Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Eylül '13

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Öfkeli Rüzgârlar, Yine İsyanın ve Umudun Şarkılarını Söyledi Karaburun’da

Öfkeli  Rüzgârlar, Yine İsyanın  ve Umudun Şarkılarını  Söyledi Karaburun’da
 

________________________________________________________________________________________________________________


Öfkeli  Rüzgârlar, Yine İsyanın  ve Umudun Şarkılarını  Söyledi Karaburun’da

“yitik adreslere benzer 
ölüm
yanık otlar gibi.
Sen bu şiiri okurken
Ben belki başka bir şehirde
Ölürüm”/ Behçet  Aysan.  (Madımak’ın alevlerine inat, anısına saygıyla…)
 
Acılar yaşanıyordu yurdumda 
Peşpeşe yakılıyordu kentler 
Bense hep oralardaydım 
Daha yangın başlamadan önce/ Ahmet Telli. (Onur konuğu Telli’ye  saygıyla...)
 
Anadolu ve çevresi… 
 
Ve  bütün  öfkeli rüzgârların  kol gezdiği  oyalı kıyılarına tepelerinden bakmaya doyamayan, doyulmayan  Mimas/Karaburun…  
 
Ey kadim, kanlı ve  hep alevli  coğrafyadaki  bu ülke… 
 
Yine de direngen topraklar, direngen insanlar…
 
Zenginlikler için nice iktidar savaşının yapıldığı, nice yobaz saldırının diyarı…
 
Her özgürlük ve eşitlik arayışının, yobazlığa karşı başkaldırının  vahşetle  ezilişinin diyarı…
 
Hangisini sayayım?  Derisi yüzülen Nesimi’yi mi? 
 
Baba İshak’tan mı söz edeyim, Bedrettin’den, Torlak Kemal’den, Dede Sultan Börklüce’den mi, Pir Sultan’dan, Dadaloğlu’ndan mı?
 
Kılıç darbeleri, uçan kelleler… “Kelle mi götürüyorsun?” sorusuyla dilimize yerleşen vahşet!...
 
Çorum’dan,  Maraş’tan, Sivas’tan, Uludere/Robotski,  Rojava,  Lazkiye’den mi söz edeyim?
 
Gezi direnişlerindeki  gazlardan ve  yitirdiklerimizden mi? Saymakla biter mi bu vahşet öyküleri?
 
Kılıçlar, toplar, tüfekler, yangınlar, biber gazları ve Tomalar… 
Ve şimdi de topraklarımızda, kapımızın dibinde pusuya yatmış ölüme gebe füzeler...
 
Bu yıl,  Karaburun Börklüce Şiir Günleri’nin  dördüncüsü düzenledi.
 
Yine bir avuç, eşitlik, özgürlük ve şiir tutkunu aydının olağanüstü özverisiyle.
Kellesi uçurulan  Börklüce’yi unutmayan toplumsal  bellek, Sivas’ta cayır cayır yakılanları unutur muydu?  Etkinlik bu yıl, şair Behçet Aysan anısına düzenlenmişti. Genç yaşta, pek yakında yitirdiğimiz Ahmet  Erhan da anıldı elbette.
……………………………
 
Behçet Aysan… Doktor, psikiyatrist… Muayenehanesinde paraya para dememek vardı.  Yatırım üstüne yatırım yapmak vardı.  Zengin mi zengin  olmak vardı. 
Aysan ne yaptı?  Özgürlük, eşitlik, adalet, barış için savaşıma adadı kendini de mesleğini de… 1993’te,  Sivas yollarına bu nedenle düştü  dostlarıyla birlikte.
Askerin,  polisin  yani koskoca devletin seyrettiği(mi?),  o  tekbir sesleriyle tutuşturulan Madımak Otelindeki  35 kişiden biriydi şair  Dr. Behçet Aysan.
Yüreğindeki  o  tarifsiz acıyı, gururla, akılla, soylu bir başkaldırıyla saklayarak taşıyan, o zamanlar  küçücük bir kız olan Eren Aysan da aramızdaydı  yiğit mi yiğit, tastamam bir insan olan babasını anarken.
 
Etkinliğin düzenleyicilerinden, Aysan ailesini tanıyan  Sonya  Erem  anlattı, dinledik, öğrendik:
 
“Eren küçük bir kızdı.  Onu, anne ve babasını, Ankara’da  Kennedy Caddesinde,  çok ufak bir evde tanıdım. Ev öylesine ufaktı ki odaya bir sandalye ve masa zor sığıyordu. (…..) Her akşam, Behçet’in eve dönüp dönmeyeceği de meçhuldü. Yani yaşam, bu küçücük, loş evde, tedirginlik ve yoksullukla geçiyordu.”
 
Eren Aysan sözü aldı.:
 
“Evet o evde yıllar geçti ve Sonya ile25 yıl sonra, Börklüce Şiir Günleri vesilesiyle yeniden birbirimizi gördük. Sonya Hanım  ‘Babamdan bu bayrağı devraldığımı’  söylüyor.  Hayır! Bu bayrağı ben devralmadım. Burada  mani  söyleyen bu anneler, bu gönül vermiş insanlar, yani hepimiz birlikte devraldık.”
Sonya Erem ve Eren Aysan’ın bu anılarını, etkinliğin ikinci gününde, Badembükü’nde, Parlak Köyü’nde dinledik.
 
 
 
Keşkek
 
 
Parlak Köyü kadınları, kocaman kara bir kazanda  kaynattıkları keşkekle ve dillendirdikleri manilerle  şiir sever konuklarını ağırladılar. Herkes doya doya keşkek yedi, şiir, mani dinledi.
 
Fotoğraf: ..
 
Maniciler
 
 
Köy kadınları, üzerinde vazo bulunan bir masada, yan yana oturarak, gerektiğinde birbirlerine danışarak manilerini söylediler. Vazonun içine isteyen yüzüğünü atıyordu. Başı kıpkırkımızı, oyalı bir yemeninin duvak biçiminde sarktığı  küçük bir kız çocuğu, vazonun içinden yüzük çıkarıyor, söylenen mani yüzüğün sahibinin ahvaline bir gönderme oluyordu. “Neyse halim, çıksın falım” misali. Ben yüzük attığımda, o görkemli şansım devreye girdi ve mikrafonun sesi kesildi, maniler zorunlu olarak sona erdi. Böylece ahvalimi, maniye değil de Allah’a havale etmiş oldum yine.
Manilerde, aşağıdaki manide olduğu gibi halk ozanlarının da adı geçiyordu. Ancak, manilerin biçimsel olarak türün özelliğini taşımaması, Karacaoğlan şiirlerinde, aşağıdaki dizeleri  bulamamam, Karacaoğlan’a ait olmadığını, onun Anadolu’daki etkisini, belki de anonim bir  şiirde adını anma amacı güttüğünü gösteriyor. Sonuçta, Anadolu’da, şair ve şiir yüzyıllar geçse de kadınların dilinde yaşıyor.
 
Karacaoğlan der ki:
 
Akıl perişan 
İflah  olmaz 
Seniylen görüşen 
 
(Söyleyen:Vildan Alkış)
 
***
 
İki kaşın arasına
Bir nişan ben koydum 
Eller koymasa bari
Ben sevsem eller sevmese bari
Ben sarsam eller sarsam bari 
 
(Vildan Alkış)
 
 
Anonim maniler de  vardı:
 
Erenler erenler
Yüksek erenler
Ermesin yetmesin 
Sebep olanlar
Sebep olup da
Seni benden ayıranlar
Evliyse evlat yüzü görmesin
Bekârsa muradına ermesin
Yaşlıysa cennet yüzü görmesin 
 
(Vildan Alkış)
 
Söylenen  anonim manilerde de dizeleri türün biçimsel özelliklerine göre dizmek olanaksız. Bu durum, halk edebiyatının bu en eski türlerinden birinin de diğer halk edebiyatı ürünleri  gibi yok olma sürecine girdiği kuşkusu uyandırdı bende. Elbette, kapitalist gelişmenin kırsalda yaptığı değişiklikler nedeniyle bunu da doğal saymak ama kültürel değerler olarak var olanı da yaşatmak, yazıya geçirmek  gerekecek.
Böylece, köy halkının sıcaklığı, konukseverliği, coşkusu, ilgisiyle mutlandık, gönendik. Onlar da bizleri sevdiler, tekrar davet ettiler.
 
Fotoğraf: ..
 
Muretta'nın Ölümü'nden
 
 
Karaburun’da  kültür ve sanata büyük emek vermiş tiyatro adamı, Şıh Ali Yalçın,  sağlığının bozuk olması nedeniyle yine aramızda bulunamadı. 
Karaburun’a  ve şiire  gönül vermiş o bir avuç  dost, köyde, çınarın altında, daha önce Şıh Ali’nin sahnelediği,  Pablo Neruda’nın Muruetta’nın Ölümü adlı oyunundan ilgiyle izlediğimiz  bir bölüm sergilediler. Şıh Ali,  sağlık dilekleriyle Parlak Köyünde selamlanmış oldu. Oyuncular, bütün içtenliklerini ve yüreklerini koyarak bizi de oyunun içine çektiler.
……………………….
 
Saat 17:OO’de Karaburun’a döndüğümüzde, Levent Gedizoğlu’nun  şiirli, müzikli, başarılı  fotoğraf sunumu bizi bekliyordu, severek izledik.
 
Fotoğraf: ..
 
Mehmet Atal-Mustafa Gür
 
 
Mustafa Gür’ün sazı ve türkülerden pasajları eşliğinde Mehmet Atal’ın şiirlerini dinledik ardından. 
 
Sevgili Mehmet Atal, üç şiir kitabı (Kızıl Çiçeklerine Narların, Sabıkalı Martılar, Beş Dalında Kiraz) olan ve  İzmir’de yaşayan  bir şairimiz.
Yalın bir dille, çocuksu bir yüreğin duruluğuyla ve kimi zaman çocuksu imgelerle ve hırçınlıkla  şiirini kuran, barışı çağıran, savaşa ve onu çıkartanlara  öfkesini haykıran  bir şairimiz. 
 
“satılığa çıkarılınca koyunlar ülkesi
Koşar gelir dünyanın sömürgecisi
Ülke satarım. İşbirlikçii…
 
Benim ben, çobanların ekesi
Biat eder koyunlarımın hepisi
Ülke satrım. İşbirlikçii…” 
 
(Beş Dalında Kiraz-neo liberal çerçi’den/M.Atal)
 
***
 
“ölür mü ölü çocuk?
Ölmez
Ölene kadar anası” 
 
(Beş dalında Kiraz-nefes alır toprak’tan/M.Atal)
 
……………..
 
Sayın  Saadettin Dikkaya, Börklüce Şiir günlerinin önemini vurgulayıp yitirdiğimiz, ilerici bir aydın olan, yazar, şair İskender Özturanlı’yı ve şiirini anlattı bize.
Organizasyona yıllardır büyük verenlerden,  açılış ve kapanış konuşmalarını yapan Cevdet Yüceer ile şair Dilek Özkan, hayran olduğum, gıpta ettiğim belleklerinden yaptıkları seçkiyle Börklüce ‘nin isyan ruhunun ardılları olan şairlerimizden şiirler sundular.
 
Fotoğraf: ..
 
Panel
 
İkinci gün, saat  19:00 olduğunda, “Börklüce’den Behçet Aysan’a” konulu panel başladı.
Paneli, etkinliğin onur konuğu olan, “Biz ki baba ishak gibi/
yollara düşmüşüz çoktan/ ve börklüce'yle birlikte...” diyerek ömrünü ve şiirini o yollarda  sürdüren şair Ahmet  Telli yönetti. Diğer konuşmacılar ise Aydın Şimşek, Eren Aysan, Tuğrul Keskin’di. 
Ahmet Telli, gerek birinci gün gerekse ikinci gün yaptığı konuşmalarda, etkinliğin öneminden, Behçet Aysan’la dostluğundan, örnekler vererek onun şiirinden söz etti. Kendi şiirini öne çıkarmaması,  şairlerde az görülen bir  alçakgönüllüğün soluğunu hissettirdi bana. Panelde de özenle diğer konuşmacılara  bıraktı sözü.
 
“Dövüşen anlatsın
Elimizde acının kehribar tesbihi
ki kayıp durmakta parmaklarımızdan
Ey şair
yine bölük pörçük anlattın
yine eksik bıraktın bir şeyleri / A.Telli”
 
 
Diyen ve…
 
 
“Bunca acıyı
Bunca aşkı
Nasıl da sığdırmışsın yüreğine
İstersen al
Koy kendi ellerinle
Fırtınaları da
Sen
Yüreğin kadar büyüksün
Unutma…/A.Telli” 
 dizelerini yazan şairdi  çünkü O…
 
 
Panelde, Tuğrul Keskin,  Behçet Aysan şiirini ve Bedrettin-Börklüce- Karaburun ilişkisini anlattı. Bu bağlamda Bedrettin’in Varidat’ı İzmir-Tire dolaylarında yazdığını düşündüğünü belirtti.
 
 Aydın Şimşek,  “Aysan’ın şiirindeki, milliyetçilikten uzak, barışçıl, toplumcu ama bireysel yanı ihmal etmeyen, bireyin duygu dünyasına  dalarak toplum-birey  bileşimini kuran, cinsel imgeleri zarafetle kullanan bir şair olduğunu, evrensel bir şiire yürüyüşünü  vurguladı. (Yaşatsalardı, ah yaşatsalardı…) 
Ve Eren Keskin… Aysan’ın bizlere emaneti… Acıyı, gözlerinde sevecenlik ve dirençle gizleyen  genç, güzel kadın…
Hayır!  Eren, acısından hiç söz etmedi. O, bu acılar bir daha yaşanmasın diye, babasının ve siyasi cinayetlerle katledilen nice babanın yakınlarının oluşturduğu bir örgütlenmeyle yürüttükleri savaşımı  anlattı.  Bu savaşımda karşılaştıkları duyarsızlığın, yok saymanın acısı, acıları da acısıydı çünkü.
“Benim babam kahramandı” belgisiyle örgütlenmişler, hukukun peşine düşmüşlerdi acılı aileler. İpekçi, Kaftancıoğlu, Sabahattin Ali, Mumcu aileleri… Diğer siyasi cinayetlerle katledilenlerin  aileleri… 16 aile olarak  yola koyuldular ve 2009’da 28 aile oldular, yine meclisin yolunu tuttular. 
Randevularını  kabul eden, zoraki  kabul eden, lütfen kabul eden, ele güne karşı vicdansız denmemesi için kabul eden  kimi buldularsa görüştüler, dertlerini anlattılar. (Bu sıfatlar, Eren’in zarif anlatımından benim çıkarımımdır, özneldir.)
Eren anlatıyor:  (Mealen aktarıyorum)  “Siyasi cinayetlerde zaman aşımının kalkmasını, katillerin bulunmasını istiyorduk. 17.500 faili meçhul siyasi cinayet…
Meclis Araştırma Komisyonları kuruluyor, iki ay çalışıyordu. Sonra  “Devlet  sırrı”deniyor ve katiller bulunmuyor, yıllar geçiyor,  davalar zaman aşımına uğruyordu. 
2012’ye kadar, CHP ve BDP bu konuda, meclise 16 önerge  verdi. Sağolsunlar.
İktidar partisi hepsini reddetti.
 MHP, sonradan bizlerle  görüşmeyi de kabul etmedi. 
Bizlere ilgi gösteren, görüşen kimi CHP milletvekillerinin içinde, meclisteki oylamaya sıra gelince  partilerinin verdiği önergeye  de ters düşüp ret oyu kullananlar oldu.”
(Burada, bu devlet sırlarıyla ilgili yorumu ve korkunun nedenlerini  çözmeyi siz sevgili okurlara bırakıyorum. Kalemi zaptetmek bazen çok zor oluyor da…)
Etkinliğin ikinci ve son günü böyle bitti.
 
………………………………………
 
Etkinlik, Dr. Mete Erem’in yönettiği Karaburun Fotoğrafçılık Kulübü’nün sergisi, Belediye Başkanı’nın kurdelayı kesmesiyle  ve yıllardır etkinliğe emek veren Cevdet Yüceer’in  kısa açılış konuşmasıyla başlamıştı. 
Terkedilmiş köyleri,  nergisleri, kartalları, yengeçleri, deniz yıldızları, doyumsuz gün batımı, çılgın dalgaları, köylüleri ve dalışlarda çekilen deniz dibi yaşamıyla fotoğraflarda Karaburun’u seyrettik.
Sonya Erem’in ezilerek öldürülmüş bir bukalemun fotoğrafı, Karaburun’a adım adım yaklaşan doğa ve insana yönelik saldırının simgesi gibiydi. 
Mustafa Gür sazıyla, onur konuğu Ahmet Telli’nin şiirlerinden bestelenmiş şarkıları seslendirdi.
………………………
 
Ahmet Telli, “ Bu ülkede mutlu olmak bana bana ihanet gibi geliyor” diyerek, şiirleri gibi bu sözüyle de duygularımızı dillendirdi.
 
Kafası kesilen  Börklüce’den kalkıp bugünlerin siyasi cinayetlerine ve  dostu  Behçet Aysan’a bağladı sözü, onun şiirlerinden okudu, Ahmet Erhan’ı andı.
Telli, şu ülkede, yaşadığımız bin bir çeşit kıyıma, acımasızlığa karşın, Behçet Aycan’ın dizeleriyle  yine de  umudu  serpti  üzerimize. 
 
“bilirim yarın diye bir şey var
çeliğin su katılmamış yanı
ırmakların geçilecek, fırtınaların dinecek
 
bir yanı var
ömrümüzün
belki bir gün gülecek.” B. Aysan
 
 
……………………………
 
Bir yazımda şöyle demiştim: “…………..dostunuz, sırdaşınız, yakın arkadaşınız oluverir o  ozan/şair. Yaşadığı zamanın önemi yoktur.”
 
Zamansızlıktan gelenlerle, zamansızlığa yürüyenler  bir aradaydı.
 
“Ozan/şair, dönmeyen diliniz, çıkmayan sesiniz olmuştur. Şimdi, birlikte söylersiniz türkünüzü.” demiştim.  
 
Yine yüreğimiz, aklımız, tinimiz, sözümüz, türkümüz, şarkımız oldu şairlerimiz. 
 
Onlar biz oldu, biz onlar olduk.
 
Zamansızlıktan zamansızlığa doğru  şairlerimizle ve şiirlerimizle… 
 
07.09.2013
Vildan Sevil
 
NOT: Etkinlikle ilgili, geçen yılki yazım
 
 
 
 
 
 
Toplam blog
: 102
: 882
Kayıt tarihi
: 07.06.11
 
 

1949 İstanbul doğumluyum. Emekli edebiyat öğretmeniyim. Çeşitli edebiyat sitelerinde, çeşitli kon..