Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Eylül '11

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Postmodern köşkün hüznü

İNSANSIZLIK VE SANAT. Sanatın insandan, toplumdan, doğadan koparılmışlığını anlatan bir kavram vardı: ”Sırça Köşk.” Topluma sırtını dönen sanat insanları(!)nın kaçıp saklandığı, ayıbını örtbas edebileceği barınağı, eleştiri oklarından korunabileceği sığınağı... Diğer bir deyişle, ekonomik açıdan olmasa da sosyal olarak sınıf atlamışlığın, hatta belki de yalnızca kendi kendine, bireye ve topluma yabancılaşmasının ödülü. Çünkü kurt koyuna yabancıdır. “Koyun postmodern felsefenin önemli bir nesnesi olarak insandır; uysaldır, aptaldır, telef olabilir.” Bir “paye”ydi belki de. Yükseklere tırmanabilmişliğin, bu başarıyı gösterebilmiş olmakla, diğer bireylerden ve toplumdan farklılaşabilmişliğin haklı(!) rütbesi. Hemen hemen hep öyledir; yükseklik baş döndürür. Ve kesilmiş koyun başı gibi bakarsa zaman; yabani mandanın üstüne on aslanın çullanmasını sadomazo tünellerinden kayıtsızca izleyebilir, hatta bundan akılalmaz bir haz bile duyabilirler.  

Dikkat; zamanla da oynuyorlar! Zamanın ağzına etmeye çalışıyorlar. Oysa Metin Güven bir telefon konuşmamızda “Bir dakikada” demişti. “yirmi çocuk ölüyor!” “Ölsün…” Belki bazı sanat insanları salt bu düşünceyle çık(arıldı)tı(lar) köşklerine. Ama tıpkı Hızır Paşa gibi yanıldılar. Onlara o payeyi sunan katil düzen her türlü üstyapısal önlemlerini de almıştı elbet. Büyük ve muhkem bir tuzak kurmuştu sanata ve sanat insanına. İyi de aymazdan sanatçı olur mu? Her şeyden önce, sırça köşke yalnız gitmeyecekti, sanatsal üretimini, elini, ayağını, kolunu, dilini sıkı sıkıya bağlayan sistemsel prangalarını da götürecekti. O atmosfere bulayacak ve kaynağına yabancılaştıracaktı. Sanatçısının sanatına yabancılaşmasıysa ayrı bir faciadır. “Olsun…” Nasılsa Irak’ta, Guatemala’da, Sudan’da ve dünyanın birçok yerinde dolar, euro üreten savaş çarkları sanatı da, onun büyüklü küçüklü insanını da hal yoluna koyuyor; etini kavurup yağını alıyor. Öyle, ya da böyle bir kez tırmandı mı sanat insanı “sırça köşk”e, merdiveni çekilir öteye. İletişimi kesilir yaşam ve onun her türden unsurlarıyla. Tuzaklar bazıları düşsün diye kurulur zaten. “Düşsünler elbet, bu iyidir!” O noktada Sırça Köşk’ün konuklarının yaşama etkin katılımı söz konusu olamayacaktı elbet. Çevresi tutuşturulmuş bir akrebin yazgısını yaşamaktan öte bir şeyler düşünebilme yetisi de körelecekti zamanla. İnsana, topluma, çevreye olduğu gibi, kendisine de yabancılaşacaktı sonunda. Böylece “sanat” kavramının içeriğine sanatın kendisine ve sanatsal üretimlere de yabancılaşacaktı. Bu bir intihardı kendini bilene. Ama dayatılmış bir intihar! Ne çok intiharlar yaşanmıştır, yaşanmaktadır sanat dünyasında!... “İntihar da iyidir, etsinler!” Olan oldu:”Sırça Köşk” kavramı içini böyle doldurdu. Büyük bir boşlukla... Aklımın almadığı nedir, biliyor musunuz? Yaşama yabancı olanın yaşamı yeniden üretmedeki iddiası. Nasıl söz konusu olabilir bu? Köşkü yeniden üretmek çabası mıdır artık köşk konuklarının sanat kısırdöngüsünün adı? Estetiğin güzellik bilimi olduğu yalan galiba, yoksa adı “sanatçı” olanın ne işi olabilir Fukuyama mezarlığında. “Öyle deme, Fukuyama iyi insandır!” Her şeye yabancı... Doğal olarak “erdem”e ve “erdemselliğe” de yabancı... Ne kaldı geriye?... Şairlik mi örneğin? Yazarlık, ressamlık, ya da heykeltıraşlık mı? Sürekli uyumsuzluk, sürekli kaçış, sürekli küçümseme, sürekli “bencillik”... Belki bir im üstünde başında, giyiminde kuşamında, belki de bir gün “insansız” bir yerlerde bir çift keskin söz... Tüy taksınlar kel kafalarının yanlarındaki kulaklarına ki, kulak kulaklığıyla övünebilsin hiç değilse. “Kulağa da gerek yok çağımızda.Tele’si var…”  

Çatıştırılmaya çalışılan farklı uygarlıkların bireşimi olacağına inanmak zorunda olduğumuz yeni uygarlığın hızla geliştiği günümüzde “sırça köşk”ün en azından kendi içsel bakışıyla onursal duruşunu bulma olanağımız kalmamıştır. “Onur mu dediniz?” Öyle de olsa sanat var ve hatta yaşam içinde çok daha geniş bir yer bulmaktadır kendine. O kadar ki, feodal ağa artığı kapitalistler (kentsoylu demiyorum, sözcük ona haksızca “soylu” namını vermiş çünkü ve bu türden kapitalistler soysuzdur) bile kendilerine sanat yamamaya çalışıyorlar sürekli. Onu ranta çevirebilecekleri bilinci, doğal olarak onursal değer ve saygınlık kazandırdığının da ayrımına vardırıyordu çünkü alıcısını. Ama sessiz olsun sanat dediğin, ağızsız, dilsiz; dudaksız olsun, anlamsız, elsiz, kolsuz; sözsüz olsun, eylemsiz… Sizin Huntington’la ne gibi bir yakınlığınız, bağınız, ortaklığınız olabilir ey şairler, öykücüler, yaşam kaçkınları? “Huntington deyip geçme; piridir allem kulemin, alavere dalaverenin ve de bilcümle eğreti otlarının babası ve anasıdır!” Kısacası sanat da var toplumsal karşıtlıklar da. Her ikisi de değişim geçirmekte. Temel karakterlerini korumakla birlikte çeşitlenmekte, biçim ve biçem değiştirmekte, farklı teknikleri gereksinmekte, farklı etkenlerden etkilenmekte, farklı sanatçılar ve sanatlar gereksinmekte… “Sırça Köşk” kavramı da bu değişim ve gelişimden nasibini alacaktı elbet. “Postmodern” postuna bürünecekti sonunda. Tam anlamıyla da kuzu postuna bürünmüş kurt olarak... Şimdi durum daha vahim ve tehlikeli! Öylesine ki, çok gizli, ama çok güçlü bir el adamın ve kadının şairliğini elinden alıp “artist” yapabiliyor. Ya da örneğin roman yazarı... Şiir gitti, yazdığı roman değil, övgüsü bol, parası bol, sanatı kıt, esen her rüzgârda yer değiştirmeye koşulu... Yine o el; adam toplumcu konuşup postmodern yazıyor, iyi de yazıyor doğrusu. Dili düzgün, anlatımı derin... Mangalda kül bırakmıyor, ama ne mangal var aslında, ne ateş, ne de kül. “Belki de ”sanat” dediğin de onunki kimbilir.” Hadi canım sende, hadi, hadi!...  

 
Toplam blog
: 74
: 569
Kayıt tarihi
: 11.03.10
 
 

1954 yılında Kars’ın Arpaçay ilçesine bağlı Bardaklı köyünde doğdu. Türkiye’nin çeşitli yörel..