Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Nisan '09

 
Kategori
Haber
 

NATO, Avrupa Birliği ve Türkiye…

NATO, Avrupa Birliği ve Türkiye…
 

Şimdi en güncel, hatta sıcak konumuz…

NATO, Temmuz ayının başında boşalacak Genel Sekreterlik görevi için Danimarka eski başbakanı <ı>Anders Fogh Rasmussen’in adaylığına ve dolaysıyla o göreve gelmesine engel oldu.

Türkiye’nin bu tavrını <ı>“Doğru” buluyor muyum?

Hiç kuşkunuz olmasın, ben kendi adıma son derece doğru buluyorum. Öncelikle uluslar arası ilişkilerde Türkiye’nin çıkarları ön plana alınmalıdır, bu bakımdan da bu engellemeyi <ı>“Doğru” olarak niteliyorum.

Avrupa’nın aday gösterdiği, Amerika’nın desteklediği bir adayın önüne takoz koymak, ciddi olarak NATO ve dolaylısıyla da Avrupa için ciddi bir krizdir ve bu krizi yaratan da kuşkusuz Türkiye’dir.

Eğer dış politikada dikkatli olmazsanız, yarattığınız krizin altında kalmanız işten bile değildir.

İşte bu noktada gerek Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL ve gerekse Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’a büyük görev düşmektedir.

Hele ki başbakan’a…

Öyle <ı>“One minut… One minut…” diyerek sert çıkmak, bu platformda mümkün değildir.

Dış politika, hiçbir zaman asabiyeti, hırçınlığı kaldırmaz. Sakin olmak ve her attığınız adımı, atacağınız ileriki adımları da önceden hesaplamanız gerekir.

Klasik anlatımla, çok iyi bir satranç oyuncusu olmanız gerekir.

Türkiye’nin bu kaşı çıkışına cevap olarak Avrupa Birliği üyeleri tarafından dillendirilen konular, oldukça dikkat çekicidir. AB, Türkiye ile olan müzakerelerin tamamen sonlandırılmasını bile gündeme getirebilmektedir. Türkiye’deki <ı>“İfade özgürlüğü” kapsamını bile sorgulamaya yönelmektedir.

Bakınız, ben tam bu yazıyı yazıyordum ki, hani o <ı>“Flas… Flas… Flas…” diye sunulan bir haber internet sayfalarına düştü.

NATO, Türkiye’nin <ı>Anders Fogh Rasmussen’in adaylığına veto koymasın diye yeni bir paket sunmuş. Henüz doğrulanmayan haber aynen şöyle…

<ı>“Habere göre; NATO Genel Sekreter Yardımcısının Türk olması, bununla birlikte NATO'nun Afganistan'taki özel temsilcisinin bir kez daha Türk olması, Rasmussen'in İstanbul'da yapılacak olan Medeniyetler İttifak Toplantısı'nda karikatür krizinden dolayı özür dilemesi, PKK'nın terör örgütü olduğunu ve terörle mücadele konusunda çok önemli çalışmalarda bulunacağına dair taahhütte bulunması şeklinde.

<ı>

<ı>Yetkililer bu paketin kabul edilmediğine dair bir teyitte bulunmadılar. Bu paket şimdi Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan arasında değerlendiriliyor. Gül henüz bu paketi onayladığına dair açıklama yapmadı.”

<ı>

Şunu hemen ifade etmeliyim ki, bu paket hiçbir zaman Türkiye’nin çıkarına değildir, kabulü halinde başarı da değildir. Bunun adı, Türkiye’nin ağzına bir parmak bal sürmektir.

Durun bakalım, Cumhurbaşkanı ve Başbakan, ağızlarına sürülen balın tadına kanacaklar mı, göreceğiz…

Eğer kanalarsa, bunun da gelecekte başımıza açacağı işlerden elbette sorumlu olacaklardır. Başbakanın zaman zaman söylediği <ı>“Dik duruş” ne yazık ki yamulmuş olacaktır.

İlerleyen saatlerde bu konuda daha net bilgiler alabileceğiz. Ancak devam edersek, Türkiye’yi bekleyen daha birçok sorun var… Türkiye, NATO konusundaki duruşunu devam ettirebilseydi, belki daha değişik çıkarlar elde edebilecek, ağzına verilen bir parmak bal ile kalmayacaktı.

<ı>“Birçok sorun var” derken, en yakın ve yine en gündemde olan sorunlarımızdan biri de, seçim öncesi milletten kaçırılan ve hatta <ı>“Ümüğümüzü sıktırmayız” edebiyatı ile parsa toplamaya çalışılan IMF gerçeği…

IMF ile ön mutabakat sağlandığı haberini aldık. Bu <ı>“Ön”de ne var bilmiyoruz. Ancak <ı>“Arkasındakileri” görmekte çok zorlanmıyoruz.

<ı>“Arkasındakileri” içindeki en önemli konu, Türkiye’nin bırakın yüzdelerle ifade edilen kalkınması, IMF Türkiye’den % eksi kalkınma oranı talep edecek. Çünkü Türkiye’nin 2009 bütçesinin (+) kalkınmaya elverişli olmadığını vurgulayacak, bütçe açığını ortaya koyacak ve bize <ı>“Kalkınma” diyecek, dahası <ı>“Geriye doğru bir yaslan bakalım” diyecek.

Bunun Türkçe ile ifadesi ise, önümüzdeki süreçte daha çok işsizlik, daha çok işyeri kapanması ve milletin artık bırakın kemerini sıkmasını, ağzına pamuk ile su verilmesini gerektirecektir.

Böylesi ekonomik koşullar altındaki Türkiye’nin ise Avrupa Birliğine girme süreci sizce ne kadar sürer?

Böyle bir süreçte Türkiye, uluslararası alanda ne kadar etkili olabilir, ne kadar sözü geçen olabilir?

Napolyon’un dediği aklıma geldi…

<ı>“Para… Para… Para…”

Bu arada belki gözden kaçan bir <ı>“Ara notu” da buraya sıkıştırayım. Gerçi sıkışacak kadar değil, bangır bangır bağırılarak gündeme getirilecek bir <ı>“Ara not” bu…

ABD Başkanı ile görüşecekler arasında bulunan DTP’liler, Hüseyin Barack Obama’dan <ı>“Özerklik” isteyecekmiş…

Eğer siz, bir parmak bal’a kanabiliyorsanız, ekonominiz dışarıdan yönetiliyorsa ve dünyadan etkin değilseniz, Anayasa’nın öngördüğü koşullar içinde TBMM çatısı altında bulunan bir parti, <ı>“Özerklik” talebini ABD devlet başkanından talep etme cüretkârlığını gösteriyorsa, işiniz yavaş yavaş görülüyor, defteriniz dürülüyor demektir.

İşte millet olarak bunun farkında mıyız, önemli olan o…

Eğer farkında olaydık, bu seçim sonuçları böyle olmazdı gibime geliyor…

04 NİSAN 2009

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..