Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Mayıs '15

 
Kategori
Yurtdışı Tatil
 

Mutlu erguvanlar ülkesi: Bulgaristan - Romanya

Mutlu erguvanlar ülkesi: Bulgaristan - Romanya
 

Nesebar Adası - Bulgaristan


Bir gece boyunca süren otobüs yolculuğumuzun ardından sisler arasında gözlerini açmaya çalışan Nesebar’ a ulaşıyoruz. Nesebar uyku mahmurluğunu hızla atarken sis perdesi aralanıyor ve hafif bulutlu bir hava ortaya çıkıyor. Henüz açılmamış turizm mevsiminin de etkisiyle küçük, şirin sokaklar boş ve sakin. Islak parke taşlardan yağmurun yeni kesilmiş olduğu anlaşılıyor.

Nostaljik Nesebar evlerinin yer aldığı bu sokaklardan birinde açık havada yapılan kahvaltının verdiği keyifle bomboş sokaklara dalarak sabahın ilk saatlerinde birbirinden renkli görüntüleri fotoğraflamak oldukça zevkli… Çocuklar gibi neşe içinde bir sokaktan diğerine koşuşturuyoruz. Her köşede karşımıza çıkıveren bir tarihi kalıntı, bir şirin kilise veya minik ahşap bir ev insanı tatlı şaşkınlıklara sürüklüyor. Bu nedenle Nesebar’ a kendi aramızda ‘’Neşevar’’ adını yakıştırıyoruz.

Nesebar, Cunda Adası gibi ana karayla bağlantılı bir ada konumunda… Bu antik kent 1983’ ten beri Unesco Dünya Kültür Mirasları Listesi’nde yer alıyor. Geçmişte Traklar’ dan başlayarak bir yerleşim yeri olmuş ve Grek kökenli halklar orjin olarak burada yaşamaya başlamış. Bulgarlar’ ın aslının Avarlar olduğu ve daha sonraki dönemlerde Slav etkisi altında kaldıkları söyleniyor.

Nesebar’ da özellikle manastır şeklinde onlarca kilise var ve Bulgaristan’da manastır kültürünün en fazla görüldüğü bölge burası… Nesebar Adası’ na kimliğini kazandıran da işte bu özelliği… Bin yıllık Roma, Bizans ve Ortaçağ kalıntıları ile Bulgar kiliseleri ön planda… 13-14. yüzyıllardan kalma kiliselerin dış cephe tasarımları oldukça ilginç… Bu şirin kiliselerin çoğu bazilika ve haç planlı olarak inşa edilmiş. Özellikle Trabzon’ daki Ayasofya Kilisesi tarzında olanlar dikkatimizi çekiyor. İklim benzerliğini de düşündüğümüzde neredeyse kendimizi Ayasoya Kilisesi’ nin tam karşısında sanacağız. Tarihî – kültürel benzerlikler zaman ve mekân kavramlarını bir an için de olsa yitirmiş gibi hissettiriyor insana.

Bulgaristan’ a adım atar atmaz henüz sisler arasında kendini göstermeye başlayan yeşil doğa, günün ilerleyen saatlerinde gözlerimize renkli bir şölen sunuyor. Yeşilin arasından tüm coşkunluklarıyla bizleri selamlayan leylaklar ve erguvanlar ruhumuzu da morun tonlarına boyuyor,  dinlendiriyor. Günlük yaşam koşturmacasından bu yıl kaçırdığımız Boğaz’ daki erguvan manzaralarının tadını Nesebar erguvanlarıyla telafi edebildiğimiz için kendimizi şanslı hissediyoruz. Belli ki bu bölgenin toprağı erguvanları çok sevmiş ve onlar da toprağını seven her çiçek gibi mutluluklarını coşkunluklarıyla yansıtmışlar. Bu nedenle bu mor çiçeklerinden  birini okşarken Nesebar’ a ‘’Mutlu Erguvanlar Ülkesi’’ diye fısıldıyorum sessizce.

Şirin kiliseleri, dar sokaklarındaki cumbalı evleriyle buram buram tarih kokan ve gezimiz boyunca gönüllerde yer eden iki mekândan biri olan Nesebar’ dan ayrılarak bir buçuk saat uzaklıktaki Varna’ ya doğru hareket ediyoruz. Aynı şekilde yeşil rengin gözlerimizi aldığı Varna yolu boyunca ara ara dinletilen Nazım Hikmet şiirleri yolculuğumuza farklı bir tat katıyor. Nazım Hikmet en güzel şiirlerini özellikle Varna ile ilgili olanlarını burada yazmış.  Ünlü şairin en son 1957 yılında olmak üzere yaşamı boyunca üç dört kez bu kente geldiğini de hatırlıyoruz bu arada…

Kübik, oldukça dik ve galvaniz çatılı evleriyle hemen dikkatimizi çeken Varna, Bulgaristan’ın üçüncü büyük şehri olarak biliniyor. Toplam altı üniversitenin bulunduğu bir üniversite şehri, aynı zamanda bir liman kenti.  ‘’Karadeniz’in İncisi’’ olarak bilinen Varna, Tuna’nın ağzına yakın olması, ilginç mimarisi ve turistik özellikleri ile öne çıkıyor. Rokoko ve barok karışımı mimari yapıları ile de turistlerin dikkatini çekmeyi başarıyor.

Özellikle gülleri ile ünlü Bulgaristan’ın hemen her bölgesinde gül katkılı çeşitli ürünlere rastlıyoruz. Fiyatlar da uygun olunca gül kremleri, güllü kokular almaya doyamıyoruz, güllü lokumlardan ise uzak durmaya çalışıyoruz.

Roma Hamamı, Arkeoloji Kompleksi, Bazilika, Katedral ve Kordon’daki kulüpler, barlar, kafe ve restoranlar Varna’ yı gece gündüz günün her saatinde canlı tutan özelliklerinden… Otelimiz sahil şeridinde olduğu için saat kaygısı olmadan Kordon boyunca yürümek çok hoşumuza gidiyor.

Ertesi sabah erkenden yine iki günlüğüne bu kez Varna’ ya yaklaşık bir buçuk saat uzaklıktaki Romanya’ ya geçiyoruz. Buradaki ilk durağımız Köstence… Komünizm döneminde yapılmış blokların sıralandığı Romanya, birbirlerine çok yakın mesafelerde olmalarına rağmen Bulgaristan’dan oldukça farklı... Romanya gözümüze daha da yeşil, daha gelişmiş ve modern geliyor.

Romanya girişinde mola verdiğimiz konaklama tesisinde çayın yanında şeker yerine bir minik paket bal vermeleri ilginç geliyor. Aynı yerde birkaç dakikalığına masada unuttuğum ve dönüşte bulamadığım fotoğraf makinemde giden Bulgaristan fotoğraflarının acısını ballı çayla tatlandırmaya çalışıyorum. Bu nedenle cep telefonuma daha da bir sahip çıkıyorum ki hiç olmazsa Romanya’ yı fotoğraflamayı başarabileyim.

Osmanlı Dönemi’ne baktığımızda tarihteki Eflak - Boğdan bölgesinin neredeyse üçte ikisi bu ülke sınırları içinde yer alıyor. Osmanlı Devleti onca ülkeye karşın ilginç bir şekilde Romanya’ yı işgal etmeyi hiçbir zaman düşünmemiş, burayı daima tampon bölge olarak kullanmayı tercih etmiş.

Romanya’da da ilk yerleşimi Traklar kurmuş. Araba markası olarak bildiğimiz Dacia’ nın aslında tarihte Traklar’ ın bir kolu olduğu, Spartaküs’ ün Traklı olduğu gibi tarihî ayrıntılar da bilgi dağarcığımıza işleniyor. Adını Romanus’ tan alan Romanya’ya romantik şair ve yazarların da bu adı vermiş olduğunu öğreniyoruz.

Ülkenin coğrafi yapısı Bükreş’ e varana kadar ovalar şeklinde kendini gösteriyor. Bükreş’ ten sonra ise Karpatlarla birlikte dağlık bölge başlıyor. Köstence - Odessa arasında salınan Tuna Nehri Köstence’ ye ayrı bir önem kazandırıyor. Bu kent Karadeniz’ in en önemli limanlarından biri durumunda… Köstence - Bükreş arasında iki kez Tuna’ dan geçiyoruz. Tuna ile burada da karşılaşmak otobüsümüzde yol yorgunluğuna karşı direnerek uyanık kalanlar için ilginç bir deneyim oluyor. Batı Avrupa’ nın hayat damarı olan Tuna oldukça ilginç bir nehir… Almanya’ nın güneyinden doğarak on ülkeden geçiyor ve deltalarıyla birlikte toplam on dokuz ülkeye etki ediyor.

Gerek Tuna Nehri gerekse demiryolu ulaşımı sayesinde Avrupa’ nın içine girmesi Köstence’ nin önemini daha da arttırıyor. Çünkü kentin stratejik önemi büyük ve ciddi anlamda ticaret yapılıyor. Yaklaşık beş yüz bin nüfusa sahip olan Köstence’nin on kilometreye yayılan bir liman oluşumu var. Bol miktarda lagünün yer aldığı iki yüz elli kilometrelik bir alana Tuna’ dan çıkan kollar yayılmış.

Tıpkı Varna gibi burada da kentin bakımsızlığı gözlerden kaçmıyor. Mahmudiye Camii’ ni, Ortodoks Katedrali’ ni, Romen Katolik Kilisesi’ ni, Saligny Anıtı’ nı, deniz fenerini, tarihî surları gezip görmek ve dünyaca ünlü Mamaia sahilinin sezon dışı sakinliği eşliğinde bir fincan kahve keyfini yaşamak, Latin Edebiyatı’ nın önemli şairlerinden Publius Ovidius Naso’ dan adını alan Ovidius Meydanı’ ndaki yapıları gözlemlemek şehrin bu olumsuzluğunu unutturan sayısız güzelliklerden…

Köstence sahili boyunca büyük oteller sıralanmış. Burası o denli büyük bir alan ki otellerin aralarında ulaşımın sağlanması için sık aralıklarla teleferik sistemi kurulmuş. Birkaç sene öncesine kadar Türkiye’ nin Ege ve Akdeniz sahillerinden ev almaya rağbet eden Avrupalı turistlerin gerek bizdeki fiyatların artmış olması gerekse yazları burada havanın daha ılık olması gibi nedenlerle artık Varna - Köstence sahiline yöneldiklerini öğreniyoruz. Fakat buralarda fiyatlar ne kadar avantajlı olursa olsun Türkiye’ ye göre fazla cazibesinin bulunmadığı ve hiçbir yönden ülkemiz sahilleriyle kıyas kabul etmeyeceği çok açık…

Bu kez Köstence’ den Bükreş ’e doğru yola çıkıyoruz. Romanya’ daki şehirler arası yolculuğumuz boyunca geniş arazilere ekilmiş göz alabildiğine uzanan, zevkle izlediğimiz sarı güzelliğin, kanola yağının kaynağı olan ve bu bölgede kolaylıkla yetişen kanola bitkisi olduğu bilgisini alıyoruz. Kilometreler boyunca yeşilliklerin arasından sundukları bu sarı şölenden dolayı kanola bitkisini artık daha çok seviyoruz.

Bükreş iki milyon nüfusuyla ülkenin en büyük kenti… Şehrin tarihi bölümü iki futbol sahası büyüklüğünde bir alanı kaplıyor. En hareketli yeri merkez konumundaki Cumhuriyet Meydanı… Büyük Kütüphane, Zafer Takı, Millî Tiyatro, Çavuşevsku döneminde yapılan Parlamento Binası, Kraliyet Sarayı ve Bükreş Üniversitesi binası, görüldüğünde etkileyen yapılardan…

 Bölge mutfağının kendine has bir özelliği yok; Lübnan, Çin ve İtalyan mutfakları ön planda… Bükreş her daim bir yönetim merkezi olmuş. Güç kavramını yansıtmaları açısından binaların devasa mimarileri göze çarpan en önemli unsurlardan… Bükreş bu gezideki ikinci ve son konaklama yerimiz oluyor.

Ertesi sabah yine erkenden son durağımız olan ve gezimizin ilk durağı Nesebar’ la birlikte gönlümüzde ayrı bir iz bırakan Filibe’ ye (Plovdiv) doğru hareket ediyoruz. Bu güzergâhta tekrar Bulgaristan’ a dönerken  Romanya ve Bulgaristan arasındaki dostluğu sembolize etmesi için 1952 yılında inşa edilmiş olan ve farklı bir görselliği bulunan Dostluk Köprüsü’ nün üzerinden geçiyoruz.

 Bulgaristan’ ı boydan boya bölen Rodop Dağları’ nı aşarak ulaştığımız Filibe sekiz bin yıllık tarihiyle Avrupa’ nın en eski şehirlerinden biri, aynı zamanda ülkenin ikinci büyük kenti… Tepelerin üzerine kurulmuş bambaşka bir ruhu olan bu şehir akropol geleneğini yansıtıyor. Adını Osmanlı Dönemi’nde İskender’in babası İkinci Philippe’ ten alan şehir, Makedon, Trak ve Roma Krallıkları dönemlerinde farklı isimlerle anılmış.

Mimarisinin güzelliği ile göz okşayan Cuma (Hüdavendigâr) Camii, Türk kimliğini yansıtıyor. Bu tarihî caminin dışında Eski Plovdiv, Antik Tiyatro, en hareketli caddesi olan Batenberg Plovdiv’in görülmeye değer mekânlarından…

19. yüzyıl Bulgar mimarisi, Antik Yunan ve Osmanlı mimarilerinin iç içe geçtiğini düşünürsek Filibe’nin görenleri niçin büyülediğini tahmin edebiliriz. İnsan kalabalığından ayrılarak tek başınıza bir kenarda oturup şehri ve mutlu sakinlerini izlemek, kısa süreliğine de olsa Filibe’ de yaşıyor olma duygusunu hissetmek meditasyon yapmışçasına huzur veriyor. Burası tadına doyum olmayan, görülesi hatta yaşanası bir kent… Güzeller güzeli Filibe ‘Bir başka sefere… ‘’ diye çeşitli dileklerde bulunarak ayrıldığım şehirler arasında yerini alıyor.

Bulgaristan - Romanya rotası Karadeniz iklimi eşliğinde doğal güzelliklerle huzur bulmak, zengin tarihî dokuyu hissetmek ve dinlenmek isteyenler için ideal bir seçim. Eğlenceyi tercih edecek olanlar için de uygun olan bu bölge, ucuz ve çeşitli mekân alternatifleriyle turistlere geniş bir yelpaze aralığı sunuyor.

 
Toplam blog
: 28
: 1805
Kayıt tarihi
: 31.07.13
 
 

İ.Ü Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ..