Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Eylül '13

 
Kategori
Futbol
 

Nasıl Fenerbahçeli oldum

Nasıl Fenerbahçeli oldum
 

Olaylı geçen maçlar sonrasında Twitter'de adeta yer yerinden oynarken, hemcinslerimin araya sıkışan “22 adamın bir topun peşinden koşuşturmasının bu kadar büyütülecek nesi var ki” mealindeki küçümseyici mesajları, ister istemez gülümsememe neden oluyor.

Ne de olsa vakti zamanında ben de futbol denilince anında bu şablonu tekrarlayan ve de gözlerini deviren biriydim.

Off, futbol ne kadar da sıkıcı bir spor dalıydı öyle!

Aslında spor falan da değildi, olsa olsa yetişkin erkeklerin çocukça takıntılarından biriydi. Hele o yıllarda çalıştığım mimarlık bürosunun patronunun futbolu “eğitimsiz kitlelerin kaba sporu” olarak tanımlaması, beni neredeyse ailemdeki futbol tutkunlarından utanacak hale getirmişti.

Ancak kısmette profesyonel hayatın kıyısından dönmüş bir futbol âşıklısı ve Fenerbahçe sevdalıysa evlenmek varmış.

Ne olduysa da, ondan sonra oldu.

Daha ilk resmi tanışmasında hangi takımı tuttuğunu sormadan duramayan kayınpederi ve ailenin diğer erkek üyeleriyle son derece iyi anlaşan eşimin bu mutlu mesut hali beni gıcık etmiyor değildi hani, özellikle de bir araya geldiklerinde ve gözleri maçtan başka bir şey görmediğinde.

Ama Kıbrıs'taki ikinci lig maçlarını bile Avrupa kupası heyecanıyla izleyen babama kıyasla yine de damadının daha “makul” olduğu kesindi. Ayrıca Pazar akşamlarının vazgeçilmezi olan futbol yorumları ilk zamanlar içimi baysa da, zamanla alışkanlık yapmaya başladılar. En azından bu geyikler bir şeyler okumama engel olmuyordu, ayrıca enteresan bir şekilde rahatlatıyorlardı da.

Kızımızın o kadar olmasa da, oğlumuzun futbol ve takım sevdasının babasınınkiyle yüzde yüz genetik benzerlik taşıması, ister istemez futbol sohbetlerinin zamanla soframıza da taşınmasına neden oldu. Ve günlerden bir gün ben de bu futbol yorumlarından birine katılırken buldum kendimi. Her ne kadar bir şeyler okuyor olsam da, Pazar akşamki futbol geyiklerine kulak kabarttığımı ve keyif almaya başladığımı fark ettim.

Kısaca özetleyecek olursak, futbol 22 adamın bir topun peşinde koşmasının çok ötesinde bir spor dalıdır, benim sevgili futbol sevmeyen hemcinslerim.

Kişisel beceri ve takım ruhunun eşsiz uyumu ve her şeyden önce de toplumun aynasıdır futbol. Yetenek çok önemlidir, ama ondan sonrası tümüyle beyinde bitiyor. Özveri, disiplin ve de çok çalışma istiyor. Karakteri ise bir futbolcunun uzun süreli başarısını belirleyen en önemli özelliğidir. Orada sorun varsa, asla başarılı olunamıyor. Bizde bir sürü değerli yeteneğinin heba olmasının en önemli nedenlerinden biri de budur.

Futbolun diğer bir özelliği ise aynen kot pantolon gibi sınıf ve ırk ayrımı yapmadan herkes tarafından benimsenmesi ve “erişilir” olmasıdır. Köşedeki bakkaldan bile tedarik edilebilen topuyla ve gerekirse yol ortasında bile oynanmasıyla, futbol en pratik ve de geçerli spor dalıdır. Top varsa ve etrafta da birden fazla erkek mevcutsa, bunların bir maçta buluşmaması imkânsız gibidir.

Bu dünyanın her yerinde böyledir.

Her ne kadar futbol erkek ağırlıklı bir spor dalı olsa da, taraftar bazında da gittikçe daha çok kadını kendisine meftun etmektedir. Çünkü duygulara olduğu kadar akıllara da hitap etmektedir. (Bu arada kadınların oynadığı futbolun beni çok cezbetmediğini aflarına sığınarak itiraf etmeliyim. Favorilerim filenin sultanlarıdır.)

Bu yüzden futbol güzel ve de sevilesi bir spor dalıdır.

Peki, bunu keşfetmiş olmanın benim açımdan ne gibi bir sonucu oldu?

Son derece enteresan bir sonucu oldu: Bir de baktım ki, futbol yorumları yazmaya başlamışım.

Bundan birkaç sene önce birisi karşıma çıkıp, aşağıdaki yazıları sen yazdın deseydi, herhalde şaka yaptığını sanıp gülme krizine falan girerdim:

“Şike Bahne Fenerbahçeyi Düşürmek Şahane”

“Futbol, Futbol Olmaktan Çıkınca…”

“Fırtınanın Ortasında Uçağı kaldırmak”

“UEFA ve Fenerbahçe Karşıtlığı”

Zaten yukarıdaki satırlar da ikinci yazıma ait, ancak onlar üzerinden “futbol geçmişimi” Milliyet Blog okurlarıyla da paylaşmak istedim.  Dilerim ki, bundan sonra (sık olmasa da) yeni futbol yorumlarında buluşmaya devam ederiz.

Bu arada Fenerbahçe Kasımpaşa maçına değinmeden edemeyeceğim, çünkü son zamanlarda en keyif veren maçlardan biriydi, özellikle de harika golleriyle. Ayrıca Ersun Yanal hocamızın yüzünü güldürmesi açısından da önemliydi. Bilindiği üzere yurdumun taraftarının yeni bir hocaya zaman ve fırsat tanıma konusunda pek sabrı yoktur. “Yeni hoca eşittir yeni galibiyet” dışında başka bir seçenek tanımaz.

Gecenin tek keyif kaçıran unsuru ise hakem Abitoğlu’ydu. Ne vakit bir Fenerli oyuncu görse, eli hemen sarı karta gidiyordu. Yüksekten gelen topu karşılamak için örneğin, doğal olarak çoğu zaman iki rakip oyuncu beraber yükselir. Ancak maçı eğer Abitoğlu yönetiyorsa, Fenerbahçelilerin böyle bir oyun refleksinde bulunma hakları yoktur, anında faul yerler. Herhalde diyorum, Abitoğlu’na küçükken kanarya falan hediye ettiler, o da sevmek isterken gagalandı. O gün bugündür de ne vakit sarı bir şey görse, çocukluk travması depreşiyor ve eli anında sarı karta gidiyor.

Galatasaray’ın Madrid maçı ise, bir kez daha tuttuğum takımın büyüklüğünü gösterdi. Şöyle ki, bunun olabileceğini önceden sezen Fenerbahçe, ne olur ne olmaz deyip rakibine vaktinde 6 gol atarak onun bir nevi bu mağlubiyete hazır olmasını sağladı. Eğer zamanında bunu yapmamış olsaydı, kim bilir Salı akşamı hangi trajediler yaşanırdı Arena’da. Fatih Terim sedyede dışarı taşınıyor falan - düşünmek bile istemiyorum. Oysa Fener sayesinde 6 gol yemeye efsunlu olan Galatasaray olayı gayet de cool karşıladı, hatta attığı tek gole bile sevinebildi.

Şimdi söyleyin bana, var mı rakibini böylesi ince düşünen ve orantısız dış mağlubiyetlere böylesi sağlam hazırlayan?

Yok, tabii ki.

Ne diyelim, büyüksün Fenerbahçe.

Zuhal Nakay

 

 
Toplam blog
: 102
: 618
Kayıt tarihi
: 24.08.13
 
 

Mimar / Blog Yazarı ..