Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '11

 
Kategori
Tarih
 

Mohaç Meydan Muharebesi ve Zaferi

Mohaç Meydan Muharebesi ve Zaferi
 

Mohaç Meydan Muharebesi


Muhteşem Yüzyıl dizisinden otlanmaya devam ediyim kimi arkadaşlarımın deyimi ile. En son heyecanlı olay olarak (bence erkekler için tabiki) Rodos'un alınması olayı vardı. Kronolojik sıralamaya göre sırada İkinci Vezir olan Ahmet Paşa'nın isyanı var. (Ne kadar üzerinde durular bilmiyoruz tabiki) Normalde Vezirazam Piri Mehmet Paşa'dan sonra teamüllere göre Vezirazamlığa getirilmesi lazımdı. Fakat Kanuni Vezirazamlığa Pargalı İbrahim'i getirince o da isyan etti. Zaten Kanuni Sultan Süleyman'da teamüllerin dışında bir Padişah değil miydi! 

Ahmet Paşa'da Mısır'a Vali olarak tayin edildi. Yani ortalığı bulandırmasın soru çıkartmasın diye sürgüne gönderildi. Mısır'a varınca da orada isyan etmiştir. Vezirazamlığa getirilmeyişinin acısını devlete ihanet ederek çıkartmak istemiştir. Tarihlere de "Hain Ahmet Paşa" olarak geçecektir bu yüzden. Cezasını da yine yerine geçen Pargalı İbrahim verecektir. 

Aslında bu blogda Ahmet Paşa isyanından bahsetmeyi planlamıştım ama bu isyan ile ilgili bir kaynağa ulaşamadım maalesef. Ben de sonraki heyecan fırtanası (!) olan Mohaç savaşından biraz bahsedeyim dedim. 

Mohaç meydan muharebesi 29 Ağustos 1526 tarihinde meydana gelmiş dünya tarihine hızla neticelenen savaşlardan biri olarak geçmiştir.Osmanlı Devleti’nin 10. Padişahı KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN' ın Osmanlı ordusuyla Macaristan Kralı II. LAYOŞ komutasındaki Macar-Haçlı ordusu arasında yapılmış savaştır. 

Kaynaklara bakıldığında özellikle iki tarafın asker sayısı konusunda ortak bir noktaya varılamamıştır. Ortak olan kanı haçlı ordusunun daha kalabalık olduğudur. Osmanlı ordusu 100-150 bin, Haçlı ordusu 150-200 bin. Bu rakamların da kesin olduğu söylenemez. 

Osmanlının bu en ihtişamlı döneminde Avrupa'da da başka bir ihtişamlı güç vardı. Avrupa'nın neredeyse tamamına hakim olan Kutsal Roma Germen İmparatorluğu. İmparatoru Şarlken'di. Tabi ihtişamlığına bakarsanız Kanuni'nin yanında deve de kulak kadar. 

Bunu bir türlü Kanuni'nin karşısına çıkmayışından anlayabiliyoruz. Yani korkaklığından. Bırakın Kanun'yi bugün Korsan diye güya aşağıladıkları Kaptanı Derya Barbaros Hayrettin'in adını duyunca nasıl topukladığını gördük. Bu durumu daha önceki bir bloğumda anlatmıştım. 

Mohaç Savaşın sebebleri arasında Almanya İmparatoru Şarlken’in bütün Avrupa’ya hâkim olma isteği ve Osmanlıları Balkanlar’dan at­mak emellerini aramak doğru olur. Şarlken; Almanya İmparatoru ve İspanya Kralı sıfatıyla Avrupa’nın birçok yerini eline geçirmiş­ti. Bu sırada eniştesi Macaristan Kiralı Layoş da kendisini Osman­lılar aleyhine kışkırtıyordu. Çünkü Kanunî Sultan Süleyman’ın Padişahlığının ilk hareketleri içinde Belgrat Kalesi’nin ele geçirilmesi, pek kısa bir zaman sonra da Akdeniz’de Osmanlı hükümran­lığına engel olan Rodos Şövalyelerinin elinden Rodos adasının alınması Şarlken’in gözünden kaçmamıştı. 

Şarlken’in asıl maksadı Macaristan’ı da kendi sınırları içine al­maktı. Şarlken ilk tedbir olarak, kardeşi Ferdinand’ı Avusturya Duka­sı ve Bohemya, Macaristan Kralı adları altında Osmanlıların önü­ne bir koruma duvarı gibi dikti ve emellerinde başarıya ulaşmak için Lehistan Krallığı, Ulah, Buğdan Beyliklerini kendi sınırları içine almak istedi. 

Lehistan Kralı, Şarlken’den korunmasına karşı­lık, Slavların çoğunluğunu oluşturduğu Bohemya’da, yakınlık ve soydaşlık dolayısıyla Macaristan’da gözü vardı. Hiç olmazsa bu ülkeyi korumak istedi. Şarlken’e boyun eğmedi ve karşı olacağını bildirdi. Şarlken, Lehistan’ı kendi tarafına çekemeyince, Boğdan ve Ulah bölgelerine döndü. 

Boğdan, coğrafî durumu bakımından kolay kolay ele geçirilmesi mümkün olmayan bir yerdi. Ulahlar ise Şarlken’in yanında bulun­mak istiyorlardı. Bu da Şarlken’in işine geliyordu. Çünkü Ulahların toprakları üzerinde Vidin ve Niğbolu yolundan güneye doğru yürüyecek bir ordu, İstanbul’a en kısa yoldan ulaşacak veya bu topraklara hâkim olan Belgrat’a, Macaristan’a girecekti. Bunu ise Osmanlı ordularının geri çekilme yollarını tehdit edici durumda ol­duğu için yararlı görüyordu. 

Bu sırada Ulah Beyi’nin ölümü Şarlken’in ümitlerini kırdı. Osmanlılar, Tuna serhat beylerinden Yahya Paşaoğlu Mehmet Bey’in komutasındaki bir özel görev kuvvetiyle bu topraklara hâkim oldu. Bu durumdan sonra Ulah Beyleri Osmanlı Padişahları tarafından tayine başlandı. İşte bu karşılıklı hareketler Şarlken ile Kanunî’nin çatışmalarının başlangıcı oldu. 

Osmanlının birçok Eya­let Beyleri ve Tuna Serhat Komutanları, kuvvetleriyle Sitri-Hırvatistan-Dalmaçya üzerine birçok akınlar yapmaya başladılar ve birçok önemli yerleri de ele geçirmeyi başardılar. Bir yandan Şarlken’i diğer taraftan Kanunî’yi kızıştıranlar da ek­sik olmuyordu. 

O sıralarda Şarlken ordularıyla çarpışan Fransa Kralı I. Fransuva orduları Pavi’de yenilmiş, Fransuva, Şarlken’e esir olmuştu. Fransa Kralı’nın annesi Düşes Dangolen, Kanunî’ye gönderdiği bir mektupla oğlunun kurtarılması için yalvarıyordu. 

Osmanlı yapılacak bu savaş için gizliliğe çok önem ver­miş, savaş hazırlığına geçilmiş. Bir yan­dan da İran’a savaş söylentileri yayılmaya başlamıştı. Osmanlı ordusu, 23 Nisan 1526 tarihinde İstanbul’dan Edirne’ye doğru yürüyüşe geçmişti. 

Belgrat’a gelindikten sonra, ordunun büyük bir kısmı Sava Nehri’nde birbirine bağlanan mavnalardan yapılan köprülerle 3 günde geçile­rek önce Zemlin’e ve oradan Salagamis’e yürümüştür. Sadrazam İbrahim Paşa, 40.000 kişiden kurulu bir özel kuvveti ile Petervaradin Kalesi’ni ele geçirmişti. 

Kanunî Sultan Süleyman, Osmanlı ordusuyla Petervaradin Kalesi yakınlarına geldiğinde, kalenin alındığı görülmüş, yine bu sıralarda Bosna Beylerbeyi tarafından Petroviçe ve Metrofçe’nin de ele geçirildiği duyulmuş, bu başarı­lar ordunun moralini yükseltmişti. 

Mohaç ovasına yaklaşıldığında, Sadrazam İbrahim Paşa ve ko­mutanları ilerideki tepelerden düşman ordusunun durumunu keşfe başlamışlar, gördüklerini aralarında tartışarak bir karara varmışlar­dı. Ayrıca Semendire Eyalet Beyi Bâli Bey de daha evvelden edin­diği bilgiler içinde düşmanın kuvveti, morali ve savaş usul ve ku­ralları hakkında bilgiler verdi. Sadrazam İbrahim Paşa ile karargâh kurmakla görevli komutanların da fikirleri alınarak, tartışmalar sonucu düşünce birliğine varılarak bir harekât planı taslağı meydana getirdiler. Padişah da arz edilen planı uygun buldu ve tatbikatına karar verildi. 

Osmanlı ordusu, Mohaç ovasının güneydoğusundaki batak­lık bölgeye doğru gitmeyip, biraz daha batıdaki, düşmanı kuşata­cak bir yer olan sırtlar gerisine yanaştırılacak, Macarların çok güvendikleri zırhlı süvarilerinin hücumları­nı kırmak için birbirine zincirlerle bağlanmış toplarla ateş ve en­gelleyici barikatlar kurulacak, Daha evvelden hazırlanmış müstahkem mevzilerde bekle­yen düşman ordusuna önce taarruz edilmeyecek, düşman taarruza teşvik edilecek. 

Eski Türk savaş taktiği uygulanacaktı. Düşman sahte bir kaçış görüntüsü ile aldatılıp çembere alınacak ve yok edilecekti. 

İtalyan prenslikleri, İngiltere Krallığı, Fransa Krallığı gibi birçok Avrupa devleti Şarlken’e karşı bir ittifak hazırlığı içinde bulundukları için, Şarlken bunun telaşı içinde kimseyi düşünecek halde değildi. Bütün düşüncesi Avrupa’da kendine karşı açılacak savaşa nasıl karşı koyacağı idi. Şarlken’in kendi topraklarına göz diktiğini bildiklerinden ace­le anlaşan devletler, Mayıs 1526 tarihinde Şarlken aleyhine ittifak imza etmişler ve savaş hazırlıklarına da başlamışlardı. 

Şarlken kendi dertleriyle baş başa kaldığından, onun kışkırtıcılığından ve koruyuculuğundan yoksun olan Macarlar kendi kendilerine kaldık­larından başlarının çaresine bakmak zorunda kalmışlar ve ilk ted­bir olarak, önce sınırlarını örtmek ve korumak için; Paltamani-Sava hattını savunmaya karar vermişlerdir. Macar Kralı Layoş, bu savaşın kazanılması için her türlü çareye başvuracağını söylemiş ve harekete geçmişti. 

Macaristan orduları için yığınak mahalli Tolma seçildi. Bütün ordunun burada toplanması kararlaştırıldı. Buna göre gereken emirler verildi. Kral Layoş da kuvvetleriyle yürüyüşe geçerek 6 Ağustos 1526 günü Tolma denilen yerin yakınındaki Sen Jorj ka­sabasına gelerek ordugâha geçti. Kısa zamanda yığmak mahalline diğer kuvvetler de gelmeye başladı. Birçok eyaletlerden papazlar, subaylar da geliyor, orduya katılıyorlardı. Macar ordusu derme çatma da olsa Tolma’da toplanabilmişti. 

Bu sırada Kral, askeri şû­rayı toplantıya çağırdı. Yapılacak savaş için durum tartışması ya­pıldı. Komutanlardan bir kısmı Drava Nehri gerisine çekilmesi­ni, Osmanlı ordusunu orada beklemesini öne sürüyorlar, Osman­lı ordusunun kuvvetinin kendilerinden zayıf olduğunu ileri sürü­yorlardı. Macar ordusun zafere ulaşacağına inandıklarını söylü­yorlardı. 

Bir diğer kısım komutanlar ise; ordunun Drava Nehri tarafına gitmeyip Polaten’e gidilmesini, Osmanlı ordusunu bura­da durdurmayı, burada başarıya ulaşılmazsa Hırvatistan’a çekilerek buradaki kuvvetlerle birlikte Avusturyalılar tarafından tah­kim edilmiş savunma mevzilerinden faydalanılarak Osmanlı or­dusunu ikiye ayırmayı, ayrı ayrı yenmeyi ileri sürüyorlardı. 

Savaşın Osmanlı ordusuyla MOHAÇ Ovası’nda açıkta yapılmasına, savaş yeri olarak da Mohaç kasabası güne­yinde Nijniyat ile Kelküt köyleri arasındaki yerin seçilmesine karar verildi. 

Macar ordusu birinci hatta bulunan bütün birlikleriyle aynı zamanda taarruza başlayacak, bütün güçleriyle Osmanlı ordusu­nun üzerine atılacaklardı. Çekilen Osmanlı ordusunun (çekileceğine inanıyorlardı) peşleri bırakılmayacak, bu sırada zırhlı süvarileri de savaşa soku­larak Osmanlı ordularının gerilerindeki kademelerini de içine alacak şekilde bir çevirme yapılacak, çember içine alman Osman­lı ordusu tamamen yok edilecekti. Macar Başkomutanlığı bu inanç içinde, planları hazırlamışlardı. Ve kesin zaferin kendi taraflarında olacağına o kadar inanmışlardı ki, bundan başka bir şeye ihtimal vermiyorlar ve bilhassa zırhlı süvarilerinin her türlü başkaldırma­ya mukabele edeceklerine ve önlerine ne çıkarsa çıksın yakacakla­rına, kıracaklarına güveniyorlardı. 

Akıncı komutanlarından Bali Bey’in yakaladığı bir Macar esi­rinden öğrenildiğine göre, düşman ordusunun Mohaç ovasında ol­duğu kesinleşti. Yapılan keşiflerde; düşman kuvvetlerinin Mohaç ovasına yerleştiği ve savaş için tertip aldığı görüldü. Osmanlı or­dusu da düşmana sezdirmeden yürüyüş kollarından açılarak savaş düzenine geçirildi. 

Osmanlı ordusu, İleride hafif piyade birlikleri, onun gerisinde Sadrazam İbrahim Paşa komutasında Rumeli askerleri ve yeniçerilerle topçulardan oluşan bir kuvvet grubu, bu grubun gerisinde Behram Paşa komutasında 10.000 kadar yeniçeri, Anadolu askerleri ve topçulardan mürekkep bir grup bulunuyordu. 

Kanunî Sultan Süleyman, kapıkulu askerleri ve diğer topluluklardan geri kalan kuvvetlerle daha gerilerde yerini almış bulunuyordu. Sol yanda ağaçlıklar arasında gizlenmiş Bâli Bey akıncıları ve Hüsrev Bey akıncıları da düşman gerilerini hedef almış bulunuyorlardı. 

Osmanlı ordusu savaş düzeni aldıktan sonra Kanunî Sultan Süleyman beraberinde Sadrazam İbrahim Paşa ve diğer büyük komutanlar olduğu halde askerlerini teşvik etmek için alay alay dolaştılar. Padişah her alayın sancağı önüne geldiğinde dualara başlıyordu. 

26 Ağustos 1526 sabahı, Mohaç ovasına hafif yağmur taneleri düşmekte olup öğle vaktine kadar ovada sükûnet hâkimdi. Fakat hemen sonra bir fırtına koptu. Ortalığı toz duman kapladı. Bu hava şartları altında her halde Osmanlı ordusu taarruza kalkmaz deyip dinlenmeyi düşünürken, Osmanlı komutanlarından Bâli Bey kuvvetlerinin tam düşman gerilerini hedef tutan hareketleri görüldü. 

Macar komutanlarından Baturi, ufukta hayal meyal görülen Osmanlı süvarilerinin ordugâhlarını taciz etmek için gönderilmiş olacağını sanarak, Kraldan aldığı emirle Komutan Ratke’nin yanına süvari kuvveti katarak. Osmanlı süvarilerinin uzaklaştırılmasını, sonra cepheye dönmesini, yerini almasını emretti. Bu sıralarda Osmanlılar cephesinde kıpırdanmalar görüldü. Akşama iki saat kadar bir zaman vardı. Ama Osmanlı ordusu bütün cephede ilerlemeye başlamıştı. 

Sadrazam İbrahim Paşa komutasındaki ikinci hat birlikleri kendi cephelerine isabet eden düşmana taarruza geçmişlerdi. Bâli ve Hüsrev Beyler de komuta ettikleri süvari tümenleriyle düşmanın sağ yanından gerilerine doğru çevirme kuşağını tamamlamaya çalışıyorlardı. Macar Başkomutanlığı; Osmanlı ordusunun bütün cepheden taarruza kalktığını görünce, derhal karşı koymaya başladılar. 

Önce toplarla başladılar, fakat toplar menzillerinin kısalığı dolayısıyla Osmanlılar üzerinde hiçbir tesir yapamadılar. Daha sonra onlar da karşı taarruza geçtiler. Ortadaki Macar kuvvetleri önce Rumeli kuvvetleri üzerine saldırdılar. Bu cephedeki Osmanlı kuvvetleri (plan icabı) yavaş yavaş yanlara ve gerilere doğru çekilmeye başladılar. 

Peçevi tarihi ise; Başkomutan Tomori’nin Sadrazam İbrahim Paşa kuvvetleri önünde zincirlerle birbirine bağlı top ateşleri, aynı zamanda piyadelerin tüfekleriyle yaralanan ve ölen Macarlara aldırmaksızın açılan bir gedikten merkeze doğru saldırıya devam ettiğini yazmaktadır. 

Bu durumu gören Palemin’in kardeşi Andre Abaturi, Osmanlı kuvvetlerinin yanlara ve geriye çekildiklerini görünce gözlerine inanamamış, bir de Başkomutan Tomori’nin kuvvetlerini coşku içinde Osmanlıların cephe merkezi içlerine doğru ilerlediklerini görmüş, yedektekiler dâhil bütün Macar ordusu süvarileri hep birlikte ileri atılarak kazandıklarını sandıkları zaferin sonucunu almak üzere boşluktan merkeze doğru ilerlemeye başlamışlar. 

Bu süvarilerin saldırısıyla artık savaşın bir komuta içinde sevk idaresinde imkân kalmadığı aşikârdı. Macar süvarilerinin, düzenli bir savaş tertibi almış olan ikinci Osmanlı hattı üzerine saldırmaları ve yine birkaç süvari birliğinin derinlikte Padişahın bulunduğu kısma kadar ilerleyebilmeleri onlara çok pahalıya mal oldu. Hepsi Kapıkulu askerlerince karşılanıp yok edildiler. Macar süvarileri tüfeklerini çok iyi kullanan Osmanlı piyadeleriyle, araba ve zincirlerle birbirine bağlı toplara çarptılar. Önü açılan topçunun ateşleri karşısında çok kayıplar verdiler. 

Kanuni'yi öldürmeye yemin etmiş 32 şovalyenin Kanuni'ye çok yaklaştığı, 3 tanesini bizzat Kanuni'nin öldürdüğü kaydediliyor. Kanuni; güçlü, çevik bir askerdi. Avrupa'nın değme zırhlı şovalyeleri onun yanında halt etmiştir. 

Savaş alanında kıyametler kopuyordu. Macar süvarileri şaşkın, şuursuz panik halinde oraya buraya koşuyorlar, ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Cephenin ortasından süvarilerinin başarılı ilerlemelerine aldanarak hücuma katılan Macarların elindeki bütün kuvvetleri Osmanlı Başkomutanlığı’nın istediği, kanalize harekâtının başarıya ulaşmasını sağladı. Açılan bu torbaya girmeleri mümkün kılındı. 

Macar ordusunun sağ yanında ağaçlar arasında saklanmış Bâli ve Hüsrev Beylerin akıncı tümenlerinin gerilerden Macar or­dusunun çekilme yollarını kapadığı da anlaşılınca Macar ordusu kendisini çepeçevre Osmanlı ordu kuvvetlerinin arasında buldu. Bu hali gören Macar orduları Başkomutanı Tomori son bir gayret­le toparlayabildiği kuvvetlerle, Osmanlı ordusunun sağında bulu­nan Sadrazam İbrahim Paşa kuvvetlerine saldırmayı denedi. Hâlbuki Osmanlı ordusu gayet geniş bir cephe kurmuş, Mohaç ovası­nı boydan boya tutmuş hiçbir boşluk bırakmamıştı. Hele Bâli ve Hüsrev Beylerin komuta ettikleri akıncı tümenlerinin çemberi da­raltmaları, Macar ordusunu bir ateş çemberi içine atmıştı. Bu du­rumdan kurtulmak isteyenler Tuna nehrine koşuyordu. 

İşte o sırada Os­manlı ordusu her iki yandan ve cepheden, geriden mükemmel bir ateş desteğine dayanarak taarruza başladılar. Çaresiz kaldıkları için canlarını kurtarmaktan başka bir şey düşünmeyen Macarlar bu sefer de kendi zırhlı süvarilerinin üzerlerine düştüler. İşte bu hengâme içinde Tuna bataklıklarına sürüklendiler. Osmanlı ordusu düşmanın bu perişan durumu karşısında aslanlar gibi vuruşuyor, önlerine çıkanları kılıçla, mızrakla, balta ile ve açtıkları ateşlerle yerlere seriyorlardı. Bu kısacık zaman içinde koca Macar ordusu bir anda yok olmuştu. 

Bu müthiş çarpışmalar sonucunda düşman ordusundan onbinlerce ölü yerlerde yatı­yor, 20.000’e yakın Macar da esir edilmiş bulunuyordu. Savaş bo­yunca devam eden şiddetli fırtınadan faydalanan pek az bir düş­man ancak kaçabilmişti. Bu dehşetli savaş süresince pek çok Ma­car komutanı, asilzadeleri, Başkomutan Tomori de dâhil ölüler arasında bulunuyordu. 

Başkomutan Tomori’nin başı gövdesinden ayrılarak bir mızrağın ucuna takılmış, askerler arasında dolaştırıla­rak teşhir edilmişti. Bu savaşta Osmanlıların kayıpları yok dene­cek kadar azdı. Kral Layoş savaşı kaybettiğini acı içinde görmüş, beraberinde­ki çok az koruyucusuyla Budin istikametinde kaçmaya başlamıştı. 

Kral Layoş, Çele suyunda tam karşı kıyıya geldi­ğinde atı çok yorgun olduğundan bütün çabalamalarına rağmen bir türlü kıyıya çıkamıyordu. Sendeliyor, çabalıyor ama bir türlü kara­ya ayak basamıyordu. Sonra at birden bire geriye yıkılarak kralla birlikte bataklığın içine yuvarlandı ve kayıplara karıştı. Kralın be­raberinde Obalt Zateviçku da bulunuyordu. Bu hadise onun gözle­ri önünde oldu. Obalt canını kurtarıp Budin’e gidebildiği zaman, Macar ordusunun yenilişini ve kiralın feci ölümünü oradakilere anlattı. 

Mohaç savaşı o derece parlak ve şanlı bir zaferle sonuçlanmış­tı ki, durumdan coşan Padişah, "Artık burada durulmaz, hedef Bu­din" emrini vererek, ordusunu kaçabilenleri takibe geçirmek iste­mişti. Ama zaman buna imkân vermiyordu. Çünkü her taraf karar­mıştı. Mecburen takibe ara verildi. O geceyi bütün ordu savaşa ha­zır durumda geçirdi. Karanlıkla beraber dehşetli bir yağmur da başlamıştı. Çadırlar kurulmamış yere yatmaya da çamur müsaade etmemiş, ordu geceyi ayaka geçirmek zorunda kalmıştı. 

27 Ağustos 1526 günü parlak bir güneşle başlamış, her taraf pırıl pırıldı. Sanki tabiat Osmanlıların zaferine katılmış hissini veriyor­du. Bu gün savaş alanındaki ölüler ve şehitler gömüldü, yaralıların bakımı yapıldı. Padişah otağ-ı hümayunu ve askerlerin çadırları kuruldu. 

Padişah’ın çadırı önüne muazzam bir taht kuruldu. Padi­şah Kanunî burada yerini aldı. Tebrikleri kabul etti. Sonra bütün devletlere ve memle­ket içi eyaletlere zafernameler gönderildi. Nihayet 2 saat gibi kısa bir süre içinde, Kanunî Sultan Süleyman’ın deha, sevk ve idaresi komutan ve askerlerinin kahramanca çarpışması sonucu Macar or­dusunun bütünüyle yok edilmesi dünyada hayranlık uyandırdı. 

Pa­dişah muzaffer ordusuyla Budin üzerine yürüyüşe geçti. Macaris­tan’ın başşehri olan Budin halkı, ordularının yok oluşunu öğren­dikleri halde krallarının ve bu savaşta ölen evlatlarının yasını tut­madan şehrin anahtarını padişaha teslim ettiler. Osmanlı ordusu zafer sevinci, neşe ve gurur içinde yürüyüşüne devam ederek 13 Eylül 1526 günü, artık kendi memleketlerinin bir parçası olan Macaristan’a ve onun başşehrine girdiler. 

Bu savaştan sonra hiçbir avrupa hükümdarı bir meydan savaşında Kanuni'nin karşısına çıkmaya cesaret edemeyecektir. Kanuni tarihi kayıtlara Muhteşem ünvanı ile düşülecektir. 

Kaynak: Sadettin Pirali-Mohaç Savaşı ve sonrası-Hayat Tarihi Mecmuası 

Yılmaz Öztuna-Osmanlı Padişahlarının Hayat Hikayeleri 

 

 
Toplam blog
: 152
: 10713
Kayıt tarihi
: 16.08.07
 
 

TARİH ÖĞRETMENİ MEB DENİZLİ  AĞRI AFYON  ..