Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Haziran '14

 
Kategori
Deneme
 

Parayla Yazılmış Mektuplar. - Tozlu Hatıralar: I-

Mektup vardı eskiden, zarfı ve puluyla beraber....

Artık yok!!!

80'li yıllarım, ilkokul yıllarım. Şehrin kenar semtlerinden birinde yaşıyoruz. Rahmetli anneannem ve dedem sağlar. Anadolu'dan İstanbul'a iş bulmak için 60'lı yılların ortalarında göç etmiş, okuma yazma bilmeyen insanlardı. O zamanlar iletişim şimdiki gibi basit ve teknolojik değildi. İnternetin daha "i'si " bile icat  edilmemişti!!! Yani dijital iletişim nedir kimse bilmezdi. Telefon en teknolojik araçtı iletişimde ancak o da her evde yoktu. Mahallelerde merkezi noktalarda jetonla çalışan ankesörlü telefonlar vardı. O telefonlarda 3 çeşit jeton yuvası bulunurdu; küçük olan şehiriçi, orta boy olan şehir dışı ve büyük olan da uluslararası aramalar içindi. PTT'den jetonu alır ve karşı tarafı düşürmeyi başarabilirseniz konuşmaya başlardınız. Ve bu jetonlarlar çok acımasızdılar. Süre limiti dolduğunda pat diye keserdi konuşmayı. Telefon bile o zaman lükstü yani, her evde olmadığına göre...İşin kötüsü, okuma yazma bilmeyen insanlar için telefon kullanmak da mümkün değildi. Ancak birilerinin yardımıyla görüşme yapabiliyorlardı. Yani; uzun süre görüşemeyen uzak kentlerdeki insanlar için geriye mektup kalırdı iletişim aracı olarak...

Okuma yazmayı öğrenmemle beraber büyük bir misyon yüklenmişti bana. Anneannemin memleketinden ayda birkaç tane mektup gelirdi. Postacılar o zamanlar sadece mektup ve tebrik kartı taşırlardı. Şimdiki gibi sadece kredi kartı ekstresi değil! Mahallenin postacısı kapıya her geldiğinde bizim rahmetli, postacının eline küçük bir para sıkıştırırdı. Ya da su, yiyecek ikramında bulunurdu. "Kimden gelmiş?" diye de sorardı. Sinop'tan şu şu şu derdi postacı ve yoluna devam ederdi. Postacıdan sonra iş bana gelirdi. Özenle pullanmış mektup zarfının üzerinde; kimden ve nerden geldiği ve kime nereye gittiği yazardı. Zarfı dikkatlice yırttıktan sonra başlardım mazrufu* okumaya...  sİNOP

"Saygıdeğer Teyzeciğim, mektubuma başlamadan evvel   senin ve eniştemin ellerinden öper selam ederim.." Bozuk bir Türkçe ile ve devrik, kuralsız cümlelerle ilerleyen ve birçok yerinde yanlış yazılan kelimelerin karalanmasıyla hiçbir estetiği kalmamış mektubu dikkatlice okumaya çalışırdım. Çünkü verilen görevi çok önemli hissederdim. Dikkatlice okurken anneannem "ne demiş? bir daha oku hele" diyerek bazı yerleri tekrar okuturdu. Mektupların içerikleri genelde hep aynıydı! Şöyle klasik şeyler yazardı mesela; "...Kara Ahmet'in oğlu Kör İsmet'e Gerze'den kız istediler bakalım everebilecekler mi?, ve "...bu sene cevüz(!) ağaçları pek vermedi size de yollayamadık" gibi rutin olaylar yada "Sarnıç Köyünden Deli Kahya öldü sizlere ömür" ve "... bizim Sami'nin bir kızı oldu ismini de Hatice koydular" şeklinde doğum, ölüm, düğün gibi haberler... Mektuplar bitmeden evvel de yazıcılar yaşadıkları yerin hava durumunu da özetlerdi; "bizim buralarda artık iyice bahar geldi havalar güzel maşallah". Ve mektup illa ki şöyle biterdi; "...mektubuma son vermeden önce senin, eniştemin ellerinden yeğenlerimin, torunların, çocukların gözlerinden öper selam ederim".

Mektup okumak keyifli ama zor bir işti doğrusu. Mektubun bazı kelimeleri okunmaz, ne demek istediği anlaşılmazdı. Yöresel dille yazılmış kelimeler yoğun olduğu için okuyucu bir anlam bütünlüğü yakalayamazdı ama dinleyen ne demek istediğini anlardı. Mektup sadece okunmakla kalmazdı tabi! Hemen bakkaldan mektup kağıdıyla bir zarf alınır ve karşı mektup yazılırdı. Anneannemin söylediği kelimeleri tek tek kağıda döker ve genelde aynı kalıplaşmış mektup cümlelerini yazardım. Bir saat boyunca sürerdi bu ritüel. En sonunda biter ve başlardım yazdıklarımı okumaya. Eğer yanlış birşey varsa düzeltmek için kelimenin üstünü karalar yada tamamen cümleyi silerdik. Son onay alındıktan sonra ise zarfa güzelce katlayıp koyar ve dilimle zarfın kapağını ıslatıp yapıştırırdım. Daha sonrası postane işidir. Pul alınıp yapıştırılır ve zarf kaderine terkedilirdi...Bir hafta, onbeş gün bazen bir ay sonra ulaşan mektuplar olurdu. Bazıları ise hiç ulaşmazdı...Mektupların ulaşmadığını şöyle anlardık: "sana geçen yazdığım mektupta söylediğim kız isteme işi olmadı" diye bir ibare geçer fakat mektup ulaşmadığı için kimsenin haberi olmazdı. Buradan anlardık ki önceki mektup meçhullerde. 

Mektup işi eğlenceli olurdu benim için. Hem o çocuk yaşta önemli biri hissederdim kendimi hem de ufak bir harçlıkla ödüllendirilirdim. Eğer mektupla beraber iyi haberler geldiyse harçlık daha da fazla olabilirdi. Bundan iyisi can sağlığı!

Para dedim de aklıma geldi; bir de aşk mektupları yazardım parayla :) Yazısı ve Türkçesi pek iyi olmayan arkadaşlarımın aşk mektuplarını kaleme alırdım. Düzgün ve etkili cümleler kurmaya çalışır, zamanın popüler arabeskçilerinin şarkılarından alıntılar yapar ya da şarkıyı kaset kapağından olduğu gibi kopyalar kağıt ve/veya kağıtları doldururdum. Çiçeklerle ve kalplerle süslenen kağıdı yine zarfa koyar ama bu sefer postaneye vermezdim tabi. Bir şekilde mektubun sahibi ulaştırırdı muhatabına. Bu yöntemleri biraz yaşı olanlar bilirler zaten :) Aşk mektubu yazarken en kötü şey ise kendini, yazdıranın yerine koyma meselesiydi. Yazan ile yazdıranın duygu yoğunluğu, yazanın aşkı hissetmemesi, senin yazmak istediğin ile ötekinin söylediklerinin farklı şeyler olması işi biraz zorlaştırıyordu. Aşk mektubu yazmak, normal mektup yazmaktan daha zor ve zahmetliydi; bir kaç saat alabiliyordu. Bazen yazarken ileri gidebiliyordum ve şöyle derdim yazdırana; "yav amcamoğlu bu kızda ne buluyorsun da bu kadar şey yazıyoruz?" İşte, yapılmaması gereken en önemli hata buydu. Adamın sevdiği kızı güzel bulmamak! Böyle bazen tartışma yaşanabiliyordu. Neyse! Ama aşk mektubu yazmak daha karlıydı. Ücreti biraz yüksek oluyordu ve yazarken biraz nazlı olabiliyordunuz: gazoz isterim, gofret isterim gibi! Ne de olsa adamın gözü aşktan başka birşey görmüyordu!

Ve gelelim er mektubuna...

Yazılması en gerekli mektup türü buydu benim için. Tabi mapusta yatan birine mektup yazmadığım için olabilir. Çünkü o daha da önemli olsa gerek.

Asker mektubu bir asker için çok şey ifade eder. Hele yavuklu, nişanlı, sevgili yada eşten geliyorsa...Ben askere giden arkadaşlarıma hep mektup yazardım o zamanlar. Yada tebrik kartı, kartpostal yollardım önemli günlerde. Askerden cevap gecikmezdi. "er mektubu görülmüştür" ibareli mektuplarda şafak: 210 gibi askerliğin bitmesine kaç gün olduğu yazardı. Kimi zaman şafak: 9 diye bir mektup yollanır ama mektup yollayandan sonra ulaşırdı :)  İşin ilginci ise her mektupta asker; "rahatının iyi olduğunu, yemeklerin güzel çıktığını, komutanların çok iyi olduğunu" yazardı. Tabi bunda "er mektubu görülmüştür" ibaresinin önemi büyüktü. Askerin gerçek durumu ise izne geldiğinde ya da tezkere aldığında ortaya çıkardı :) Asker mektuplarından para kazanmak ise mümkün değildi. Bu tamamen duygusal bir süreç oluyordu :)

Artık günümüzde mektup pek kullanılan bir iletişim aracı değil. Çünkü pratik ve hızlı değil. Ancak hala bazı insanlar mektup yazmaya, tebrik kartı atmaya direniyorlar. Bu da, saygıyla karşılanması gereken birşey tabi. Yazıyla ifadesini daha güçlü kılabilen insanlar zor ve zahmetli de olsa geleneksel yöntemi tercih edebiliyor. Çok değil 20 yıl önce hayatımızda çok önemli bir yer tutan mektup 20 yıl sonra da yazılacak mıdır bilemem?

* mazruf: mektubun yazısı, konusu, içeriği

 

 
Toplam blog
: 34
: 10895
Kayıt tarihi
: 14.05.14
 
 

Kamu yönetimi ve sosyoloji öğrenimi... Tarih bölümüyle devam eden öğrencilik... Siyasetbilim, top..