Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '12

 
Kategori
İlişkiler
 

Mutluluk

Mutluluk
 

Hayallerin gerçeklerle kesiştiği nokta yaşamımızda mutluluk olarak tarif ettiğimiz yerdir... gelin görün ki bu kesişme noktalarını her zaman yakalamak mümkün değil... o halde unuttuklarımızı hatırlamak değil midir imdadımıza yetişecek olan can suyu… Şirazlı Sadi ye ait olduğu söylenen bir öykü vardır ki merhaba demek için kendimce yakışacağını ve bundan sonraki paylaşımlarımıza vitrin olacağına inanıyorum… merhaba dostlar merhaba…

Ve anlatır Sadi;

Ülkenin sultanı onulmaz bir derde düşmüştür. Hangi hekim gelse deva olamamıştır. Günden güne huzursuzluğa boğulan sultanı ne zenginliği ne ziynetleri ne de çocukları teskin etmemektedir. Bir gün bir derviş çıkar gelir ve sultanı tedavi edeceğini söyler. Kabul ederler çaresiz. Derviş sarayın kuyumcusunu çağırır ve bir yüzük yaptırır. Yüzüğü sultanın parmağına takar. Ve derki sevindiğinde yüzüğüne bak… Üzüldün mü? Yine yüzüğüne bak der. Sultan bir şey anlamaz… Derviş anlatır;

Bir gün  yolum  bir köye düştü. Köylüler fakirdi beni misafir etmesi için Şakir isminde birinin çiftliğine gönderdiler. Yolda rastladığım bir kaç köylü bana, Şakir'in köyün zenginlerinden birisi olduğunu Haddad adında bir başka zengin daha bulunduğunu anlattılar.. 

Ben  Şakir'in çiftliğine vardım. Şakir hem misafirperver hem de gönlü geniş bir insandı. Beni kaldığım sürece memnun etti. Yola koyulma zamanım gelip, Şakir'e teşekkür ederken, "Böyle zengin olduğun için hep şükret." dedim. Şakir ise: "Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer..." diye cevap verdi. Anlamadım o zaman onu… Düştüm yollara yine.

Birkaç yıl sonra, yolum yine aynı taraflara düştü. Şakir'i hatırladım ve yanına uğramaya karar verdim. Yolda rastladığım köylülerle sohbet ederken Şakir'in iyice fakir düşüp şimdilerde Haddad’ın yanında çalıştığını öğrendim. Haddad'ın çiftliğine gittim, Şakir'i buldum, üstünde eski püskü giysiler vardı. Bir sel felâketinde Şakir'in bütün malı mülkü telef olmuş. Ailesini geçindirmek için, toprakları selden zarar görmeyen Haddad'ın yanında çalışmaya başlamıştı. Şakir, bu kez ben'i son derece fakir olan evinde misafir etti. Bir lokma ekmeğini benimle paylaştı...
Ben şaşkın bir halde vedalaşırken Şakir'e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyledim. Şakir: "Üzülme... Bu da geçeeer..." dedi. İçimden bunca olan bitenden sonra herhalde biraz aklını yitirdi diye düşündüm.

Yolum yıllar sonra yine o bölgeye düştü. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrendim. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün mirasını en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir'e bırakmıştı. Şakir, artık Haddad'ın konağında oturuyordu, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıydı. Eski dostumu iyi gördüğüm için ne kadar sevindiğimi söyledim ve yine aynı cevabı aldım: "Bu da geçeeer..."birazda kızarak yola düştüm. Ve bu cümleyle boğuşarak geri döndüm kısa bir zaman sonra.

Vardım Şakir'i aradım. Köylüler bana bir tepeyi işaret ettiler. Meğer tepede Şakir'in mezarı varmış ve taşında da: "Bu da geçer." Yazılıydı. Ben"Ölümün nesi geçecek?" diye düşünüp yine gittim. Ertesi yıl Şakir'in mezarını ziyaret etmek için geri döndüm sultanım; ama ortada ne tepe vardı ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş ve tepeyi alıp götürmüş, Şakir'in mezarından geriye bir iz dahi kalmamıştı... O zaman anladım ki sultanım bunca hay huy boşuna…

Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve sonra yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır. Yüzüğün üzerinde: ‘’Bu da geçer’’ yazmaktadır.

Doğunun asırlar öncesinden seslenen bilgelerinden, batının son dönem filozoflarına kadar insanın hayatla olan ilişkisi adına aslında genel geçer bir kaide oturmuştur… Öleceğini bilerek yaşayan tek canlı türü olup hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan tek canlı türü olmamız galiba…

İnsanlık tarihindeki savaşlar kıyımlar acılar kan ve gözyaşı ve bitmeyen kavgalar ihtiraslar işkenceler ölümler bu savı fazlasıyla destekliyor ki yazılı tarih var olalı beri en baştan bugüne bu cümle anlamını hiç yitirmiyor….

Bütün bu anlatımlarda elbette ki hayatı boş verelim bir lokma bir hırka diyerek gölge etme başka ihsan eylemez jargonuyla yaşayalım demiyorum. Zira yaşamıyoruz da… ama hayatımızı cehenneme çevirmenin bir anlamı yok. Hem de hiçbir şey için. Diğer yandan elde ettiklerimizde asla cennetimiz olmamalı. Bir ömürlük misafiriz nihayetinde…

Sürekli ben senden daha üstünüm daha akıllıyım daha çok kazanırım diyoruz…teknolojiyle hayatımızı kolaylaştırmak varken biz yaşamlarımızı kirletiyoruz…yenilgilerimizin acısını hafifleten yegane şey bir başkasının da yenilmesini izlemek oluyor… medeniyetin beşiği bu topraklarda oturuyoruz… ama unuttuk galiba dostlar… medeniyet büyüdü kocaman oldu… ve taşındı baba ocağından…kızacaksınız belki bir kısmınız… ama hepimiz ağzımız açık seyrediyor ve dinliyoruz medeniyetin uzak diyarlardan gelen haberlerini..

Burada doğmuş beşiğini salladığımız mayası olduğumuz çocuk şimdi bize yabancı… beni en çok acıtanda bu zaten…

Son yıllarda her birimizi bir şekilde etkileyen bu ekonomik siyasal çalkantılar her gün medyanın servis ettiği akıl almaz olaylar görüntüler. Giderek benimsediğimiz bu yaşam kültürünün ruhumuzda yarattığı kaotik buhranı aşıp umutla sevgiyle ve sabırla hayallerimizin gerçeklerimizle kesiştiği noktaları çokça yakalamanız dileği ile...

Her ne olursa olsun değişmeyen bir gerçek var ki o da değişimin ta kendisi…

Hasılı kelam dostlar Bu da geçer…

 

Özkan KARADUMAN

 
Toplam blog
: 10
: 697
Kayıt tarihi
: 10.03.11
 
 

İzmir'de yaşıyorum. Çeşitli dergilerde ve haber sitelerinde yazılarım yayınlanmakta. ..