Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '08

 
Kategori
Güncel
 

Mustafa’dan, Mustafa Kemal Atatürk’e

Mustafa’dan, Mustafa Kemal Atatürk’e
 

Yıllardır gündelik yaşantımızın merkezindedir, Mustafa Kemal Atatürk… Söylediği her söz, yaptığı her hareket öyle ya da böyle mutlak surette ses getirmiştir… Kimseler de ondaki bu gücün nereden geldiğini, bu kadar meseleyle nasıl baş edebildiğini, toplumun yaşadığı onca karmaşa ve çöküş içerisinde nasıl olup da doğruları, mükemmel bir zamanlamayla uygulamaya koyduğunu bir türlü anlayamamıştır… Ama ona inanmaya, ona güvenmeye devam ede durmuşlar veyahut da tam tersi bir hareketle şüpheyle yaklaşmışlardır. Bu şüpheleri aynen, İnsanoğlu’nun var olduğu günden bu yana kendisini korkutan doğayı tanımak için verdiği mücadeleye benzetebiliriz. Şüpheler ve korkular azaldıkça insanoğlunun doğaya daha bir yaklaşmasına benzer sonuçların ortaya çıkması da kaçınılmazdır. Ancak bu sürenin uzayıp kısalmasının Mustafa Kemal Atatürk’ün çocukluğunun ve gençliğinin de çok iyi anlaşılmasına bağlı olduğunu düşündüğümden, böylesi bir yazı yazmayı istedim.


Türk toplumunun çok büyük bir kesimi, Atasının, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkana kadarki hayatı hakkında detaylı bilgi sahibi olmadığından, O’nun Tanrının kendisine armağanı olan aklını, çok sevdiği toplumunun yararına, yani, onun her alanda bağımsızlığı için nasıl kullandığını anlayamamıştır. Doğduğu pembe evle, kovaladığı kargalarla, kendisine Kemal adını da kullanmasını öneren Matematik öğretmeniyle, Çanakkale Savaşlarındaki başarılarıyla bildiğimiz 19 Mayıs 1919’a kadar ki dönemde gizli olan ayrıntıların, Küçük Mustafa’yı koskoca bir milletin makûs talihini değiştiren Mustafa Kemal Atatürk’ü ortaya çıkaran gerçekleri sakladığını düşünüyorum.

Kendisinin sonsuzluğa intikalinden sonraki dönemlerde ise, başlattığı “Aydınlanma Hareketinin” neden en yakınındaki kişilerce dahi devam ettirilemediğinin nedeninin de, sadece 19 Mayıs 1919’dan sonraki hayatına yoğunlaşmamızdan kaynaklandığını düşünüyorum. 19 Mayıs 1919’dan önceki dönem tam olarak algılanmadan, toplumda gerçek bir aydınlanma yaşanmadığından, toplumun sürekli olarak patinaj atması sonucu Mehter Takımı gibi iki ileri bir geri gideceğimiz konusunda da hiçbir şüphe taşımıyorum.

Öncelikle, O’nun çocukluk ve gençlik yıllarından başlayarak tek hedefinin Tanrının insana verdiği aklın en bağımsız şekilde kullanılması için verdiği mücadelenin, kendisini olaylara ve gelişmelere bu kadar hâkim ve toplum yararına olan her şey için anında duruş alır yapıya büründürdüğünü düşünüyorum. Bu özgürleşmesini elbette ki insanüstü çabalarıyla, kendisini sürekli okuma ve çok iyi gözlemleme yeteneğini kullanarak daha da güçlendirdiğinde hiçbir şüphe yoktur.

Andrew Mango’nun “Atatürk; Modern Türkiye’nin Kurucusu” isimli kitabının bir paragrafında Mustafa Kemal Atatürk’ün bu aklın ve ruhun özgürleşmesi yolculuğu sırasında, en zorlu durak olan “Bir bireyin en yakınındaki aile fertlerinden, kişisel gelişimini tamamlamak için aldığı özgürlüğünü alma” durağındaki davranışları anlatılmıştır. Sanırım bu paragrafta anlatılanlar, toplumun çoğunluğunun çocukluk ve gençlik dönemlerinde yapamadığı bazı ayrıntıları içeriyor.

Paragrafta yazılanları, noktasına, virgülüne dokunmadan sizlere paylaşmak istiyorum: “Çocukluğumdan beri bir tabiatım vardır. Oturduğum evde ne kız kardeş, ne de ahbap ile beraber bulunmaktan hoşlanmazdım. Ben, yalnız ve müstakil bulunmayı çocukluktan çıktığım zamandan itibaren daima tercih etmiş ve sürekli olarak öyle yaşamışımdır. Tuhaf bir halim daha var, ne ana-babam çok erken ölmüş- ne kardeş, ne de en yakın akrabamın kendi zihniyet ve telakkilerine göre bana şu veya bu tavsiye ve nasihatte bulunmasına tahammülüm yoktu. Aile arasında yaşayanlar elbette ki bilirler sağdan soldan, pek saf ve samimi ihtarlardan masun bulunamazlar. Bu vaziyet karşısında iki tarz-ı hareketten birini intihap etmek zaruridir. Ya itaat, yahut bütün bu ihtar ve nasihatleri hiçe saymak. Bence ikisi de doğru değildir. İtaat nasıl olur, en aşağı benimle yirmi, yirmi beş yaş farkı olan anamın ihtarlarına itaat maziye ricat etmek değil midir? İsyan etmek, faziletine, hüsnüniyetine, yüksek kadınlığına kani olduğum anamın kalbini, telakilerini altüst etmektir. Bunu da doğru bulmam”. Bu paragrafı böyle ifade ettikten sonra Andrew Mango şöyle devam ediyor: “Anlaşılan ikilem çözülmüştü, çünkü Atatürk konuşmasına devam ederken, ‘Maahaza size bu münasebetle anamın ve kız kardeşimin inkılâp işlerinde bana inandıklarını ve hizmet ettiklerini de zikretmeliyim’ diyecekti. Ailesinin kadınları ona hizmet ettikçe kendisi de onlara karşı hem sert hem de nazik olabiliyordu. Aksini söylemsine karşın Atatürk en azından Batı ülkelerinde kabul edildiği gibi yalnız bir yaşam sürmedi. Geleneksel toplumlarda yaşam her zaman kalabalık arasında geçer ve onun hem çocukluğunda hem de büyüdükten sonra çevresinde daima arkadaşları, akrabaları ve meslektaşları oldu. Yine de hep kendi kararını kendisi verdi ve yakın çevresine hükmetti. Atatürk sadece önderlik konumunun gerektiği anlamda yalnız oldu”.

Andrew Mango’nun da dediği gibi, geleneksel toplumlarda ve geleneksel olarak kalmakta direnen toplumlarda (Muhafazakâr Demokrasi’nin hâkim kılınmaya çalışıldığı toplumlarda) kişinin yalnız kalması hiç kolay olmadığından, kişinin kendi ruhunun derinliklerini dinlemesi ve evrenin kendisine özel olarak yolladığı mesajları algılaması da imkânsız olur. Bunun sonucu olarak da, o toplum (ülkemiz), Dünyadaki gelişimin lokomotifi ya da en önde gelen vagonlarından olma şansını yakalaması mümkün olmaz. Böyle olunca da ülkemizi yönetenler, enerjilerini olumlu faaliyetler için kullanamadığı zaman, insanlarını 1400 yıl önce yaşanan Dünya gerçeklerine uygun olarak ve en mükemmel şekilde yaşanan doğruları bugün de yaşamaları için zorlamaya başlarlar. Bunda da inat ederler, 1400 yıl önce verilen mesajlarda, değişimin, insanoğlu yeryüzünde beden olarak var olduğu sürece kaçınılmaz olduğu vurgulandığı halde. Günümüzde yaşam, ister kabul edin ister etmeyin 1400 yıl önceki gibi yaşanamaz, bunun böyle olamayacağını Gerçek İslamiyet’i algılayanlar gönül rahatlığı içinde dillendirmekte sakınca görmüyorlar.

Muhafazakâr toplumlarda kişinin kendi bağımsızlığını alamayışının veyahut alsa da, onu elde edinceye kadar hem kendisinin hem de içinde bulunduğu toplumun çok sıkıntı çekerek almasının ana nedenlerini de kısaca sıralamakta fayda var diye düşünüyorum. Bunlar kısaca şunlardır:

x Çocukluktan başlayan aile içi yönlendirmeler

x Çevre baskısı

x Büyük akrabaların aile meclislerinde eğitim ve kültür düzeylerine bakılmaksızın sürekli olarak manevi destek almaları ve söz hakkına sahip olmaları

x Okulda, toplumda mevcut kırsı döngüden dolayı, özgürlüğün anlamını anlayamadan öğrenci eğitmeye çalışan öğretmenler

x İş yerinde patron

x Ve de tabi ki insana huzur vermesi için yaşanması gereken dinin, korku silahı olarak kullanılması

Bu bağımsızlaşma ve gerçekleri daha iyi algılayarak zamanında ve akılla müdahale edebilme yetisine sahip olabilme mücadelesi ile yukarıda kısaca özetlediğim sorunlara karşı elde edilen başarının sonunda varılan noktayı aydınlanma olarak da adlandırabiliriz. Bu noktaya varmadan, kişilerin gerçek anlamda demokrasiyi yaşayamayacakları ve kendilerini yönetenlerin, yönlendirenlerin elinde oyuncak olacakları da şüphe götürmez bir gerçektir.

İşte, Küçük Mustafa’nın, Mustafa Kemal Atatürk’e dönüşümü, O’nun böylesine zorlu bir yolculuğa çıkabilme cesaretini kendisinde görebilmesinden ve bu yolculuğun son durağına da başarıyla ulaşmasından kaynaklanmaktadır.

Ancak üzülerek söyleyebilirim ki, günümüzde toplumumuz, bu ayrıntıları bilmeden, bu özgürleşmeyi kendisi dahi yaşayamamış binlerce Atatürk sevdalısı ile dolu… Bu sevda, karşıdakinin ruhunu anlayamadan yaşanan bir sevda olduğundan da ne yazık ki mutluluk yerine, insanlara sıkıntı veriyor… O nedenden zaten, Cemal Kutay “Atatürk’ü anlayamayan Atatürkçüyüm demesin” diyerek, Atatürk’ü anlayamayan Atatürkçülerin (ki bunları Atatürk’ü anlamak istemeyip de, ona sürekli zarar vermek isteyenlere tercih ederim çünkü onlar doğruları gördüklerinde çok daha çabuk kabullenirler) toplumu yanlış taraflara çekebileceğine işaret etmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün ya da başka toplumlarda onunkilere benzer sarsıntılar yaratarak ve o an, içinde bulundukları toplumlar için en iyisini elde etme çabası içerisinde başarılı olan insanların gerçek hayat öykülerinin incelendiğinde, büyük çoğunluğunda, bu özgürlüğün mevcut olduğunu göreceksiniz… Böylesi özgürlüklerin yaşanmadığı yerlerde, ülkelerde, bölgelerde ise yani, Muhafazakâr Demokrasi’nin hâkim olmaya çalıştığı alanlarda ise tek düşünen olur ve toplumun o tek düşünene göre hareket etmesi istenir. Bu düşüncenin doğruluğu o toplumda tartışılmaz, sadece koyun gibi bir yöne doğru hareket edilir.

Bence, Türkiye’nin bugünlerde yaşadığı sıkıntıların tek nedeni de, toplumun, yıllardır hızla bölünen kanser hücrelerinin sarmasıdır ki, bu hastalığın, bu kadar hızlı gelişeceğini tahmin dahi edemeyen insanlar büyük şaşkınlık yaşamaktadırlar.

Ancak bir hastalığının tedavisinin başlangıcının, o hastalığını tanısı olduğu unutulmadan, bu hastalığa karşı mücadele edilme zamanı gelmiştir. Bu tedavi yer yer kendimize dahi tatbik edeceğimiz anlar gelecektir -ki bu durumda, korkmadan yolumuza devam edersek, aydınlanmış bir toplumda yaşamanın hazzına hep beraber varabiliriz.

Toplumumuzun, yeni Mustafa Kemaller (binlerce, on binlerce, milyonlarca)çıkarabileceğinin umudunu hep taşıdım/taşıyorum. Ancak bu uyanışın, bilerek ya da bilmeyerek, O’nun, bireyin sadece Devlete karşı özgürleşmesiyle değil, muhafazakâr toplum yaşamından sıyrılarak, aklını ve ruhunu özgürleştirmesiyle mümkün olabileceğini de ifade ettiğini göremeyen insanlarca yavaşlatıldığı gerçeğinin herkes tarafından bir an önce kabul görmesi gerektiğini düşünerek, bu yazıma da burada nokta koyuyorum…

 
Toplam blog
: 128
: 898
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

Kimim? Nereden gelir, nereye giderim?29 Kasım 1970 tarihinde Türkiye'nin Doğu-Batı geçiş yolunun en ..