- Kategori
- İstanbul
Okyanusa çıkamam!
Haşmet Babaoğlu Vatan Gazetesinde ki köşesinde “İstanbul’u ne kadar özlediğini” yazmış.
Uzun bir süre tatile gitmişti, uzak kalmıştı ya!
Özlediğini Kandilli iskelesinin dibinde balık yerken fark etmiş.
İnsan ister istemez yediği acaba ne balığıydı diye merak ediyor.
Ben Kandilli iskelesinin nerede olduğunu bile bilmiyorum.
İki hafta öncesine kadar “İstanbul” denince aklıma “ Ulubatlı Hasan” geliyordu
Şimdi “İstanbul” dendiğinde cumartesi günü bize arkadan vuran su arabasını hatırlıyorum.
Kaderin garip cilvesi işte;
Gazozcunun arabasına ne çarpar?
Su kamyonu!
***
Çevre yolundan işimizi halletmiş, dönüyoruz.
Trafik her zamanki gibi içler acısı ( İstanbul’da oturanlara Allah sabır versin, çekilmiyor arkadaş)
Önümdeki araba durunca ben de durdum.
Arkamdaki ağabeyin jeton köşeli, duramadı.
Adamın amacı bizi ön camdan çıkartmak ama hazırlıklıyız.
Emniyet kemerleri takılı!
“Ya sabır” deyip indim arabadan.
Bir bize vuran arabanın şoförüne baktım, bir benim bagaja baktım.
Bagaj ve Şoför arasındaki benzerliği fark ettim.
İkisi de içine göçmüş!
Hava sıcaklığı 37 derece, gelen geçen, hem acıyan, hem de trafiğin içine ettiğimiz için küfür eden gözlerle bakıyor.
Biz polis bekliyoruz.
Yarım saate yakın bekledik, gelen memur araçları emniyet şeridine çekmemizi istedi.
O zaman anladım ki İstanbul’daki Emniyet şeritleri, emniyetli değil!
Emniyet şeridinde ki trafikte sıkıştı.
Gelen iki polis var, biri bizimle ilgileniyor, diğeri emniyet şeridini kullanan “danaların” plakalarını alıyor.
Kaza raporu düzenlendi.
İmzaları attık.
Su Kamyonu ile helalleştik.
Yolumuza devam ettik.
“O günden bu güne kalan bir şey var mı?” diye sorarsanız.
Cevabım; Boyun ağrısı olur.
Kısacası;
Dere balığıyım ben!
Ne büyük şehir havası alayım
Ne salâvat getireyim.
FOTO:http://tr.wikipedia.org