Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '20

 
Kategori
Öykü
 

SAFLIĞIN DÜZENSİZLİĞİ

Hoca efendi adayı gencecik iki arkadaş takkelerini kilitli poşetler koymadan önce esanslarla boca etti. Güzel koku her zaman iyi bir etki yapardı. Bu tür yerlerde doğrudan söylenmese de manevi hazzın artması için alınan ilk derslerden biri temizlik, diğeri de güzel kokuydu. Hele de genç bir insan saatlerce yürüyorsa, bedenin terlemesi, bağışçıları kendilerinden tiksindirebilir, bağışları bir şekilde azaltabilirdi.

Ergen yaşta bedenler yoğun hormon salgılar, öyle ki birden fazla ergenin bulunduğu oda terle karışık ağır bir koku verir. Bu durum her zaman rastlanan bir şeydir. Neticede kaldıkları yer; bir öğrenci koğuşu. Kendileri gibi on tane daha arkadaşları var.

Göreve iki kişi çıkıyorlar. Çünkü böyle olmazsa, bağış toplayan tek kişi bağışları saklayabilir. İki kişinin ekip olması durumunda bağışların iç edilmesi son derece tehlikelidir, birisi ötmese, diğeri öter ve o kadar kişinin önünde bağışları iç edenler öyle bir aşağılanır ki uzun süre insan yüzüne bakamaz hale gelirler. İş bununla da bitse iyi, bir de haftalar sürecek tuvalet temizleme cezası vardır ki hiçbir şey bu kadar aşağılanmaya, böyle bir ceza almaya değmez. Zaman zaman bu işte ustalaşmış görevliler çocukları öyle hissettirmeden sorguya çekerler ki genelde kimse bunun farkına varmaz. Varmaması gerekir. Kişi hele de bu yaşlarda kendine güven duyulmasını ister ki kendini Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta sorumluluk sahibi olarak görsün ve kendisiyle onur duysun, sorumluluk alsın istenir. Gerçekten de kendisine sorumluluk verilen, güven duyulan kişi yaşı, cinsiyeti ne olursa olsun daha sorumlu davranır ve kendini daha büyük işler başarmak için güdülenmiş olarak bulur.

Ziya, Zekeriya ile yola diğer arkadaşlarını taşıyan servis aracı çocukları Ramazan ayının her akşamı teravih namazına yakın, camilerden yaklaşık yüz metre uzakta bırakıyor devam diyordu. Minibüste on tane talebe bir de şoför vardı. Servis aracının kapıları filmli, içerisi kesinlikle görünmüyordu. Bu servisteki çocuklar teravihten önceki gibi, namaz sonrası da tekrar bırakıldıkları yelerlerden toplanıyorlardı. Neredeyse her caminin yanında bakkal veya market olması risk olsa da camilere bırakılan öğrenciler her zaman değiştiğinden kimin ne kadar bağış topladığı, eksikliğin bu durumda izahı gerekiyordu. Sınırsız güven her zaman, sorunlara neden olmuştur. O yüzden bir gözünü sözde kapatan görevliler, diğer gözlerini daima açık tutarlar, toplanan her kuruş kayıt altına alınır, en çok bağış toplayanlar daima ödüllendirilirdi. Birçok organizasyonda olduğu gibi burada da sadakat testi şarttı. Bu talebeler kimi zaman orada yan taraflarında tezgâh açmış sözde satıcılar tarafından da ara sıra kontrol edilir. Piyangonun kime çıkacağı asla bilinmezdi. O yüzden verilen bağışları cebe atanın aklını peynir ekmekle yemesi gerekirdi. Normalde maddi durumu uygun olmayan çocuklar bu tür yerleri tercih ederler. Neticede yokluk mertliği bozar, kurallara uymayanlar kapı dışarı edilirdi.

O akşam El Ezher Camisine yüz metre servisten usulca dikkat çekmeden inen iki ergen de doğrudan camiye doğru yürümeye başladılar. Takkeleri özenle katlanmış olarak ceplerinde bulunuyordu. Ankara’nın arka sokaklarında bir ibadethane olan bu caminin nispeten orta halk tabasının yaşadığı yerde olması bağışın da orta olmasını zorunluluğunu ortaya çıkarsa da bazen işler hiç belli olmaz, o gün işleri iyi gitmiş birden fazla adam ya da kadın çok daha fazla bağış bırakabilirdi. Rutin dışında bir davranış şekli olan bu bağışlar genelde dikkat edilmesi gereken bağışlardı, rutinin dışındaki bağıştan alırsa işte o zaman yakalanmadığı takdirde bir güzel iç edenler olabilirdi. Yine de bunu herkes yapar manasına gelmiyordu. Çoğu çocuk yapamazdı elbette, yapanların da gözünün korkutulması elzemdi. Bir kurumsal yapıda birden çok iç denetim olmak zorundadır, burada gönüllü casuslar, zorunlu casuslar, gevezeler, çokça ve gereksiz konuşup arada olmayacak sırlarını ifşa edenler çoktur. Bu durum yönetilmesi gereken bir durum olarak; tecrübe, yazılı veya yazılı olmayan, onlarca kuralı gerekli kılar. Yoksa sistemin yürütülmesi zordur. Küçük yağmur damlaları sele neden olur, selin yapacağı yıkım; daha akıl dolu işler yapılmak suretiyle, baraja, göletlere su toplanması demektir ki o zaman bu toplanan su ile milyonlarca insanın susuzluğu giderilir, tarlalar yeşerir, tarım yapılır. Bu bağışlar da üst kurum için öyleydi. Hata yapmaya izin yoktu ve kesinlikle bu iş bir felsefe, kurallar bütünü tarafından yönetilebilirdi.

Cemaat kadınlı erkekli gruplar halinde hızlı adımlarla camiye yetişmeye çalışırken iki arkadaş da erkekler grubunun en arkasında oturdular. Namaz uzun bir namazdı, yatsının on rekâtından sonra teravih namazı kılıp, son üç rekât vacip de kılınır kılınmaz, duaya beklemeden hemen çıkış merdivenlerine yönelen talebeler birbirlerinden yaklaşık beş on metre mesafelere yerleşip, ceplerinden takkelerini çıkararak yardım toplamaya başladılar. Elbette yardım toplayan bir tek kendileri yoktu. Cami yaptırma derneğinden bir orta üstü adam da elinde mukavva bir kutu “camiye yardım, camiye yardım” diyerek ilk açılışı yapmıştı. Onu takip eden kadrolu Ramazan dilencilerinin içinde yaşlı bir kadın, yine genç başka bir kadın ve elbette son yıllarda dilenciler içinde en büyük grubu oluşturan Suriyeli iki küçük kız çocuğu da vardı. Herkes bir şekilde yardım toplamak için birbiriyle yarışıyor, imamın duasını adeta bunların sesleri bastırıyordu. Telaşla dışarıya çıkan cemaat kimisi ayakkabısını giyip hızlıca uzaklaşırken kimisinin dakikalarca ayakkabı aradığı oluyordu. Nadiren ayakkabısını bulamayan adam eğer yerini hatırlamamışsa çalınmış demekti o zaman da kendisi için kalan terlik ya da eski bir ayakkabıyı bekliyordu. Öyle ya gelen kendi ayakkabısını giydiğine göre; çıplak olarak camiye gelmiş olamazdı, bu durumda bir terlik ya da eski bir ayakkabı bırakması gerekiyordu ki bu ayakkabı ya da terlik bu durumda ayakkabısını çaldıran kurbanın kısmetiydi. O akşam öyle bir vaka olmadı tabi, genelde cami önündeki bağış toplayıcıları aynı kişiler değilse dikkat çekmezler. İnsanlar da onların yüzlerine dikkatlice bakmazlar. Burada vücut dilinin son derece yerinde kullanılması gerekir ki insanlarda mağdur intibaının oluşması için dimdik meydan okurcasına durmak olmazdı tabi, baş biraz öne eğilir, yüzdeki ifade yardımlarınıza ne kadar da muhtacım şeklinde bir ifadeye bürünür, insanları yardıma ihtiyaçları olduğuna dair hepsi birden daha önceki ezberlerini tekrar ederlerdi.

Son cemaat takımı yaşlılar da camiyi boşaltmaya başladıklarında artık işleri bitmiş oluyordu. Ziya ve Zekeriya takkelerinin işinin bittiğini düşünerek, poşete koyup ağzını kapattılar. Bugünkü işleri sona ermiş oluyordu. Hemen camin sağında bir bakkalla süpermarket arası bir mahalle esnafının işlettiği işletmenin önünden geçiyorlardı ki canı dondurma isteyen Ziya, kendisinden yaşça daha büyük olan Zekeriya’nın gözlerinin içine bakıyordu. Zekeriya’nın derdiyse bambaşka olup onun da canı sigara istiyordu.

“Sen ne kadar topladın?” diye sordu Ziya

“Yüz lira civarında”

“Bende de o kadar var.”

“Ne yapsak ki?”

“Valla canım öyle bir dondurma çekti ki”

“Var mı ki paran?”

“Nerden olacak, bizimkiler para vermezler ki bana. Yemek parası yok, yol parası yok parayı ne yapacaksın, kitap defteri de zaten devlet veriyor. Bu durumda para pek gerekli değilmiş. Sanki bizim canımız yok. Senin canın bir şey istemiyor mu?”

“Valla benim canım da sigara içmek istiyor. Bak sana bir teklifim var, paraları birleştirelim sen iki dondurma al, ben de bir paket sigara alayım, aşağı yukarı senden de eksilen benden de eksilen aynı olur bu durumda. Ne dersin?”

 “Bilmem ki ya anlarlarsa. Biliyorsun bu işin cezası büyük.”

“Çok kızarlar ama elimizi çabuk tutmazsak zaten hiç alamayız, sadece beş dakikamız var. Birazdan servis burada olur. Karar ver, alalım mı almayalım mı?”

 “Sen ne dersen o olsun.

 “Tamam diyorum ben”

“Benden de tamam o zaman”

-“Hadi” demeye kalmadı servis aracı karşı köşeden görünmüştü. Geç kalmışlardı. Mecburen yarını bekleyeceklerdi ama yarın muhtemelen aynı cami önüne gelmeyeceklerdi. Orada da grup arkadaşlarına bağlılardı.

Servise biner binmez, diğer arkadaşlarını soran gözlerle kendilerine baktıklarını gördüler. Kokularını almaya çalışıyor gibi bir halleri vardı. Birisi bir şey aldıysa hele de yediyse mutlaka bir şekilde kokarlardı. Çilekli dondurma yiyen başka, vanilyalı dondurma yiyen başka, sigara içense herkesin malumu olduğu şekilde kokardı.

Bu akşam servis aracındaki tek hâkim koku bariz ter kokusu, seslerse herkesin cebinde şangırdayan bozuk para sesiydi.

Servis şoförü hemen en yakınındaki talebeye dönerek: “Mahmut servis ücretlerini toplayıver hemen”

Herkes cebindeki takkenin içinde kilitli poşetin içindeki paraları ortaya daha büyük bir kutuya koyarken, şoförün tekrar sesi duyuldu: “Sıkışan kâğıt paralar, poşete yapışmasın, son kontrollerinizi yapın sonra karışmam ha”

Hiçbirisi tek kelime etmeden yurda döndüler. Kimse birbirinin yüzüne bakmıyordu. Öyle ki bu kadar parayı hayatında hiçbir zaman bir arada görmemiş çocuklar, her ne kadar da dini bir eğitim alsalar da neticede gençtiler ve hepsinin bu paralarla almak istedikleri hayalleri vardı. Yeni bir gömlek, yeni bir ayakkabı, yeni bir telefon hatta. Yaşça daha küçüklerin canı ise daha çok da dondurma istiyordu. Ziya gibi. 

Küçük toplayıcılar başkaları adına toplarlar. Yağmur damlaları olmadan nasıl dolardı göller?

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..