Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Aralık '15

 
Kategori
Müzik
 

Okay Temiz röportaj 2. bölüm

Okay Temiz röportaj 2. bölüm
 

Okay Temiz


Firmalarla ilgili olan çalışmalarınızdan bahsetmek istermisiniz ?

İş gücüne fayda sağlayan paylaşım ritimden geçer diyerek, 1990’ların başında Okay Temiz bir ilki gerçekleştirdi.

Ritm çalışmalarında firmaları ritm ile harmonize etme, Ritm ile insanları birbirine yaklaştırmak. Bu yaklaştırma anaokullarında var, sipastiklerde var, anlatmak istediğim ritm ile tedavi var. Ama burada çalışan kesimi yani aşçısıyla, müdürüyle, patronuyla, sekreteriyle, muhasebecisiyle, bir ritm tutturmaları; aynı çatı altında Okay Temiz ile çalmaları, çalışan kesime ayrı bir haz veriyor.

Ya diyor ben müdürüm ile yan yana çaldım, yanımda muhasebeci maaş aldığım kişiler var, güvenlik var.

 Aynı çatı altında bu insanlara başta, değer vermek var!

Ritm o kadar net ve çıplak bir şey ki; kompleksiz, natürel organik bir hadise ki, ritm girince zaten kişiliğini unutuyorsun. En güzeli ise o ritm seni alıyor, diğer çalanlarla bir bütün oluyorsun. O zaman artık ben müdürüm, ben güvenliğim düşüncesinde, bu tip şeyler olmuyor. Çalışmada sadece ritmi düşünüyorsun.

Okay Temiz’in en önemli yaşam şeklinden bir tanesi olan insanda paylaşımı gerçekleştiriyor. Zaten ritmin içerisinde paylaşım var. Buna biz poliritm diyoruz, yani Aritmetik ritm. Birisi bir şey çalarken ötekisi de başka şey çalacak ama hep beraber bir bütün olarak, 5-6’ya bölünüyoruz. Asıl etki bir bütün olarak oluyor.

 İşte bu bir paylaşım! Peki, Okay Temiz kimlerle yaptı bu paylaşımı? Çocuklarla yaptı, anaokullarında, okullarda yaptı, ortaokulda, ilkokulda. Masterclass’lar yani ileri düzey ritm eğitimleri verdi. Finlandiya’da, İsveç’te, Amerika’da dersler verdi. Bu paylaşım da tabi ki ülkesindeki çocuklar öncelik teşkil ediyor!

 Ayrıca firmalarda bu paylaşımı gerçekleştirdi. Sipastiklerle yaptı, İsveç’te, Finlandiya’da ve Türkiye’de, burada firmalarla yapılan paylaşımda ve çalışmada işgücüne büyük kazanç sağladı.

Bu çalışmalar insanları hayatlarında çok nadir yaptıkları bir moment’e yani “an”a getiriyor.  Çünkü herkesin bir mevkii var, ritm çalmaya başladığın zaman bu kavramlar yok oluyor .Bu durumda tek bir kişi oluyorsun, sanki ritm çaldığın yer ve an da  ruhani bir yer oluyor. Ritm çalarken inanman lazım, komplekslerini atman, dış düşüncelerden kurtulman lazım. Aile probleminden, paradan, sükseden, üzüntüden, şundan bundan kurtulup, ritmin seni başka bir dünyaya sokmasına izin vermen lazım.

Onun için bu firmalar için çok mühim. İnsanlar beyinlerini sıfırlıyorlar. 20 dk. 1 saat çalışma döneminde bir şey düşünmüyorlar, bunlar büyük rahatlık getirir insana. Bunu ben söylüyorum ama bu çalışmayı yapınca, atölyeye gelince, değerini ve ne demek istediğimizi anlıyor insanlar.

Ben firmalara bu işi senelerce yaptım ve halen devam ediyor. İlaç firmaları, otomobil firmaları, kimyevi firmalar, metal sanayi firmaları, aklına ne gelirse çalışan kesim hep beraber ritm tutuyorlar. Beraber oluyorlar, firmalar için biz bunu öneriyoruz.

 Yapmayan firmalarda yapsın deriz

 Duyum (İşitme) konusu ile ilgili ekleyecekleriniz?

Bizim orkestra’da çalarken, plak yaparken, çocukların içinde konservatuar mezunu da var, özel ders almışlarda. Fakat hepsi davetli olduğumuz mekanda yeni gelen çocuklar: “-İyi de burada ne çalacağız?” diyor (Aydın Tav) “-Artık duy ve çal! Tamam mı?” hadise buraya gelmiş vaziyettedir. Duyarsan yani!

Tam zamanlıyı kazanamadık. Niye kazanamadık? (Diye söyleriz) Tam zamanlı da 15 yaşında ki çocuğa 5 tane ses, 7 - 8 saniye içerisinde söylemen lazım, si bemol - fa diyez, nasıl söyler yahu!

Konservatuar’da müzik eğitimi almamış çocuk nasıl söyler bunu? 5 tane de 1 tanesini duyamıyor ki! Sordum hocaya, oda söyleyemiyor. Kendisi 3 tanesini söylüyor 4’ ü 5 ‘i söyleyemez.

Dedim niye böyle yapıyorsunuz bu sistemi? Fazıl(SAY) ile konuştum yanımda Burçin Büke var arkadaşlarımız var böyle şey olur mu ? diye sordum. Sorma abi diyorlar böyle çok acayip bir sistem. Yani işimize de yaramıyor, yani niye işine yarayacak? Bir orkestra’ya girersin, tamam orkestra şefiysen orada kulakla ses duymak lazım olabilir belki! Ama besteciysen de lüzum yok. 5 tane veya 3 taneyi sağlam duy yeter. Bir de orkestra şefi olarak çok fazla sesi duymak rahatsız ediyor. Zaten, şeflerin çoğu sinirlidir. Orkestra şeflerinin çoğuna bak, hepsi böyle sinir küpüdür. Normalde yumuşaklar kaba insanlar değillerdir. Konuşurken falan onlar iyi konuşurlar da çubuğu aldığı zaman eline başlar stresli durum, oradan duyar buradan duyar onu duyar, her şeyi duyar. Rahatsız olur, böyle duymak onun için hiçbir zaman iyi olmaz.

Onun için iyi duymak rahatsız edici bir şeydir, neyse her şeyin normali iyi ya, absolit (herşeyi duyan) kulaktan bahsettik yine de fakat normal bir kulağın eğitilmemesi olanak dışı, kulak muhakkak eğitilir.

Yani eğitilen kulak, en üst düzeye çıkar!

Şu an dinlemekte olduğumuz Aydın Esen ile olan çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?

Valla senelerdir beraber çalmak istiyorduk, çalamadık bir türlü.

Tanıyoruz birbirimizi, yaptığımız çalışmaları falan takip etmişiz.

O İsviçre’deydi ben İsveç’teydim senelerdir.

Sonra işte böyle bir proje olunca (Sony plak şirketi ile) teklif ettim Aydın’a, “-tamam” dedi.

Bizim Oriental Wind’in repertuarı başka, folklör’ü kullanıyor. Bide benim parçalar var, çoğu benim parçalar zaten. Ben, 28 sene İsveç’te Stokholm’da, 5 sene de Finlandiya’da kaldım.

28 sene bu kuzey ikliminin bana verdiği rahatlık relax session (rahat bölge), tabiattaki pastel renkler, sertlik yok, güneş donuk fazla yok, İsknadinav’ya.

Multi-kültürel(kültürlerin kaynaştığı) bir iklimi var, böyle yumuşak besteler yaptım. Bu besteler klasik orkestralarda çok sevildi.

Aydın’da (ESEN) benim o tarafımı seviyor mesela. Yaptığım besteler de kuzey havası var, kuzey ikliminin verdiği tınılar. Şimdi bak onlarda kuzey cazı diye bir şey çıktı. Kaç senedir dünyada Kuzey’den gelen, Norveç’ten, İsveç’ten, Finlandiya’dan gelen müzisyenler, bunlar çok nota çalmazlar!

İki nota basar bekler…

 Space’i (boşluğu) dinle! Boşluk çok mühim boşluk bizim sufi müziğimizde var zaten, sufi müziğimizdeki mana maalesef bize gelememiş!

Ne manaya geliyor hocam bu?

Çaldığını dinlemek.

Yani arka arkaya çaldığını dinlemek.

Konuşmaya benziyor. Mesela Spikerler, bizde ne yaparlar, radyo’da televizyon’da bir sual sorar. Sorduğu o sual’in cevabını, pat vereceksin. Tam sorunun cevabını verirken, bir tane daha soru patlatır, cevabı dinlemeden.

Buna en tepkili cevabı seneler evvel Türkiye’ye geldiğinde, Fidel Castro vermişti!

“-Bir sual sordun madem, cevabını verelim kardeşim” dedi. Adam Kübalı.

 Ben burada hiçbir politikacıdan duymadım. Çok nezaketsizler! Burada üst üste konuşuyorlar, hiç duraksamadan üst üste !

Müzisyenler de üst üste çalıyor, bir gör bak basçıyı dinle. Daha çok basçılarda var bu. Çünkü basçının, tane tane, temiz temiz çalması lazım. Bas, bütün orkestrayı alttan bir başka deyişle geriden kavrayan bir enstrümandır, böyle ifade edeyim.

Bu hem çalış şekliyle hem sesi ile, yani bu bas çok mühimdir.

Davulla beraber Orkestra’nın Bel kemiğidir.

 İşte, sen orada çok fazla nota çalarsan şimdi, (o notayı piyanist’te çalıyor ki gitarcı da çalıyor) o durumlarda bunlara çok dikkat etmen lazım.

Basçı daha çok lider gibi olması gerek. Basçı’nın köşeleri çalması lazım, örneğin salsa müziğinde var. Latin’de var dom, dom, dom, dom, dom, dom diye çalmaz basçı. tin –tan- tan -dom sonra hep sürprizli çalar, o sürprizler seni etkiler, hem çok seslidir hem böyle ritm’dir hem de orkestrayı kavrar.

Eliyle çalanlar trompetçiler falan, klarnetçiler. Saksafoncular, fazla çalmazlar. Çünkü orada renkler, yaşam yani her şey, böyle daha aynı, bir ses üfle bekle, aradan söyle,  farklı bir cümle. Duru anlayacağın.

Bizde mevlitler de var camiler de ‘Echo’ müzik dinlersin. O boşluk seni alır götürür, anlatabiliyor muyum? Söylediğin cümlenin “manası” boşlukta çıkar. Mana o bahsettiğimiz boşlukla oluyor, boşlukla değer kazanıyor çaldığın şey. Arka arkaya çalarsan ne oluyor panik ve başkasıyla karşılaşıyorsun sonra çarpışıyorsun, diğer çalanlarla kargaşa oluyor.

Orkestrada da şaşırarak bakıyorlar gençler. Şimdi aklıma gelmişken söyleyeyim. Gençler söylüyorlar amma teknik, falan filan –wow- alkışlıyorlar, teknik yapacaksın tabiki de, iş o değil!

Burada 2 sene evvel Marcus Miller geldi. Tekniği var adamların tık- tık- tık slap çalıyor. Avrupalılar zaten Türk müziğinde ki bu Sufi müziğine bayılıyorlar.

Hayranlar sufi müziğindeki o genişlik, kendiliğinden oluşluk. John Coltrane, Dünya’nın en iyi saksafoncusu Hindistan’a kaç defa gitti, müzisyenler gitti hep Hindistan’a. Beatles’da gitti, bütün bu rock’çılar orda, gördüler oraları.

Teslimkarlık, yani hep üst üste çalmama, boşluk, bu nedenle onu öğrendiler ve biz hala öğrenemedik. Bizim müzisyenlerimiz hala daha; saka, tiki, taka, tiki, taka, toka, daha bir girerken introduction’da(girişte) bile heyecanlılar, ifadeleri yok girişte.

Giriş insanları diye ifade ettiğim, mesela buraya Sangar geldi, sitarcı açık havada konser verdi. Hindistanlılar akordunu sahnede yaparlar. Giriş böyle olmalı

Evet daha önce onu konuşmuştuk, bende size o soruyu soracağım

Akort’u sahnede yapacaksın, o bir kültür. Sanatçı sahnede akort yaparken, bizim gibi pat küt yapmazlar. Çok estetik, nazik ve onun tavırları vardır. Yani orada zati müzisyenin olan akordunu yaparken ne kadar kıymet verdiğini anlarsın ki, enstrumanını, vücut dili, duruşu ve sakinliği ve panik olmayışıyla gösterir. Çünkü konserdesin, sahnede 1000 kişi, 3000 kişi, 4000 kişi var ve sen hala akort yapıyorsun var mı böyle bir şey? Bizde o yoktur

“-Sahneye geldin, çalsana kardeşim” derler. Hah, adam akort yaparken burada, daha akort’tan zaten parçaya geçiyorlar, akort bitmiyor o seslerden tak parçaya geçiliyor.

Güneşin doğuşu ile olduğunu söylemiştiniz?

Tabi en güzel akort o zaman olur.

Hocam hayatınızdaki en güzel anı hangisiydi sizin için?

Valla büyük sürprizler var, oldu tabi.

Bir tanesi var, Oslo’da çalıyorum, Norveç festivali. Don Cherry çok büyük bir trompetçiydi, onla gittik. Birde basçı Aril Andersen var. 3 kişi çaldık Aril Andersen çok eski arkadaşım benim, beraber senelerce müzikler yaptık. Bu sefer Norveç’te 3 kişi çalıyoruz. Trompet-bas- davul konserimiz bitti. Tabi millet beğendi falan, davullarımı topluyorum, eğildim, davulun pedalını söküyorum (bas davulu) omzuma birisi dokundu. Başımı bir kaldırdım baktım Solvi Olores dünyanın en büyük saksafoncusu. 2 metre boyundadır böyle çok büyük “-OKAYYY!” dedi bana. Tanışmıyoruz, kalktım tabi sarıldı bana. “-Çok güzel çaldınız!” dedi. Fantastik, this is night kabus gibi, dedim ki sizle tanışmıyorum, falan filan sarıldı bana. Çok acayip, aynı şeyi yine Stokholm’da yaptı bana. Kaç sene sonra, konserde çalıyoruz (caz konserinde) caz kulübünde, sahne’ye çıktı. “-Okay! Okay’ı tanıyor musunuz?” dedi millete, Stokholm halkına eyvah! Ne yapacağımı bilmiyorum! İsveç’te benim orkestrada Vuvis Nelson var. Çok iyi bir piyanist, Palle Danielson var benimle senelerce bas çaldı. Onların hepsi böyle iyi müzisyen, bizim İsveçlilerde şaşırdılar! Böyle anılarım var. Mesela bazı kişilerde bir saksafoncu var yine bir Paco Deluevera (Kübalı) çaldı bize. seneler işte!

Fransa’da Bir caz kulübüne girdim ‘’Be Morning’’, girdim içeriye biraz bar’a doğru yürüdüm. Dolu insanlar, bu adam gözleri açık çalıyor, insanlara bakarak çalıyor, muazzam saksafoncudur. Gördü beni, “-Okay!” diye bağırıyor, parçanın arasında bunlar çok büyük, özel şeyler yani, anlatabiliyor muyum? Ama bu hal, kariyer demiyim de benim tanınma şeklim, son derece şey nasıl söylesem? çok severler beni, çünkü ben dürüstüm ve hava atmam hiçbir zaman. Hava atan müzisyenler var aramızda bilirsiniz. Selam vermeyen mesela, buraya müzisyenler geliyor Amerikalı, Fransız, şu, bu.

Bizde de saksafoncu geliyor dünyanın iyi müzisyenleri ile, bizim saksafoncular gidip tanışmıyorlar, davulcumuz gidip tanışmıyor. Halbuki hemen gidip kendini tanıt, bizde bir şey var, çekingenlik var. Amerika’ya gidiyorlar Berklee’de tahsil yapıyorlar, oradaki müzisyenlerle grup kurmuyorlar, tanışmıyorlar.

Amerika da okuyorlar, 4 sene 5 sene. Baba parası ila ama o kültürü almıyorlar. Caz müzisyeni gider tanışır, çünkü ne kadar iyi çalarsan çal, o kadar! Neysen o’sun! Seni adam ediyor o çalma biçimi, biliyor musun? Meşhurluk, ismi büyük, korkarız, ay nedir falan filan. Sert duruyor sahnede deriz, peşin kararlar var ya! Hâlbuki hiç alakası yok. Müzisyen büyük bir müzisyen oldukça, ruhu daha yumuşuyor, daha insancıl oluyor, daha teslimkar.

Ama sen git, ben Türk saksafoncusu, Türk müzisyeniyim desen, sana sarılırlar. Sarılır herif yani, vay falan der e biz de öyle diyoruz. Yok kim? Nereden geldin? deriz. Bizde tanışma yok bizde hariciyemiz (dışarda-yurtdışında) de böyle. Bir partide Türk konsolosluğuna bir bakıyorsun, kaç defa şahit olduk Norveç’te git, Hindistan’da git bizim Türkler hep bir yerde. Dağılsanıza kardeşim! İtalyan tarafına, İngiliz tarafına, home party veriliyor tanış herkesle. Sen başka yerde, herkes başka yerde konuş böyle. Bakıyorum öbek bizimkiler 5- 6 kişi gördün mü işte onlar Türkler.

 

Bu bize yansımış, sanata da yansımış tabi yani bu gerçek. Bunları gördüm ben, inşallah düzelir umudundayım. Ama bu ülkenin ekonomisi ile, pasaportunun değeri ile ilgili senin paran ne kadar?

Şimdiye kadar gizli çıktık Avrupa’ya. Ben değil ama.

Ben çok çalıştım enstrümanım ile. Ben gittiğimde doğulu bakıyordu bana, hemen hürmet ettiler acayip! Şimdi ben ona güveniyorum, çalıştım, misyonum iyiydi! Ben kendimi büyük hissetmedim onun için, işte bu o para ekonomi ve politika Türkiye’nin politikası, insan hakları demokrasi şu bu falan filan bunlar ilerlese Türkler çok daha moralli olacaklar,

Zaten yurtdışına çıkarken, “-eyvah arabanın her tarafına bakacaklar!”, “-eyvah Türkler geldi!” Halen böyle, ekonomi düzeldikçe işte, Amerika nasıl olacak ?, İsveçli nasıl komplex’te!

Zaten adam veriyor pasaportu, tak geçiyor ya, ben Ecevit’le Fransa’ya gittim. Rahşan Hanım ile geçeceğiz. Benim İsveç pasaportum var, geçtim. Ecevit’le biz beraber çağrıldık; çünkü Ecevit’in takalar şiiri vardı, Senem Diyici diye bir kız vardı şarkıcı, o şiiri plak yaptı.

Neyse Ecevit’i beni çağırdılar Ecevit’te o zaman başbakan değildi, ama olacaktı.

Ecevit’i durdurdular. Adam 12 dakika kapıda bekledi, polisler bırakmadılar. Fransız gibi kaldık, böyle şeyler oluyor neyse.

 

Peki Okay Temiz’in müziği size göre anlaşıldı mı? Eğer anlaşılmadıysa ne zaman anlaşılacak? Ya da şöyle söyleyelim ne zaman anlaşılabilir hale gelecek?

Hayır! Hayır! Anlaşılır. İmkanı yok, anlaşılır!

Öncelikle Belediyelerin festivallerinde, konserlerinde, kültür yerlerinde, çalmamız şart.

Çünkü ben geçen Edremit festivalinde çaldım. Edremit’te bir baktım kahveler mahveler deniz kenarında hep böyle okey oynuyorlar. Hep okey, acayip.

O kahvelerin arkasında da sahne kurulu, çaldık. Bütün o insanlar geldiler, birde etraftan gelenler vardı.

Tıklım tıklım doldu. Açık hava festivalinde Oriental Wind’le çaldım. Çalış şeklimiz tamamen değişik. Show gibi çalıyoruz, tabi de ve millet peşimizi bırakmıyor. Herkes etrafta, bizim etrafımız insan doldu. Böyle sorgu sual, resim çektim, plak isteyenler yani ilgi görülüyoruz. İmkansız ama o bu şeyi yaratmak lazım, sonraki belediye başkanı gel, çal böyle olması lazım.

Şimdi Cumhurbaşkanlık Köşk’e gidiyorum, şimdi mecburen gideceğim.

Çünkü bu işleri düzeltmek için söyleyeceğim şunları yapalım . Yaptıklarım şimdi 4 duvarın içerisinde kalıyor. İnsanlara duyuramıyoruz. Her kesim sever bizim müziğimizi. Acayip şeyler! Böyle bakıyorlar zaten.

Ama benim daha çok istediğim ne biliyor musun? Popçu’nun yanında çıkmak mesela’’ Serdar Ortaç’’ mı gidiyor? Nereye mesela? Eskişehir’e bir de ‘’Okay Temiz’’ koysunlar birde “Aydın Esen” koysunlar, ne bileyim, kim var? “Erkan Oğur” koysunlar. Yani böyle modern araştırmacı, grup yok kardeşim. Böyle, değişiklik yapacak grup yok, herkes piyasacı olmuş! Aman beğenmezler diye müzik yapıyorlar.

Ben bunu çalacağım desem? Sağlam olacaksın! İnançla yapıyoruz zaten, sen inandığın zaman karşı ki inandığı zaman, muhakkak iyi çalarsın, yani mesajın vardır. Oda karşıya tesir eder kesin yani.

Onların yanında, o popçuların yanında, folklorcülerin yanında, çıksak.

Çünkü o kitle bizi seyretsin diyoruz.

7’den 70’e yapmıştı ya “Barış Manço” öyle yapacaksın o ismi vereceksin.

Yani 4’ten 70 yaşına kadar daha (yaşı da indirecen)

Okay hocam son ekleyecekleriniz neler olabilir ?

Nasıl hissediyorsunuz ?

Valla bir ümidim daha var

Son projelerinizden bahsedebilirsiniz?

Benim dünya Orkestram vardı. 2000 senesin de değişik dinlerden müzisyenler, o ülkelerin dini Protestan, Yahudi, Hindu işte İslam, işte ne kadar din varsa… Bunlardan müzisyenler mesela Yangar Breg ile konuştum. Yeni müzisyenler var dedim ,Yangar Breg tamam dedi.

 Okay gelirim dedi. çünkü “Yangar Breg” kiliselerde çalıyor. Almanya’da, İskandinavya’da, konserler veriyor. Çok güzel kiliseler de bende çaldım.

Yani insanlar geliyor. Seni sakin sakin dinliyorlar. Londra’da, Bombey’de çaldım. Almanya’da bir sürü kilisede, İsveç’te, Danimarka’da, Finlandiya’da çaldım.

İşte bunlar ve benzeri.

Hocam size saygım sonsuz çok teşekkür ediyorum

Valla çok güzel oldu çok sağol.

                                                                              Ropörtaj ;Tayfun Lübeten

 
Toplam blog
: 46
: 193
Kayıt tarihi
: 13.09.11
 
 

1982 yılı İstanbul doğumluyum. ilk öğrenimi'mi İstanbul'da tamamladım. 2008 yılında Yıldız Teknik..