Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ekim '13

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Olgun Şimşek fenomeni

Olgun Şimşek çok genç bir “sanatçı.” Ama o, bu kavramı anlamları ve çağrışımlarıyla  birlikte kabul etmiyor. “Daha işin başındayım. Sanatçı kavramı beni ne kadar anlatıyor bilemiyorum, bildiğim; “gerçekten sanat” yapmanın ne kadar güç olduğu ve sanatçı unvanının öyle kolayına hak edilmediğidir,” diyor.

Sağlıklı bir yaklaşım. Kişiliğinde var volan erdemsellikleri  sanatına emzirme başarısını da gösteren Olgun Şimşek, böylece, kendisi kabullenmese de ciddi bir sanat felsefesi ve  poetikası oluşturabilmiş bir sanatçıdır. Yaşama biçiminden, davranışlarından ve ürettiklerinden yola çıkarak bu betimlemeyi ve kavramlamayı rahatlıkla yapabiliyorum.

Hatta, tiyatro, sinema ve televizyon oyunculuğuyla ülkemiz güldürü dünyasının bir fenomenidir o. Ama aynı zamanda dram ve trajedi rollerinde de en büyük ödülleri alabilecek kadar başarılıdır.

Toplumsal alt-üst oluşun kendine özgü ezici dinamiği, vahşi kapitalist oyunların bitip tükenmeyen tuzakları, insafsız sömürü mekanizmasının bir avuç azınlık adına gemi azıya aldığı verili koşullarda bireyin yaşama olanaklarını daraltan sistem, yaşama umudunu, sevincini elinden alarak onu büyük bir çöküntüye sürüklemekteyken birileri çıkıp hızla büyüyen, karamsar, korkak ve her türlü kandırılma, avutulma, aldatılma oyunlarına katılmaya teşne  sürü psikolojisine “dur!” diyor. “Kendine gel, gülümse ve gül. Hatta kahkaha at. Böylece hiç değilse içten içe çürüme!” Bu olgu çok önemli. Toplumsal tedavi, terapi anlamına gelecek kadar özel, çürütülmeye ve çürümeye baş kaldırı anlamına gelecek kadar da önemlidir. Bir farkla; yalnızca gülümsetmek, güldürmek amacıyla değil, aynı zamanda biraz da düşündürmek, az buçuk da “bu ne ya!” dedirtebilmek için yapılıyorsa… Tam da bu  noktada; hem sanat olarak bireyin haz ve güzellik duygusunu depreştirdiği hem de toplumsal estetiğe katkı yaparak onu geliştirdiği için  gülmecenin, ironinin ve absürdün önemi artıyor. “Yalan Dünya”, “Beşik Kertmesi”, “Yedi Numara”, “Bir Demet Tiyatro” Olgun Şimşek sanatının  gülümseyen, gülen, güldüren yüzünün en iyi örneklerini barındıran yapıtlardır.

Dram ve trajedi  niteliği taşıyan yapımlarda da aynı oranda başarılı olduğunu görüyoruz.

“Yazı Tura”nın Rıdvan’ı kahramanmış gibi kullanıldıktan  sonra bireysel trajedisini yaşarken içinde bulunduğu toplumun, yanında yakınında bulunduğu diğer bireylerin, hamasetlerle yönlendiren kültürünün umurunda bile olmuyor. Ama Rıdvan  yazgısına boyun eğmiyor; tepkisini bazen bir kaş devinimiyle, bazen beden ritmindeki bir eksikliğin yüzünde biçimlendirdiği jestiyle, mimiğiyle, davranışlarıyla  yaşıyormuş gibi veriyor. “Yazı Tura”, Olgun Şimşek sanatının trajedi yanının  görkemli göstergelerinden biri, bir büyük sanat yapıtı. (Kenan İmirzalıoğlu’nun hakkını da teslim etmek koşuluyla elbet.)

Bir filmde ya da tiyatro oyununda aslolan, sanatçının rol gereği de olsa yaşadığı varsayılan olaylardan soğurduğu  duyguları, tiyatral algı ve yeteneklerini kullanarak gerçeğine en yakın biçimde, hatta gerçekten yaşıyormuş gibi canlandırabilmesi, anlatabilmesidir. Bu bağlamda Gözetleme Kulesi Olgun Şimşek’in dram türünde, estetik-içerik diyalektiği doğru kurulmuş sanatsal başarılarını yansıtan  yapıtlardan biridir. Telsizle, “Normal normal yaşıyoruz,” derken yüzündeki, gözlerindeki, bakışlarındaki özellikle baş ve boyun devinimindeki anlatım “anormal bir yaşamı” olağanüstü bir başarıyla, olduğu gibi vermektedir. Kule penceresinden içeri bakışı ve film boyunca sürüp giden diğer tiyatral devinimleri de öyle.

Onun insana dair boyutunu varsıllaştıran önemli bir yeteneği de bağlama çalmaktaki ustalığı ve eşliğindeki türküleridir. Klasik müzik sevdiği, dinlediği kadar türkülerle yaşıyor olması, anlayış, algı ve yansıtma yelpazesinin ne denli geniş olduğunu gösteriyor. Türkülerdeki bireysel öyküler, toplumsal sorunlar, bağlamanın iniltili tınısındaki hüzün bütünsel gelişmenin ve duruşun niteliğine ciddi katkılar yapar. İncelen duygular, eğitilmiş farkındalıklar, birikmiş bilinç “gerçekten sanatçı” olmak isteyenlerin en çok gereksindiği niteliksel özelliklerdir. Olgun Şimşek’in Kapalıçarşı adlı dizi filmde Mahmut rolüyle yaşama geçirdiği karakter aslında Olgun Şimşek karakterinin çok benzeridir. Bu filmde sanatın olmazsa olmazlarından duyarlık ve içtenlik (samimiyet) gibi  ilkeler öne çıkıyor. Bağlaması eşliğinde söylediği “Üflediler söndüm” adlı türkünün halk tarafından benimsenmesinin, medyada olağanüstü ilgi görmesinin altında yatan nedenler bunlardır. Denebilir ki Olgun Şimşek; sanatçı olduğu kadar insan, insan olduğu kadar da sanatçıdır.

Olağanüstü bir bütünsellik.

Bu bütünselliğin altını dolduran kültürel unsurlara gelince… Düşünürün dediğine bakılırsa, yani “bütün bir yaşamımız çocukluğumuzdan ibaret”se ve Jean Giaget adlı psikologun ünlü tezinde öne sürdüğü gibi   “kişilik ipuçları 3 ile 6 yaş arasında oluşuyorsa, daha sonraki koşullar  bu ipuçlarını asla ortadan kaldıramıyor”sa Olgun Şimşek sanatının ipuçlarını da onun çocukluğunda aramaya çıkmalıyız.

Onu çocukluğundan beri tanıyan biri olarak söylemek isterim ki Olgun Şimşek’in bugününe dair  ipuçları çocukluğunda yeteri kadar vardı ve ben bunu birkaç yıl boyunca birebir gözlemiştim.

12 Eylül günleriydi. Sürgün, kıyım ve her türden zulüm dizginsiz sürüyordu. Bursa’nın Orhaneli ilçesi bir zamanlar Osmanlı’nın sürgün danışmanlarını ağırladığı (bu yüzden beş köyünün adı Danışmanlar’dır) gibi  o günlerde de 12 Eylül’ün sürgünlerini ağırlayarak tarihi mirasına sahip çıkıyor, bir süre ağırladıklarını da başka yerlere sürgün gönderiyordu.  

 Gündüzler ihbarların ve ihbarcıların, geceler yasakların, işkencelerin, feryat, figanlarındı. Biz Orhaneli’de bir canyoldaş ekibi oluşturmuştuk. Kimler mi vardı bu dostluk sofrasında?  Hakim Ercan Kaya, Savcı Hüsnü Gür, Öğretmenler Kekil Şimşek, Nevzat Karaoğlan, Seyfi Avcı,  Doktor Seyhan Civan, Marangoz Recep Gültekin, politikacı Şeref Derse, genç Kamil Demir, taşaron yüklenici Hikmet… Bağlama çalıyor, türküler söylüyorduk. İlginç olan da şuydu: Olgun, küçücük yaşına karşın hep yanımızdaydı. Hem de hep kendi isteğiyle. Çünkü onun ruhu büyüktü. Yaşından büyük düşleri vardı ve hep yaşından büyük insanlarla haşır neşir olmayı  seviyordu.

Sıkıntılarımızı, üzerimizdeki baskıyı, alınıp götürülen dostlarımızın acılarını söyleşerek, demlenerek, bağlama çalıp türküler söyleyerek hafifletmeye çalışıyorduk. Olgun bağlamama eşlik ediyordu. Biz amcaları, hep onun ağzına bakıyorduk. Öylesine güzel söylüyordu ki… “Hadi Olgun,” diyorduk. “Bir tane daha…” Böylece kimi zaman bir ucu sabahlara uzayan bir türkü kervanı yaratıyorduk.

O yıllar Olgun’un 3., 4., 5. sınıflarda olduğu yıllardı. İlk olarak  Orhaneli İlkokulunun 23 Nisan Akşamı programında sahneye çıktı ve dillere destan olan türkülerini söyledi. Bağlamasını ben çaldım. Yine o yazın ilkini gerçekleştirdiğimiz Göynükbelen Çilek Festivali’nde beş bin kişiye türkü söyledi. Bağlamasını yine ben çaldım. Ama o, türkülerini çok daha ustaca çalınan bağlama eşliğinde söylemeyi hak ediyordu. İkinci yıl festivalinde ben geri çekildim, Bursa’dan profesyonel bir bağlamacı davet ettik. Bursa Belediye Konservatuarı’ndan Yaşar hocayı… Bağlamasını o çaldı. Bu iki yıl içinde ve daha o zaman Olgun bir Orhaneli-Bursa miti oldu. “Bir çocuk,” diye dilden dile konuşuyorlardı. “Nasıl güzel türkü söylüyor!...”

Bu atmosferin etkisinden olacak Olgun bağlama ve flüt çalmaya heves etti.Ona  bu atmosferin etkisini sorduğumda şöyle dedi: “Sanıyorum, insanın erişkin yaşındaki özelliğini, kişiliğini belirleyen önemli etmenlerden biri çocukluğunu yaşadığı aile ve sosyal çevredir.” Hafta sonları ilçeye inerek ona flüt, bağlama dersleri veriyordum. Bir hafta sonu kar yağdı, yol kapandı, ben ilçeye gidemedim ama o, yedi kilometrelik vahşi yolu aşarak bir masal kahramanı gibi karların altından çıkıp geldi. Yanında bir arkadaşı… Böylesine gayretli ve cesaretliydi. Ona bu gayretkeşliğini anımsattığımda da yorumu şu oldu: “Sanıyorum, ikinci bir etmen olarak da insana doğuştan gelen, şu veya bu alana yönelimi, şu veya bu alanda başarılı olma eğilimini ifade eden içsel itkiyi sayabiliriz. Bunlar eğitimle birleşince ne olacağınız, işinizde nasıl çalışacağınız veya nasıl yaşayacağınız belli oluyor.”

Olgun Şimşek’in bugünkü felsefesinin alt yapısı çocukluğuyla eğitiminin ciddi bir sentezine dayanıyor.

Annesi Orhanelili bir Yörük kızıdır. Anne terbiyesi bir yanıyla batılı olmasına karşın diğer yanıyla Yörük geleneklerini içeriyor.

Babasıysa Bingöllü,  Alevi ve Kürt. Gerçek bir kitap kurdu, bir çırpıda onlarca türkü söyleyebilecek denli türkü dağarcığı, Töb-Der yöneticisi ve tek maaşlı bir öğretmen.

Bu son nedenle Olgun çocukluğundan başlayarak çeşitli işlerde çalışmak zorunda kaldı. Ama o bu durumundan hiçbir zaman yakınmadığı gibi o yaşantılarının bugününü hazırlayan etkenler arasında olduğunu söyledi: “Oyunculuk, biraz da insan biriktirmektir. Çocukluğumun Orhaneli’si bunun için uygun bir mekândı. Okul yıllarımda benzinlikte çalıştım. Otobüslerde muavinlik yaptım. Bu işlerin de katkıları büyük çünkü ikisinde de insanlarla haşir neşir olmak durumundasınız. Her an çok farklı insanlarla tanışır, çok farklı davranışlara, sözlere, duruşlara tanık olursunuz. Oynadığım sinema ve televizyon filmlerinde, tiyatro oyunlarında canlandırdığım karakterlerde bu dönemlerin izleri vardır. Eğer başarılı isem bu yüzden başarılıyım diyebilirim.”

Olgun Şimşek bütün bunları çağdaş konservatuar (sanat) eğitimiyle harmanlayarak özümsemiş bir tiyatro ve daha sonra da sinema sanatçısı. O, güncel politikaya gönderdiği deyişiyle “açılımın ta kendisi.” Yörük, Alevi, Kürt ve Demokrat.

Daha on yaşındayken baba dostu bir öğretmenden (ş.akbaba) flüt ve bağlama dersi alıyor ve 12 Eylül ortamını onlarla birlikte soluyor. “Her yanım sürgün, herkes sürgün,” diye dile getiriyor o günkü baba dostu amcalarını. “Babamın arkadaşları ve aile dostlarımız arasında sürgün sözcüğü o kadar çok dile getirilmişti ki, bu sözün bir rütbe filan olduğunu sanmaya başlamıştım. Sürekli olarak ya birileri sürgüne gidiyor ya da birileri sürgüne geliyordu ilçemize.” Belki de o koşulların ne kadar anormal olduğunu algıladığı içindi, hemen hemen her söze başladığında “normal şartlar altında,” diye bir girizgâh yapardı. Sonra söyleyeceğini söyler, şakasını yapar ve kahkahayı basardı.

Çocukluğunu büyük yaşadığının tanığıyım.

Gençliğinde ayrıydık, yaşamının o kesitine tanıklık edemedim ama İstanbul Devlet Konservatuarının Tiyatro bölümü birinci sınıfındayken oğlum Özgür’ün sünnet düğününe geldi. Hem de Erkan Can’la birlikte. O gece; Narlı köyünde Marmara Denizinin kıyısına yeniden kurduğumuz dost meclisimizin anılarında gerçek ve somut bir gece olarak yer etti. Sabaha kadar bağlama çalarak türküler söyledi Olgun Şimşek. Ona  ezberindeki şiirleriyle Erkan Can eşlik etti. İkisi de sanatın potasındaydılar ve çok büyümüşlerdi.

Konservatuvarda önemli hocalardan ders aldı. Shakespare’den alıntı çok önemli tiratlarla mezuniyet sınavını verdi ve İbrahim Tatlıses’in İbo Shov programında “Güçlü” oldu. Sonra Bir Demet Tiyatro da Kudret, Yazı Tura’da Rıdvan, Beşik Kertmesi’nde Ferdi, Gözetleme Kulesi’nde Nihat, Alacakaranlık’ta Emir,  Yedi Numara’da Sabit, Karışık Pizza’da Murat, Yalan Dünya’da Selahaddin…  Birbirinden farklı kültürlerin davranışlarını sergileyen rolleri şiveleri, lehçeleriyle yaşar gibi oynadı. Rolden role, karakterden karaktere, trajediden komediye, dramdan ironiye, türküden şarkıya geçişlerindeki başarısı onun bir başka ve hızlı yeteneğini ortaya koydu: Uyum yeteneğini. Bu yeteneği ona, sanat dünyasında sürekli var olabilme ve var kalabilme başarısını getirdi.

Söyleşimiz süresince çok sayıda soruya yanıt veren Olgun Şimşek, güncel politikanın “barış süreci” yanına gelince çok daha derinlikli, adına yakışır olgunlukta ve felsefi niteliği olan açıklamalar yaptı:

“Ne diyebilirim ki? Barış, elbette iyidir. İnsanların veya toplulukların çatışma halinde olmasını ve bunun ülkenin bütün hayatını zehirlemesini onaylayacak biri çıkar mı? Şu bir gerçek: Kendimizle barışık değiliz. Birbirimizi dinlemeyi ve anlamayı bildiğimiz de söylenemez. İnsanı insan yapan en önemli özelliklerinden biri vicdan sahibi olmasıdır. Olup biteni vicdanın terazisinde, öfke ve nefretle gördüğünüzden çok başka, çok farklı görürsünüz. Buna empati de diyorlar. Bir insanın, kendini başkasının yerine koymasıdır empati. Kendini, karşındakinin yerine koyarak olaylara bir de oradan bakmak gerekiyor. Her insan özgün bir varlıktır. Dünyaya ve olaylara bu kişiselliği içinden bakar. Benim, kendimi başkasının yerine koymam, onu anlamanın yoludur. Niçin böyle yapıyor? Niçin farklı düşünüyor? Niçin barışı istemiyor veya istiyor? Mesela Almanlar ve öteki Avrupalılar tartışmak için tartışmıyor. Birbirini anlamak, birbiriyle uzlaşmak, ortak tarafları bulup çıkarmak için tartışıyor. Biz ise, hepimiz biliyoruz ki çoğunlukla birbirimizi dinlemiyoruz. Dinliyor göründüğümüz zamanlarda bile, içimizden, ‘Hele bir bitirsin sözünü, nasıl da okkalı bir şamar indireceğim! Feleğini şaşıracak!’ diyerek dinliyoruz. O zaman, olmuyor tabii. Sokakta da evde de işte de trafikte de olmuyor. Herkes bizim gibi olsun istiyoruz ama bu imkansız. Herkes bizim gibi olmayacak. İyi ki de olmayacak. Yoksa yaşadığımız hayat çekilmez bir şey olurdu. Doğada da yok böyle bir şey. Çam ağacı, yanı başındaki kayın ağacına, ‘Senin kozalakların yok, git öteye’ demiyor. Kırmızı gelincik, sarı papatyaya, ‘Niçin sarısın? Ya kızar ya da git buradan’ demiyor. Kardeş kardeş yaşayıp gidiyorlar. Bir ceylanın, aslanın varlığına itiraz ettiğini hiç duydunuz mu? Verili durum budur onlar için. Aslan, aslan doğasıyla, ceylan da ceylan doğasıyla yaşayıp gidecek. Bizim ülkemizden çok daha yoksul, bizim ülkemizden çok daha ağır sorunları bulunan ülkeler gördüm. İnsanlarla konuştum. Yorumlarını, eleştirilerini dinledim. Bizim kadar öfkeli, bizim kadar dediğim dedikçisini, bizim kadar asar kesercisini görmedim. Yalnızca barış sorununda, Kürt sorununda değil, akla gelen ve gelebilecek her sorunumuzda, çözümü getirecek veya çözüm yolunu gösterecek bir tek, ama bir tek altın anahtarımız, bir tek sihirli formülümüz var: Kendimizle barışık olmak! Kendimizle barışık olursak dünya ile de barışık oluruz; sorunlarımızın çözmek için kavgaya, çatışmaya yer kalmaz, gerek de kalmaz. Unutmamalı ki sorunlar yalnız bizde yok, her yerde var.”

Sanatçı-toplum ilişkisi sorulunca da aynı  oylumdaydı yanıtı:

“Sanatçının toplumun önünde olmak, topluma örnek oluşturmak, yol göstermek gibi bir görevinin, misyonunun olduğunu düşünmüyorum. Sanatçı değilim, aydın da değilim. Nazım Hikmet'e de sanatçı diyorlar, bana da sanatçı diyorlar. Bir ölçüsüzlük görüyorum bu adlandırmada. Belki ileride bu sıfatı hak edeceğim, sanatçı olarak kabul edileceğim işlere imza atabilirim. Bunu bilmiyorum, şimdilik yalnızca bir oyuncuyum. Yapabileceğim en iyi şey, oyuncu olarak rolümü ciddiye almak ve en iyi şekilde oynamak. Bu bakımdan sanatçı da aydın da değilim. Öyle kabul etsem bile topluma önderlik etmek gibi bir görevimin olduğunu düşünemem. İşimi gereği gibi yaparsam toplumun bir üyesi olarak topluma karşı görevimi de insan olarak yükümlülüğümü de yerine getirmiş olurum.”

Aldığı ödüller sorulunca, alçakgönüllülüğüyle yanıtsız bıraktı ama onun yerine ben bilgi verdim. Çünkü  başarıları ciddi ödül kurumlarınca verilen ödüllerle onurlandırıldı, onandı. O ödüllerin bazıları şunlardır:

1999Ankara Film Festivali, "Umut Veren Yeni Erkek Oyuncu" Ödülü, Karışık Pizza.

2004Antalya Altın Portakal Film Festivali, "En İyi Erkek Oyuncu" Ödülü, Yazı Tura.

2004 Sinema Yazarları DerneğiTürk Sineması Ödülleri, "En İyi Erkek Oyuncu" Ödülü, Yazı Tura.

2004 Orhon Murat Arıburnu Ödülleri, "En İyi Erkek Oyuncu" Ödülü, Yazı Tura.

2005Adana Altın Koza Film Festivali, "En İyi Erkek Oyuncu" Ödülü, Yazı Tura.

2005 Ankara Film Festivali, "En İyi Erkek Oyuncu" Ödülü, Yazı Tura.

2005 Uluslararası İstanbul Film Festivali, "En İyi Erkek Oyuncu" Ödülü, Yazı Tura.

2012Antalya Televizyon Ödülleri, "Komedi Dizisi En İyi Erkek Oyuncu" Ödülü, Yalan Dünya (dizi, 2012).

Ayağındaki kırık yüzünden Bursa davetimizi kırmayarak koltuk değnekleriyle gelen Olgun Şimşek büyük alkışlarla, sevgi gösterileriyle döndü.


 



§BURSA GAZETECİLER CEMİYETİ, NİLÜFER BELEDİYESİ VE ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ tarafından  düzenlenen AYDINLARLA YÜZYÜZE SÖYLEŞİLERİ adlı etkinlik.-Nilüfer Belediyesi Uğur Mumcu Sahnesi.- 

 
Toplam blog
: 74
: 569
Kayıt tarihi
: 11.03.10
 
 

1954 yılında Kars’ın Arpaçay ilçesine bağlı Bardaklı köyünde doğdu. Türkiye’nin çeşitli yörel..