Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '08

 
Kategori
Futbol
 

Ne sevdiğiniz belli ne sevmediğiniz

Ne sevdiğiniz belli ne sevmediğiniz
 

Her yıl şampiyon olmaya şartlandırmışız kendimizi ülke futbolunun üç demir taş takımları olarak. Anadolu takımları da ligden düşmemeye endekslemişler felsefelerini. Sırf bu yüzden, işte bu yüzden zevk almasını bir türlü öğrenememişiz futboldan. Şampiyonluk kupasının üç büyüklerin müzeleri arasında mekik dokuması ligimizin kalitesini yeterince sorgulamıyor mu?

Kötü alışmışız takımlarımızın farklı galibiyetlerine. Öyle ki; bazı maçlarda 4-0 önde olduğumuz halde neden 5’inci gol gelmiyor diye homurdanarak şımarıklığın en koyu rengiyle boyamışız tribünleri. Yapılan olası bir pas hatasında oyuncu ıslıklamayı maharet saymışız giydikleri kutsal formaları hiçe sayarak. Takım peşi sıra beklenmedik sonuçlar alıyorsa, derme çatma darağaçları kurup, ya hocayı, ya da yönetimin boynuna geçirmek için yağlı imliği cellât kılığına bürünmüşüz.

Bir ressamdan yukarıdaki cümlelerin, yani şımarıklığın ve had bilmezliğin resmini yapmasını istesek; Ilık bir rüzgârın efil efil estiği Pazar akşamında “Uefa cup final” rozetli Saracoğlu stadımızda yaşananlar işgal eder tuvalini. Kejo’muzdan bizlere selam getiren Kayserispor önünde alınan 4-1’lik skor yakmadı canımı, tribünlerin yaktığı kadar.

Sahadaki çubukluların ıslıklanmalarını, yuhalanmalarını nasıl anlatabilirim ki kirpiklerimde çırpınan tuzlu, sarı-laci gözyaşlarıma. Kulağıma nakışladığım İslam Çupi felsefesini yok sayarcasına aleyhte bağıranlara baktım uzunca bir süre, tabi bir de onları Fenerbahçeliliği öğretmeye çalışanlara. O an yüreğimde inceden inceye bir yangının közlendiğini hissettim. İkiye bölünmüştü resmen Fenerbahçe tribünleri.

“Tuncay Şanlı” ve “Mehmet Aurello” konçertoları eşliğinde, geride bırakılan sezonlar arası zaman tünelinde volta atarken buluverdim kendimi bir anda, masallardaki sihirli iksiri içmişçesine. Adımlarım ilk olarak yedi yıl önceki 3-0’dan, 4-3 alınan Gaziantepspor maçına götürdü beni. O maçta öğrenmiştim taraftarlığın ne anlama geldiğini. Daha sonra diğer sezonlarda elde edilen yenilgilerimize rağmen, 12’nci adamın takımı büyük bir şefkatle sarıp sarmaladığı maçlara ışınlandım sanki. Yüzüne ve kokusuna hasret kalınan Fortis kupası maçlarında imeceleşerek tur geçmelerimize, finallerde kaybedişlerimizden sonraki yaşanan olgunluklara uğradım kıyısından, köşesinden. 100’üncü yıl arifesinde yitirilen şampiyonluğun ardından bile ıslık çalıp, yuhalamamıştı takımı 12’nci adam.

“Etki tepkiyi doğurur” derler ya hani, kalemizdeki 4’üncü Kayserispor golünün etkisi karşısında tribünlerin şımarık tepkisiyle çıktım sezonlar arası zaman tünelinden. Yuhalamaların, ıslıklamaların dozu biraz daha artmıştı maalesef. Çevremde münferitte olsa takıma edilen galiz küfürler, öfkelerin dizginlenemeyişinin bariz şekilde göstergesiydi.

“Parayı veren düdüğü çalar” anlayışından beyinciklerine zar yaparak, kendilerine “müşteri” sıfatını yakıştıran zihniyete; futbolda tek değil, üç renkte sonucun var olduğunu hatırlatılmasını sağlayacaksa takımımızın bu sezonki puan bağışları, daha nice nice üç puanların hibe edilmesine inanın ki razıyım.

“Ey sevdiğim sana şikayetim var” diye başlayıp, “Ne sevdiğin belli, ne sevmediğin” sitemiyle devam eden türkü; yuhalayan ve ıslıklayan tribünlere, takımımızın naçizane sitemi olsun. Gerçekten de takımı ne sevdiğiniz belli ne sevmediğiniz. Takım inanın böyle tutulmaz. Takımı yalnızca iyi günde desteklemek taraftarlıkla bağdaşmaz. Önemli olan, içinde bulunduğumuz şu sancılı günlerde takımla beraber olabilmektir. Tabi her türlü sonuca rağmen yuhalamadan, ıslıklamadan. Yapılacak eleştirilerinde yıkıcı değil, yapıcı olması gerekir.

 
Toplam blog
: 130
: 740
Kayıt tarihi
: 05.12.07
 
 

İlk önce şunu belirteyim; yürüme engelliyim fakat hayata pamuk ipliği ile değil, LACİVERT YÜREĞİM..