Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ağustos '16

 
Kategori
Deneme
 

Mutsuz bir adamın anatomisi

Mutsuz bir adamın anatomisi
 

Gecenin ilerleyen saatinde gelmişti evine. Biraz çakırkeyif sayılırdı. Ayakta durmakta zorlanır gibi bir hali vardı. İlk iş, banyoya gitti. Yüzünü bol suyla yıkadı. Üstünü başını değiştirip, yatak odasına yöneldi. Derin bir uykuya yatmış karısını izledi bir süre. Galiba on seneye yaklaşmıştı evlilikleri. İlk zamanlar bu evliliğin korkunç derecede mutlu geçtiğini anımsamış, ama sonra ne olduysa zamanla bu mutluluğun yerini bitmek bilmez tartışmalara ve kıskançlıklara bıraktığını keyifsiz bir şekilde aklına getirivermişti. Ortada ne gibi bir kusur vardı da gelip onların mutlu başlayan evliklerini kahrı perişan etmişti. Acaba evlenmeden önce birbirlerini yeterince iyi tanıyamamış olmalarının getirdiği bir dezavantaj mıydı bu?

Derin bir nefes alıp, kendi kendisine şöyle düşündü; ‘Bu kadın bana göre değil. Benim gibi kitap okumuyor, sanat konserlerine falan da gitmiyor, varsa yoksa ev ile iş, hem görüştüğü arkadaşlarının sayısı bir ya da ikiyi geçmez. Çok sığ ve sıkıcı bir yaşamı var. Ama böyle olmasına rağmen on sene önce onu niçin bu kadar çok sevdiğimi, ona neden böylesi bağlı olduğumu bilmiyorum. Yüzünün güzel olması bir birlikteliğin temel nedeni olmamalı. Güzellik zamanla gelip geçer, kalıcı olan ise kişiliktir. Bak! Bir zamanlar adına şiirler yazdığım bu kadını şimdi eskisi gibi ne yapsam sevemiyorum. Artık bana sıkıcı geliyor. Beni bunalttığını hissediyorum. Okuduğum kitaplara bile karışıyor. Memur olamadığım, düzenli bir işim olmadığı için yazarlığımı başıma kakıp durmasından da bıktım artık. Her şeyi küçümsüyor ve evrensel düşünemiyor. Üniversite mezunu olmasına rağmen tıpkı cahiller gibi dini kuruntuları var. Mucizelere ve kadere inanıyor. Oysa ben gücümü yaşamdan alırım, kadere falan da inanmam. Neden bunları zamanında göremedim? Neden başıma bunca şeyin geleceğini hesaplayamadım? Onunla evlenmem bir hata idi. Şimdi geçmişe dönüp bakıyorum da insan âşık olmaya görsün, gözleri sevdiğinden gayrisini görmüyor. Öyle ki kusurlarını bile…’

Yatağa girmekten vazgeçip, mutfağa geçti. Kendisine bir kahve pişirip, kül tablasını da yanına alarak balkona çıktı. Önünü kapatan taş blok apartmanlara rağmen gökyüzünü izlemeye koyuldu. Paketinde iki üç dal sigara kalmıştı. Birisini çıkartıp yaktı ve içmeye başladı. Canı sıkkındı. Son zamanlarda dikkat sorunu yaşıyordu. Çalışmalarına odaklanamadığı gibi içinde bulunduğu bu sevgisiz ortamın da artık kendisini yıprattığını düşündü. Belki de en iyisi gitmekti. Nereye mi? Bir önemi yoktu bunun. Rus yazar Tolstoy karşı tarafın anlayışsız tavırları yüzünden kırk sekiz yıllık eşini terk edip, yaşlı ve hasta olmasına karşın yollara düşmemiş miydi? İyi bile dayanmıştı doğrusu. ‘Ben bu kadar sene daha dayanamam. Otuz sekiz yıl daha beklemektense en iyisi bu işi şimdi yapmak. ’ diye düşünüp, kararını verdi. Sabahın ilk ışıkları ile evini ve karısını terk edecek, bir daha da dönmeyecekti. Gideceği yeri bilmiyordu, ayakları onu nereye götürürse oraya gidecekti. Belki ileride bir gün bundan pişman olur muydu, bunu şimdilik bilemiyor ya da bilmek istemiyordu. Ama artık dayanacak gücünün kalmadığını hissediyordu. Aslında karısından istediği sevgi dolu bir bakış ve anlayışlı bir haldi. Lakin son zamanlarda bunu karşı taraftan beklemenin artık olanaksız olduğunu anladı. Yapılacak bir şey yoktu. ‘Hem ben olmasam bile o ayakları üzerinde durabilir.’diye mırıldandı. ‘Nasılsa elinde bir mesleği var ve benden daha fazla kazanıyor. Kazancı ile gül gibi geçinip, gider. Doğrusu evden gitmem onu üzmeyecek, sadece öfkelendirecektir. Bunu gururuna yediremeyecektir çünkü. İnsanların kendisini aksi, bencil ve geçimsiz birisi olarak düşünmelerini istemeyecektir de ondan. Neyse, zamanla yokluğuma alışır. Zaten aramızda bir ilişkiye dair ne kaldı ki? Hiçbir zaman bana sevgi ile bakmadı, daima ailesinin tarafını tuttu. Ailesi ne dediyse inandı, bunu da bana karşı kullanıp durdu. İyi madem, bundan sonra annesinin dizinin dibinde yaşar olur biter.’

İkinci sigarasını da yaktı ve soğumaya başlamış kahvesini içti. Evet, günün ışıması ile birlikte hazırlanıp, yola koyulacak ve ayakları onu nereye götürürse oraya gidecekti. Her şeyi, ama her şeyi ardında bırakıp, bir daha dönmemecesine uzaklaşacaktı…

25 Ağustos 2016
İstanbul

 
Toplam blog
: 27
: 732
Kayıt tarihi
: 21.06.10
 
 

Edebiyat, edebiyat, edebiyat....  ..