Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '07

 
Kategori
Üniversiteler
 

Özalizm, O’nun müritleri ve üniversiteler

Özalizm, O’nun müritleri ve üniversiteler
 

Sayın Başbakan konuştu yine… Sayın Başbakan’ın konuşması demek tabiî ki paradan ve dinden bahsedilmiyorsa, bayramlık ağzının açılması demektir… Buna alıştık!

Geçenlerde Rektörler Komitesi tarafından Anayasa değişikliği hakkında yapılan eleştiriler sonrasında da açtı bayramlık ağzını, Sayın Başbakan. Oysaki benzer eleştiriler hem Yargıtay’dan hem de TÜSİAD’dan gelmişti. Bilime ve bilim insanına saygı olmadığından toplumumuzda, her önüne gelen de başkalarına söylemediğini Üniversite mensuplarına söyleyerek rahatlıyor (Hoş burada Üniversite mensuplarının da hatası yok değil, bu konuya da değineceğim aşağıda).

Yargıtay’a çıkışamaz çünkü insanlarımız için devlet babanın nasıl olduğu önemli değildir ve ona sadece saygı duyulur ve bunun sonucu olarak da Yargıtay Devleti temsil eden biri kurum olduğundan hâlâ saygı görüyor.

TÜSİAD’ın eleştirileri karşısında ise ki burayla olan ilişkilerin parayı ilgilendiren işleri direk olarak etkileyeceğini bildiğinden saygıda kusur etmiyor Sayın Başbakan ve de oraya “herkes işine baksın, haddini bilsin” türünden yaklaşımlar sergileme yerine, Hükümet Sözcüsü ve Adalet Bakanı Sayın Çiçek’i Anayasa değişikliği ile ilgili bilgilendirmeye yolluyor.

Diyanet İşleri Başkanı çıkıyor her kanalda her şeyi çatır çatır söylüyor, Sayın Başbakan “laik bir ülkede bu olmaz. Otur oturduğun yerde” demiyor, hatta ve hatta toplumun geldiği konumdan ötürü mutlu oluyor da, Cumhuriyete ve O’nun değerlerine bağlı olan bilim insanları ülkenin en temel direği olan Anayasa’nın yeniden yazılması ile ilgili ağızlarını açtıklarında “herkes işine baksın” diyor. Sayın Başbakan’ın ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın sık sık kendilerine örnek aldıklarını söyledikleri Sayın Özal’ın mantığı aynen devam ettirilmiş oluyor bu sayede. Özal Hazretleri de, bilime ve bilim insanına hep mesafeli durmuştu. Göremedikleri nokta şurası, gerçek anlamda düşünebilen bilim insanları olmadan ve toplum bilimsel düşünüşle kucaklaşmadan sorunlarımız çözülemez.

Aslında, tüm bu anlattıklarım neden hâlâ gündelik yaşantımızda karşılaştığımız sorunların çözümü için ortak bir yol olması gereken akılcı çözümler kasabası kavşağından dönememiş olmamızı çok güzel özetliyorlar.

Bir ülkede düzen, tarikat yapılanmalarına yerleşmiş olan ağabeylik-ablalık türünden müesseselerle sağlanamaz, böyle sağlayabileceğini iddia edenler, o yolun sonunun Malezya’daki ya da Suudi Arabistan’daki din polisliğine çıktığını görmek durumundadırlar. Eğer bunu göremeyecek durumdalar ise de bu ülke insanına daha fazla acı çektirmeden, kendilerini ve bu türden egolarını tatmin edebilecekleri tekkelerine geri dönmeleri gerekir.

Aslında, bilime ve bilim insanına mesafeli duruş, ülkenin tüm sorunlarının ana kaynağı ve dışa bağımlılığın ana kelepçesidir. Bilim ve gerçek anlamda bilim insanları olmadan, bu ülkenin sorunlarını ancak ve de ancak yabancı bilim insanlarının bulduklarını ülkemize getirip, taklit ederek çözebilirsiniz ki bu da sistem üzerinde önemli kanamalara yol açar.

Konuşulan “Bilim ve Teknoloji Bakanlığına” bakarak, bilimimizin ve teknolojimizin artık gelişeceğini umuyor bazıları. Bilime ve bilim insanlarına saygı duyulmadığı ve onların fikirleri bu toplumda değer görür hale getirilmediği sürece, isterseniz elli tane Bilim ve Teknoloji Bakanlığı kurun işe yaramaz. Toplumun geneline yayılmamış bir bilimsel yaşam şekli, hem bilimsel üretimimizin batı taklitçiliği şeklinde kendisini göstermesine hem de ülkemizde yetişecek bilim insanlarının yurt dışına kaçmalarına yol açacaktır. Bu kaçışı, TÜBİTAK’ın dağıttığı projeler ya da Osmanlılığı ön plana çıkartma çalışmalarınız dahi durduramaz. Gerçek anlamda bilimsel üretim, gerçek anlamda Dünya bilim ve teknolojisine katkı için hiç şansınız yok, Mustafa Kemal’in Cumhuriyetinin doğrularının okyanusunda yüzmek zorundasınız. O Okyanus’ta yüzmeden, “demokrasi, demokrasi” diye yaptığınız her çığırtkanlık, aynen 1946’dan bu yana ola geldiği gibi, bizleri bir arpa boyu ilerletmeyecek, toplumsal kutuplaşmalarının önünü alamayacak, gelir dağılımındaki sorunları ortadan kaldırmayacak, ihracatımızı, ithalatımızın üzerine çıkaramayacak ve bizleri Ortadoğu Coğrafyasına sıkışmış halde tutmaya yol açacaktır.

Ekonomide, sanayide, sporda, sanatta, savunma sanayinde, inançta (ama ihale almak isteyen müteahhitin eşinin başını bağlaması şık olur diyen ilahiyatçılar türünden olanları Allah başımızdan eksik etsin) yani toplumsal yaşantının her katmanında bilime ve bilim insanlarına, bilim felsefesine saygı duymak zorundasınız.

Bu ülkenin huzuru için Mustafa Kemal’in işaret ettiği akıl ve bilim adasına ulaştığınızda, oraya yabancılık hissetmemek için O’nun aydınlanmasının okyanusunda yüzmek zorundasınız. İstanbul Boğazına yaptığınız tüp geçide benzer tüp geçitlerden geçerek o adaya ulaşsanız dahi, oraya yabancı olduğunuzu fark eder, aynı tüpten geçerek gerisin geriye dönmek ve yeniden okyanustan yüzerek adaya gelmek zorunda kalırsınız. Bu da hem size hem de size güvenen %46, 6’ya hem de bizlere yazık olmasına, patinaj çekerek zaman kaybetmemize neden olur.

Üniversitelerin de bu bağlamda, neden toplumda az saygı gördükleri konusunda şapkayı önüne alıp düşünmeleri, halkı eleştirmeyi bir kenara bırakıp, onlara nasıl yakınlaşabilecekleri, toplumda bilimsel düşünüşü nasıl hakim kılabilecekleri türden sorulara cevaplar arayıp, bu cevapları da gündelik hayatta uygulamaya koymaları gerekir diye düşünüyorum. Şikâyet etmek yerine, yıllardan bu yana her ortamda sesim kısılıncaya kadar dile getirdiğim, toplum içine karışma, üniversite yerleşkelerinden hapsolmuşluktan kendilerini kurtarıp halkın arasına karışma görevlerini yerine getirmelerinin zamanı geldi de geçiyor bile. Yapacakları bilimsel faaliyetlerin amaçları da çok önemli şekilde tanımlanmalıdır. Sadece sanayi ve teknoloji kuruluşlarını ve parası olanları memnun etmek ve kendilerinin ve sevdiklerini gündelik ihtiyaçlarını karşılamak için değil de (yani kendilerini Mustafa Kemal’in yolundan ayıran ve ülkenin en önemli sorunu olan Özalizmin büyüsünde devam etmek için değil ), ulusumuzun geleceği için ve Cumhuriyetimizin 1923 hedefi gibi daha anlamlı hedeflere bağlayarak bu topluma daha fazla katkı sağlayacaklarını unutmamalılardır. Sadece kendileri ve sevdikleri için atacakları her adım, kendilerini ne yazık ki farkında olmadan her yerde savundukları Mustafa Kemal çizgisinden uzaklaştırmakta, Özalizm çizgisine yaklaştırmaktadır. Özellikle bu noktada çok dikkat etmeleri gerekir kanaatindeyim.

Daha aydınlık, daha üretken bir Türkiye’de uyanmanın yolunun Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlanma rejiminde olduğunun, toplumun tamamı tarafından yürekten kabul gördüğü bir ortamdan geçtiğini herkesin bir an önce anlaması ve gündelik hayata taşımasının vakti gelmiştir artık. Bunu evirmenin çevirmenin, sağından-solundan dolaşarak geçiştirmeye çalışmanın anlamı yoktur.

Burada aç parantez hemen, yapılan en önemli hatalardan birisinin de, Türkiye Cumhuriyetinin öncesini sadece Osmanlı ile sınırlama çabası olduğunu söylemek isterim.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinde Osmanlı çok az etkiye sahip olurken, Osmanlı’dan önceki tarihimiz daha önemli yer tutmuştur ki bence Cumhuriyetin en önemli getirisi de bu olmuştur. Türk tarihini, 600 yıllık Osmanlı ipoteğinden kurtarması ve tarih boyunca hep savaşmış bir milleti, savaşmadan da hayatın ihtiyaçlarını akılla, bilimle ve üretimle karşılayabileceğine inandırıp, üretime yönlendirmesi olmuştur. Yani, diğer bir deyişle bizi hazır yeme, kadercilik gibi alışkanlıklardan kurtarması olmuştur. “Peki, bugünkü halimiz ne?” diye soracak olursanız, bunun cevaplarını toplumu ve toplumsal sorunları O’nun ölümünden sonra O’nun gibi anlamayan insanlara sormak lazım derim… Ancak en önemli kırılma Özalizmin toplumun genlerine işlemeye başladığı dönemde yaşanmıştır.

Özetle bu toplum yeniden akılla ve bilimle bezeli bir hayat sürmek istiyorsa, Özalizmin değil Mustafa Kemal Atatürk’ün doğrularını kendisine örnek alarak yaşamak zorundadır. Özalizm, Osmanlı modelinin daha modernize edilmiş halidir ve bu model bu topraklara uymamaktadır. Bunun sonucu olarak da, GSMH’nın %50’sini nüfusun %25’ini barındıran İzmit ve Silivri ile birleşerek 220 km’lik bir şehir görünümü alan bölge almaktadır. O bölgedeki bu yüksek gelir ise adaletli ve sosyal devlet anlayışına göre değil de, Osmanlı’nın Yeniçerilerinin sahip oldukları ayrıcalıklara benzer ayrıcalıklara sahip olan Özalizmin Yeniçerileri diyebileceğimiz küçük bir azınlık tarafından paylaşılmaktadır. Aynen Osmanlı’da olduğu gibi…

Özetle Özalizmden kendisini ve mensuplarını arındırmış Üniversiteler, bu toplumun en önemli aydınlanma ve ilerleme dinamoları olacaklardır. Bunun olabilmesi için öncelikle akademisyenlerin kendi mesleklerine saygı duyup, ona göre davranmaları mutlak bir zorunluluktur. İkinci ve daha önemli bir zorunluluk ise hükümetlerin ve yerel yöneticilerin üniversitelerin toplum içindeki saygınlığını azaltıcı ve bunun sonucu olarak da toplumu akıldan, bilimden ve insan gibi yaşamaktan uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak yerine, “onları saygınlık ve sevilme açısından topçularla, popçular seviyesine nasıl çıkarırız “ sorusuna yanıt arayıp, uygulamaya koymalarıdır.

 
Toplam blog
: 128
: 898
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

Kimim? Nereden gelir, nereye giderim?29 Kasım 1970 tarihinde Türkiye'nin Doğu-Batı geçiş yolunun en ..