başladılar. En iyi 2. nasıl oluruz, play off turunda rakibimiz kim olur bunlar tartışılıyordu. Kimse kardeşim FİFA sıralamasında nerede olduğunu bilmediğiniz bir avuç çocuktan oluşan Kazakistan’a karşı neden bu kadar zorlandığımızı konuşmuyordu. Çünkü bahane hazırdı. Ülkenin içinde bulunduğu psikolojik ortam ve oyuncuların fiziksel olarak ertelemelerden dolayı istenen seviyeye gelememeleri yeteri kadar bahaneydi. Kazakistan karşısında oluşan yeni jenerasyon kadrosu takdire şayandı. Sadece psikolojik ve fiziksel olarak hazır değildik. 


Onca hazırlık dönemi ve aranın ardından inşallah bir şeyler değişir umudundaydım. Estonya hazırlık maçının kadrosunu görünce tüm hayallerimin yerini korkular aldı. Ligi bir sürü sorunla bitirmiş ve gol yemeye bıkmamış takımın savunması dahil 7 oyuncusu kadrodaydı, 2 de Avrupa transferi saysan 9 oyuncu ile sahada olacaklardı. Takım kaptanı ise rakibine küfreden, tekme atan, hakemlerle uğraşan, saha dışında her şeyi yapan ama saha içinde görevini yerine getiremeyen, 60 dakika eforla oynayabilen, ağzı mahalle karısından farksız Emre. Gerçekten de çok yeni bir takım kuruldu. Ben Beşiktaş taraftarıyım fakat bu yazıyı Egemen ve İsmail dışında neden başka oyuncularımız çağrılmıyor düşüncesi ile yazmadım. Hakan BALTA’nın yerine İsmail demiyorum hani Beşiktaşlı derler, başka yerlere çekilir anlattıklarımız ama Kayseri’de Hasan Ali diye bir oyuncumuz var, hani şu ligin en başarılı savunmasını yapan Kayserispor’un oyuncusu. Allahtan sağ kanatta şimdilik Gökhan var yoksa Sabri’yi torun sevene kadar izlemek zorunda kalacaktık. Orta alanda Selçuk, Emre gibi oyuncuların yerine yine Kayseri’den örnek vereyim Furkan diye gencecik bir çocuk var oyunu iki yönlü de oynayabilen ama ne gerek var. Biraz daha tecrübe kazansın değil mi? Gaziantep var hani şu ligi dördüncü bitiren takım. Orta alanında Murat Ceylan var oynayamaz her halde bir Emre kadar, bir Selçuk ŞAHİN kadar… Forvet olmayan Burak’tan, Kazım’dan forvet yaratmışız ama Cenk denen almanya kökenli genç forvet kardeşim bu işi beceremez. Burak’ın direklere nişanladığı toplara vuramaz. Necip demiyorum, Gökhan ZAN ve Servetten her konuda daha üstün bir İbrahim TORAMAN yazmıyorum, hani Beşiktaşlıyız ya laf ederler. Takımının oyuncuların derdinde diye. Bir Cenk GÖNEN var 21 yaşında ve ilk 11 kalecisi olarak büyük bir takımın kalesini koruyor. Gol olurmu diye hamle yapmak için Rıdvanın yorumunu bekleyen bir Volkan olamaz. Şu ana kadar yazdığım adamların hepsi 20’li yaşlarda, yeni jenerasyona giremeyecek kadar yeteneksiz, yeni takımda olamayacak kadar yaşlı. Ne de olsa milli takımımızın yaş ortalaması U-19 takımı ile aynı… 

 
Toplam blog
: 2
: 681
Kayıt tarihi
: 03.03.10
 
 

Bilinen bir markada ürün yöneticisi olarak çalışıyorum. Tarih, sosyoloji ve felsefeyi çok seviyorum...