Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mart '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Mutluluğun yolu

Sizlere New York'ta başımdan geçen bir anıyı öyküleştirip yazıyorum, umarım beğenirsiniz, yorumlarınızı bekliyorum...

New York dünyanın en büyük ve en güzel şehirlerinden biri. 24 saat uyumayan, insanlara her an yeni ve heyecanlı şeyler sunan bu şehir, insanı yoruyor... Ben de Times Meydanı’nın o yoğun kalabalığında sağa sola koşturmaktan yorgun bir şekilde arka sokaklarda bulduğum bir Dunkin Donut'a girdim ve kahve içmeye başladım. Dışarıda serin bir ilkbahar günü vardı ve insanlar acayip bir koşturmaca içinde idi. Elimdeki kitapçıktan New York'la ilgili gezilecek yerlere bakarken biri bana İngilizce bir soru sordu.

-"Ground Zero'ya nasıl gidiliyor biliyor musunuz?"

Tam yanımdaki sandalyede oturan genç bir adamdı soruyu soran. Yanında 10 yaşlarında bir çocuk vardı. 11 eylül 2001'de yıkılan Dünya Ticaret Merkezi’nin yerine yeni yapılan binanın inşaatını görmek istiyorlardı.

-"Metro ile gitmeniz lazım haritada açıklayayım" dedim ve elimdeki metro haritası ile hangi trenle nasıl gideceklerini açıklamaya başladım. Genç adamın mavi gözlerinde belli belirsiz bir hüzün belirdi.

-"Çok mu uzak yürüyemez miyiz?" Sanırım fazla parası yoktu ve yürüyerek gitmek istiyordu.

-"Yo yürünecek kadar yakın değil bayağı uzak ama metro ile çok az sürer" dedim.

-"Ne olur gidelim baba çok merak ediyorum"dedi babası ile aynı gözlere sahip mavi gözlü tombul yanaklı çocuk.

-"Aaa! O sizin oğlunuz mu? Kardeşiniz sandım kaç yaşındaşınız siz ?"

-"29"

-"Kesinlikle daha genç gösteriyorsunuz, kaç yaşında baba oldunuz?

-"19 yaşında idim ama 15 yaşından beri baba olmak istiyordum. Bir sevgilim vardı. 3 yıl uğraştık olmadı, ama evlendiğimin ertesi ayında baba olacağımı öğrendim... Demek Allah evlenmeden anne-baba olmamızı istememişti!"

-"Çok erken değil mi? daha kendiniz çocukmuşsunuz."

-"Öyle işte benim hayatım orada duruyor" diye oğlunu gösterdi.

-"Çok erken evlenince bir sürü şeyden fedakarlık etmek zorunda kaldım. Sonra bir de kızımız oldu; okulu bırakıp, çalışmak zorunda kaldım. Ama çocuklarım benim mutluluğum. Onlara bir şey olursa yaşayamam"

-"Kızınız ve eşiniz nerde?

-"New Hampshire'da, eşim başkası ile evlendi. 4 yaşında bir kızı daha var. Eski eşim, onun eşi ve benim yeni eşim hep beraber gayet mutlu yaşıyoruz. Bak, burada 3 çocuğumun adı ve doğum tarihleri yazılı" diye kollarındaki dövmeleri gösterdi, eşinin başkasından olan kızı da onun vaftiz çocuğu olmuş, kendi çocuklarından ayırmadan onun ismini ve doğum tarihini de koluna dövme olarak yazdırmıştı.

-"Peki başka çocuk istiyor musunuz?"

-"Yok, artık yok istemem çok büyük sorumluluk. Bunlar yeter bana..."

-"New Hamshire'dan nasıl geldiniz?"

-"Motorsikletle, onu garaja bıraktık. New York'ta motorsikletle gezmek zor. Zaten dün arıza yaptı, Connecticut'ta konaklamak zorunda kaldık. Az önce orada tamir sırasında tanışıp evinde kaldığımız aile telefon etti. Dönüşte de orada kalmamızı istiyorlar. Bu akşam döneceğiz. Oğlum New York'u çok seviyor. Burada yaşamak istiyor 8 saat motor sürüp 2-3 ayda bir getiriyorum. Burada mutlu oluyor diye"

-“Büyük fedakarlık, niye daha uzun kalmıyorsunuz? Bir gün için onca yol çekilir mi"

-"Oteller pahalı, ayrıca oğlumun okulu var dönmemiz lazım"

Haritada metroyu tarif ederken elleri dikkatimi çekmişti tırnaklarının içindeki kirden, ellerindeki nasırdan çok ağır bir iş yaptığı belli idi ve metronun, $2 olduğunu öğrenince biraz üzülmüştü. Çünkü gidiş-dönüş iki kişi için $8 ona çok geliyordu. Bu yoksul hali ile oğlunu sevindirmek için yaptıkları, 29 yaşındaki bu genç babaya yardım hissi doğurdu bende. Ama alınır, kırılır diye çekindim. Çünkü oğlunun gözünde o bir ilahtı. Onun nasıl motorsiklet kullandığını anlatışı bile; babasına nasıl hayran olduğunu belli ediyordu.

Baba da sırf oğlu mutlu olsun diye onca yolu göze alıp geliyordu. New York pahalı olduğu için her gelişlerinde sadece Times Meydanı’nı dolaşabiliyorlardı. Daha özgürlük heykelini uzaktan bile görememişti çocuk.

-“Oğlum New York'ta yaşamak istiyor, ama bu şehir yutar adamı. Hevesini alsın diye getiriyoru. Yoksa burada okumak yaşamak zor. İleride buraya yerleşmek isterse diye ödüm kopuyor.”

-"Adın ne?” diye sordum kırmızı yanaklı küçük çocuğa.

-"Jonny"

-"İleride ne olmak istersin"

-"Güreşci"

-"Amma zor meslek, çok güzel bir yüzün var, profesyonel dövüşçü olursan bozulacağından korkmuyor musun?" Babası gururla cevap verdi;

-“Ama çok başarılı o, bölge birincisi. Ulusal seçmelere hazırlanıyor, kızım da iyi dövüş biliyor. O daha ziyade kampçılıkla ilgileniyor ama beraber dağlara kamp kurmaya gidiyoruz"

Sakallı, mavi gözlü, şirin yüzlü bu genç adam çocukları ile beraber büyüyordu. Onlarla az yaş farkı olması sayesinde her şeyi beraber yapabiliyor ve parası az da olsa onların her istediğini yapmaya uğraşıyordu.

Sonra Jonny elindeki dijital makinede annesinin üvey babasının ve kızkardeşlerinin resimlerini gösterdi gururla...

-“2 anne ve 2 baba sahibi olmak güzel mi?” dedim.
Babası ile yaşayan çocuk; -"Güzel tabii " dedi "Çünkü onlar düşman değil, dördü de birbiri ile dost"

Yine de bu toplu aile yaşantısı bana garip gelmişti. Jonny ve babası büyük şehirde yaşayan ukala ve soğuk Amerikalılardan ne kadar farklı idi. İkisi de cana yakın ve konuşkandı. O küçücük hayatlarına böyle heyecanlar katmayı ve gittikleri her yerde dostlar edinmeyi biliyorlardı.

Bir adres sorma ile başlayan sohbet uzadıkça onların hayatları hakkında daha çok bilgi sahibi olmaya başlamıştım. Ve küçük yaşta baba olduğu için kendi hayatında bir sürü şeyden fedakarlık eden bu genç adamın oğlunu gösterip;

-"İşte benim hayatım orada duruyor, yaşamadığım ertelediğim bütün düşlediklerim onda" demesi ne kadar duygusaldı. Çocukta bunun farkında idi.

Zaten yaşam seçimler üzerine kurulu değil mi idi? Bazen hayat istemediğimiz yönde gelişir. Bu adam, bu çocuğu, bu genç yaşında istemişti ve ona erken sahip olduğu için mutlu ve gururlu idi. Ama istemeden kaza ile olsa acaba ona bu sevgi ve şefkati gösterebilecek miydi? Yoksa ona gençliğini hayallerini çalan hayatını zorlaştıran biri olarak mı bakacaktı.

Hava kararmak üzere idi ve çocuk dünyanın en büyük gökdeleni olacak binanın inşaatını gün ışığında görmek için sabırsızdı. Baba-oğula veda ettim. Arkalarından bakarken içimde garip tarif edilmeyen bir duygu oluşmuştu. Galiba onların bu ilişkisini kıskanmıştım. Bir an annem ve babamı özledim. Yaşamlarının son yıllarında anlamaya başladığım annem ve babam artık yoktu.

Onlar da bizler için nelerden vazgeçmişti. Mesela ben, babamın Amerika hayalleri olduğunu ve bu memlekete NATO'da çalışmak için gelmek istediğini, bu nedenle İngilizce dersler aldığını, ama ben doğunca bu hayalden vazgeçtiğini çok geç öğrenmiştim. Ölmeden birkaç ay önce Amerika'ya beni ziyarete geldiğinde söylemişti. Aslında hepimiz başkalarını mutlu ettiğimizde mutlu oluruz. Mesela babamın Amerika'yı görmesine burada yaşayarak ben vesile olmuştum. Ama ölmeden Hindistan'ı görme hayalini gerçekleştiremedim. Bir çocuğum olsaydı, kim bilir neler yapardım onun gözünde bir mutluluk parıltısı görmek için.

Ama insanlar büyüdükçe bu parıltıyı da kaybediyor galiba. Çocukları mutlu etmek daha kolay. İnşallah Jonny büyüyünce babasının onu mutlu etmek için maddi-manevi nasıl fedakarlıklar yaptığını anlar. İnşallah bütün çocuklar anne ve babalarının kendileri için feda ettiklerini anlar ve onlara bu nedenle bir kez daha minnet duyar.

Kafeteryadan çıktığımda hava kararıyordu. İçimden "İnşallah yetişirler de küçük Jonny inşaatı aydınlıkta görebilir" diye düşündüm. Hatta Allah’a dua ettim başkasının mutluluğu için. Allah’a dua etmeyeli ne kadar çok zaman olmuştu. Hatta kendim için bile etmiyordum ne zamandır. Küçük Jonny bende yarattığı değişikliği bilse ne hissederdi acaba ama bir an elimdeki tüm imkanları başka insanların mutluluğu için harcamaya karar vermek bile içimde bir mutluluk yarattı.

Times Meydanı yine tıklım tıklımdı. Hava kararmış ve neonlar yanmaya başlamıştı, ışık cennetinin içinde yine insanlar sağa sola koşturup duruyordu. Televizyon istasyonlarının neonlarında Irak Savaşı'nda ölenlerle ilgili haberler geçiyordu. Burada neşe ve eğlence devam ederken bu ülkenin savaşta olduğu başka bir ülkede bir çok masum insan sebepsiz yere ölüyordu. Burada bir sürü yemek çöpe giderken orada açlık ve ölüm kol geziyordu. İsrail, Filistin’de çoluk çocuk demeden sivilleri öldürüyordu. Buna kim ve nasıl dur diyecekti? Türkiyemde bazı insanlar son model dizayn bir çantaya binlerce TL sayarken doğuda uzak bir hastanede ilaçsızlıktan bir minik can veriyordu. Bu haksızlık bu eşitsizlik örnekleri o kadar çoktu ki. Hangisini, ne kadarını düzeltebilirsiniz? Bir tek insan ne yapabilir? İşte bu düşünce beni bunca zaman alıkoyuyordu. Bir tek insan ne yapabilir? Oysa bir tek insan başka bir bir tek insana yardım etse bile dünyada bir sürü insana yardım eli uzanır. Yeter ki herkes mutluluğun yolunun başkalarını mutlu etmekten geçtiğini anlasın...

Not: Bu öyküyü benim mutluluğumu kendi mutluluklarının önüne koyan anne ve babama adıyorum.

 
Toplam blog
: 2
: 502
Kayıt tarihi
: 17.01.09
 
 

Amerika' da yaşıyorum. Turizmciyim.. Yazmayı seviyorum ama ilk kez yazdıklarımı başkalarına sunuyoru..