Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Temmuz '12

 
Kategori
Etkinlikler / Festivaller
 

“Yarin yanağından gayrı”... İsyan Ruhu... Ve Börklüce Mustafa Şiir Günleri...

“Yarin yanağından gayrı”... İsyan Ruhu... Ve Börklüce Mustafa Şiir Günleri...
 

Karaburun


İzmir-Karaburun...

Dağ dağ, tepe tepe... Burun buruncuk, koy koycuk... İşte o güzelim Karaburun.

Koylarının, burunlarının, tepelerinin  bekâretini, henüz  yapsatçılara kaptırmamış o güzel yarımada.

Bilinen tarihi, erken bakır çağına kadar uzanan kadim yarımada.

Homeros’un Oddysea’sındaki Rüzgârlı Mimas.

Hani, Zeus’a başkaldıran dev Mimas’ın, üzerine, demir, çelik, bakır dökülerek öldürülüp, bir daha dirilmemek üzere dağların altına gömüldüğü, Hades’e gönderildiği yer.

Hani, onbeşinci yüzyılda, Yıldırım Beyazıt oğullarının birbirine düştüğü, kanlı Fetret Dönemi’nde, bilge Şeyh Bedrettin’in, özgürlük, eşitlik özlemini savuran isyan rüzgârlarının püfür püfür estiği yerlerden biri...

Karaburun/Rüzgârlı Minas...

Torlak Kemal ile Börklüce Mustafa, Şeyh Bedrettin’in el yazması Varidat’ını okuduklarında;

“Varalım,
dedik.
Görelim,
dedik.
Yapışıp
sapanın
sapına
şol kardeş toprağını biz de bir yol
sürelim, dedik.
Düştük dağlara dağlara,
aştık dağları dağları...” (Nazım hikmet) 

diyerek yollara düşüp  şeyhin elini öpmeleriyle başlayan isyan ve bastırılmasındaki  vahşetin şehri.

Nazım Hikmet’in Simavne Kadısı Şeyh Bedrettin Destanı’nda, o depderin soluğunu duyduğumuz isyan:

“Sıcaktı.
Sıcak.
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
sıcak.

Sıcaktı.
Bulutlar doluydular,
bulutlar boşanacak
boşanacaktı.
O, kımıldanmadan baktı,
kayalardan
iki gözü iki kartal gibi indi ovaya.
Orda en yumuşak, en sert
en tutumlu, en cömert,
en
seven,
en büyük, en güzel kadın:
TOPRAK
nerdeyse doğuracak
doğuracaktı.

Sıcaktı.
Baktı Karaburun dağlarından O
baktı bu toprağın sonundaki ufka
çatarak kaşlarını :
Kırlarda çocuk başlarını
Kanlı gelincikler gibi koparıp
çırılçıplak çığlıkları sürükleyip peşinde
beş tuğlu bir yangın geliyordu karşıdan ufku sarıp.

Bu gelen
Şehzade Murattı.
Hükmü hümâyun sâdır olmuştu ki Şehzade Muradın
ismine
Aydın eline varıp
Bedreddin halifesi mülhid Mustafanın başına ine.”

 Börklüce Mustafa, Torlak Kemal ve nice yiğit, nice özgürlük ve eşitlik sevdalısının,  Nazım’ın dizelerinde, söze dönüşen isyanı:

Aydının Türk köylüleri,
Sakızlı Rum gemiciler,
Yahudi esnafları,
on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafanın
düşman ormanına on bin balta gibi daldı.
Bayrakları al, yeşil,
kalkanları kakma, tolgası tunç
saflar
pâre pâre edildi ama,
boşanan yağmur içinde gün inerken akşama
on binler iki bin kaldı.

Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde

her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini..

O günden bu  yana, bu toprakların halkını, sömüre sömüre  gelip geçen egemenler, kendilerine yönelik her başkaldırıya yaptıkları gibi, bu toprakların en doğru, en güzel, en yiğit isyanını da unutturmak için ellerinden geleni yaptılar. Kılıç salladılar, darağaçları kurdular, zindanlara attılar, işkencelerden geçirdiler halkı.

İşbu öyküler, süredurur hâlâ...

..................................

Börklüce’nin felsefesini,  ruhunu, Karaburun yerelinden hareketle, tüm yurtta canlandırma çabalarının son üçüncüsüydü bu etkinlik.  “Son üçüncüsü”, diyorum; çünkü, daha önceleri de denenmiş;  denenmiş de, suskunluğa itilmiş kaç kez. Börklüce Mustafa adı çıkarılıp, Karaburun Festivaline dönüştürülmüş ince taktiklerle. Yerel ve genel yönetimlerin, çeşitli  yöntemleriyle, özellikle 12 Eylül’den sonra daha  çok üretilmiş korku  virüsü.

Üç  yıldır, tiyatro adamı Şıhali Yalçıner, değerli Cevdet Yüceer ve bir avuç gönüllü arkadaşlarının çabası, belediyenin de görece katkısıyla Karaburun Börklüce Şiir Günleri  adı altında yeniden başlatılmış.  Üç gün süren bu etkinliği ilgiyle, zevkle,  duygu  salınımlarıyla  izledim.

Program, toplumcu şiirin, günümüzdeki temsilcilerinden şair Sezai Sarıoğlu’nun yönetimde aktı. Sezai Bey, kıskandığım o  müthiş belleğinden fışkıran kendi dizeleriyle, anektotlarıyla, ayrıca pekçok şairin dizeleriyle bizi şiir dünyasında gezdirdi. Sıkıcı değildi, güzeldi, hoşdu ama ben diğer katılımcılarla dinleyiciler arasında da diyaloğu özlemişim galiba, bekledim doğrusu.

Etkinliğin, kuşkusuz en önemli ismi, gençliğimin şairi, o yıllarda, dergilerden ve  İlk kez Kıracağız Herşeyi kitabıyla tanıdığım, şimdi uluslararası üne sahip olan  şair Özkan Mert’ti. Zübeyde Seven Turan’ın şiir sanatına hakim sorularıyla yürüttüğü söyleşide,  Ö. Mert ile  şiir bilgisine dalmak,  ilgi çekiciydi.

Şimdiden, iki şiir kitabı sahibi, on altı yaşındaki şair Cihan Barış Budak, Şükran/Murat Mengihan’ın müziği eşliğinde,  şiir ve müzikle buluşturdu bizi.

Şair Mehmet Atal, Mustafa Gür’ün sazı ve sözü eşliğinde şiirlerini okudu.

Recai Atalay, Zübeyde Seven Turan, Nedime  Kösteroğlu’yla da şiirde buluştuk.

Hacı Bektaş Veli  Anadolu Kültür Vakfı Başkanı, halk ozanı Turabi  Yılmaz ise günümüzdeki  zulmü seslendirdi  şiirleriyle. 

Selçuk  Yılmaz, Mustafa Dalçam, Mustafa Gür, Adil Serim yönetiminde, Eğitim-Sen 6  Nolu Şb Korosu müzikle kucaklaştık.

Programda adı olmasına karşın, Cevat Çapan, sağlık sorunları nedeniyle etkinliğe katılamamış. Oysa Çapan gibi bir çevirmeni, şair ve edebiyat adamını dinlemek kuşkusuz hoş olurdu. Kendisine  şifalar dileyerek, nice yeni, güzel  yapıtlara imza atmasını beklediğimizi belirtelim.

Etkinlikte, ilgi çekici  bir gösteri de vardı. Tiyatrocu Şıhali Yalçıner’in yardımıyla , Ambarseki Kavimler Kapısı adlı, bir köyde rastlanması çok zor olan bir mekânda sergilenen  Brecht’in epik oyunu Muhbir. Oyuncuların tümü orada yaşayan, etkinliğin gerçekleşmesine katkıda bulunan gönüllüler. Sevgiyle, yürekleriyle, içtenlikle oynadılar.

Benim için ilginç, duygusal bir sarsılmaya neden olan diğer olay da, Nazım Hikmet’in,  koca Nazım olduğunu bilmeden, onun sevkini yapan jandarma Abdülkadir Gani’nin Ambarseki Köyü’nden oluşunu öğrenmek  oldu.  Sevk sırasında, Nazım ona, yaşamında ilk kez tabakta dondurma yedirmiş. Nazım’ın koca şairimiz olduğunu, macerasını, terhisinden sonra  öğrenir Gani ve hayranlığı bin kat artar; evini kitaplarıyla doldurur, 2009’da da ölür. Eşi Saliha Hanım hâlâ köyde yaşamakta. Onunla  birlikte Gani’nin mezarını ziyaret ettik;  yüreklerimiz, sevginin, vefanın sularıyla yunup yıkandı.

XV. yüzyılda, Osmanlı ordusunun, on binlerce askeriyle tarumar ettiği, direnen onbinlerin sekiz binini verdiği o isyan  ateşinin küllerini eşeleyip duruyor bir avuç gönüllü şimdi. Sönmesin o  kadim ateş, diye.  Unutmuyorlar, unutturmamaya çalışıyorlar.

Karaburun’da yakalanıp Efes’te çarmıha gerilen Börklüce Mustafa’nın  o güzel, yiğit, kesik  başı, gözdağı vermek için Şeyh Bedrettin’e  gönderildi. O günden bu yana, aklı ve ruhu, tüm  zamanlara  inat, hep ortaya çıkan  gönüllüler tarafından, yiğitçe ve gönüllüce taşınıp duruyor. Şiirlerle, araştırmalarla taşınıyor. Unutulmuyor, unutulmayacak.

Eşitlik ve özgürlük... İnsanlığın bir türlü ulaşamadığı, hep özlediği,  aramaktan hiç vazgeçmediği kadim bir tutkudur o... Belalıdır,  zamansızdır, aranandır, özlenendir o...

Bazen bir kasırga, fırtına ya da hafif bir esinti gibidir yalımları. Ya da küllerin altında bekler  bazen.  Ama o, asla sönmeyen ateştir.

Ta  dev Mimas’tan bu yana, bakarsınız, ilkel komünal toplumun sonraki kalıtçıları, mağaralarda, birlikte yaşayıp, birlikte üreten- tüketen, o ilk İseviler körükler ateşi... Bakarsınız  Şeyh Bedrettinler, Börklüceler, Pir Sultanlar, Köroğlular,  Dadaloğlular  körükler... Ve sonrakiler...

biz ki sevdamızı, alaca
kıl bir heybe gibi sunduk
aba terlikle denizi yürüyenlere
şavkımız dağlara vurunca”  
der Hilmi Yavuz.

Der de, okyanustan esen rüzgârlara kapılıp şimdilerde sevdasını unutmuştur. Ne ki şiir, şairden çıkmıştır bir kez, bizimdir. Şiiri sahiplenerek, sevdasını unutmayan bir avuç gönüllünün yanına, varlığımızı, çığ gibi büyüme dileğimizi ve umutlarımızı katıp,  “aba terliklerle denizi yürüyenlere” selam olsun diyelim mi hep birlikte?...

Yüzyıllardır, Bedrettin’in, Torlak’ın, Börklüce’nin aklını, ruhunu, felsefesini taşıyan, yaymaya çalışan  gönüllüleri, ozanları, şairleri, şiirleri bir kez daha selamlayalım mı?... Gelecek yıllarda, yeni meşaleler tutuşturup çoğaldıkça çoğalalım mı sevgili okur?...

Çoğalalım mı?...

Karaburun  “Börklüce Şiir Günleri” daha nice yıllara...

Nice yıllara...

19.07.2012

Vildan Sevil

 


 

 

 

 
Toplam blog
: 102
: 882
Kayıt tarihi
: 07.06.11
 
 

1949 İstanbul doğumluyum. Emekli edebiyat öğretmeniyim. Çeşitli edebiyat sitelerinde, çeşitli kon..