Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Kasım '10

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

Sakız'da Sakızlı Muhallebi Yok

Sakız'da Sakızlı Muhallebi Yok
 

Sakız Adasında Bir Köy: Pyrgi


Gördüğünüz bir yer sizde yeniden ziyaret isteği uyandırıyorsa, orayı çok beğendiniz demektir. Ülkemizde öyle yerler o kadar fazla ki… İstanbul, Antalya, Safranbolu, Bodrum, Çeşme, Alaçatı, Asos, Kapadokya, GAP, Karadeniz…

Aynı soruyu, Yunanistan’da gezdiğim birçok yer için sordum kendime. Hiçbiri için ikinci kez ziyaret arzusu hissetmedim. Belki Dedeağaç (Yunancası Alexandrapolis) bir nebze istisna sayılabilir. İki gün kaldığımız Sakız Adası (Chios) için neler düşündüğümü yazının sonunda bulacaksınız.

Bayramda Bursa ve Ege’de yaptığımız gezinti esnasında, hazır Çeşme’ye kadar gelmişken Sakız Adası’na da geçmeye karar verdik. Bizim gibi düşünenler meğer ne kadar da çokmuş. Çeşme’den kalkan feribotlar ağzına kadar doluydu, Sakız sokaklarında Yunancadan çok Türkçe konuşuluyordu.

Lokantalarda, otellerde ve dükkânlardaki Türkçe menüler ve açıklamalar, bu durumun sadece bayramla sınırlı kalmadığını, vize problemine rağmen adanın Türkler tarafından yoğun bir şekilde ziyaret edildiğini kanıtlıyordu.

Çeşme’yle Sakız kırk beş dakika, aşağı yukarı Sirkeci-Büyükada arası kadar. Kışları karşılıklı iki sefer var, yazın daha da sık. Bayram dolayısıyla ek seferler konmuş.

Sakız, en büyük Yunan adalarından biri. Limanı Türkiye’ye bakıyor ve tıpkı Midilli gibi büyük bir C harfi şeklinde. Kuzey ucunda gümrük, güneyinde adanın en iyi oteli. Ön sırada kafeler, restoranlar, araba kiralama şirketleri, hediyelik eşya dükkânları ve çoğunlukla Çeşme, Efes ve İzmir’e tur organize eden turizm acenteleri sıralanmış. Marketler, pastaneler, giyim mağazalar bir arka sokakta; yerel halka hitap eden bakkallar, kasaplar, lokantalar, kahvehaneler ise daha da arkada. Bir çeşit hiyerarşi bu. Düzenli ve bakımlı ön sıra tamamen turistlere hitap ediyor; arkalar biraz ihmal edilmiş.

Çeşme taraflarındaki muadillerinden yüzde otuz-kırk daha ucuz olan otele yerleştikten sonra karnımızı doyurmak için uygun restoran arıyoruz. Enternasyonal mutfaktan ziyade bize çok benzeyen yerel tatlar peşindeyiz. Bir balık restoranına oturuyoruz. O kadar acıkmışız ki, Yunan mezelerinin bizimkilerin en az üç katı büyük tabaklarda ve miktarda servis edildiğini unutarak çok sayıda meze sipariş ediyoruz. Doymayacağımızı düşünerek bir de Grek salatası ısmarlıyoruz. Bizim çoban salatasının üzerine koydukları iki kalıp sabun ebatlarındaki beyaz peynir bile başlı başına iki kişiyi fazlasıyla doyuracak miktarda.

Fiyatlar oldukça makul. Aynı yemeğe Çeşme, Ayvalık ya da Cunda’da iki misli fiyat ödeniyor. Fiyatlar sadece yemekte değil, her tarafta düşük. Yunanistan’ın başka yerlerine yaptığımız önceki ziyaretlerde hep yüksek fiyatlardan yakınmıştım, bu defa tam tersi. Bunun sebebi ekonomik kriz mi, yoksa bu durum Sakız Adası’na has bir özellik mi, karar veremedim.

Adanın merkezi bir uçtan diğerine bir kilometre kadar. Birkaç saat içinde her sokağı dolaşıyoruz. Ada 1556’dan 1828’e kadar, yani yaklaşık 300 sene Osmanlı idaresinde kalmasına rağmen, günümüzde Bizans Müzesi olarak kullanılan cami ve Malik Paşa Çeşmesi haricinde göze çarpan Osmanlı eseri yok. Bunun sebebi Türklerin adaya pek rağbet edip yerleşmemesi, gelen çok azının da yalnızca kale içinde yaşamaları olsa gerek.

Adaya adını veren sakız ilginç bir ağaç. Yunanlılar “mastika” diyor. Zeytin ağacına çok benzeyen, yaprakları daha koyu yeşil bir ağaç. Dallarından ambalajlı “Falım” “Tipitip” ya da “Vivident” sallandığını sanmıyorsunuz, değil mi. Görünümü kaya tuzuna benzeyen sakız, ağacın gövdesinden sızıyor ve belli dönemlerde toplanıp türlü işlemlerden geçirildikten sonra kimyasal ve tıbbi malzeme olarak kullanılıyor, sakız imalatında yararlanılıyor.

Sakız dünyada bir tek bu adada yetişiyor. Hani bir fidan alayım, bahçeme dikeyim ve ömür boyu bedava sakız çiğneyeyim diye heveslenmeyin, başka hiçbir yerde tutmuyor. İlla yetiştirecekseniz, gazoz ağacını tercih edin…

Adada reçelden lokuma ve parfüme kadar bir sürü sakızlı ürün bulunuyor. Parfümü ölçülü kullanmak lazım, herkeste ısırma arzusu oluşturabilir.

Bu üründen elde edilebilecek en iyi mamul olan sakızlı muhallebiyi yapmayı becerememişler. Kahve de öyle değil mi… Bizde yetişmez, ama ondan yapılan en iyi ürün olan Türk kahvesi bizim icadımız…

Diğer köy ve kasabalara da gitmek için en iyi çözüm araba kiralamak. Kiralık araç çok uygun, günlüğü 25 Euro.

Kiraladığımız arabayla, adanın güneyine doğru sürüyoruz. Görevli, kuzeyde görmeye değer pek bir yer olmadığını söylemişti. Merkezin iki kilometre kadar güneyinde havaalanı var. Günde 5-6 sefer Atina’ya sefer yapılıyormuş.

Havaalanını geçtikten sonra girdiğimiz ilk yerleşim yeri Karfaz adında bir köy. Hava karardığından sokak lambaları yanıyor ama evlerin panjurları kapalı, etrafta kimsecikler yok, birkaç kedi kasabayı temsilen etrafta dolaşıyor.

Karanlıkta daha ileri gitmekten vazgeçip Chios merkezine dönüyoruz. Kafe ve restoranlar geç saatlere kadar açık, hatta kiralık araç şirketleri 21.30’a kadar çalışıyor. Belki de 13.30-17.30 arası verdikleri dört saatlik siesta molasını bu şekilde telafi ediyorlar.

Meydanda iki sinema var, “Newyork’ta Beş Minare” oyamadığı için girmiyoruz, onun yerine otel odasında Yunan TV’sinde, dublajsız “Binbir Gece”yi Türkçe orijinali ve Yunanca altyazıyla izliyoruz.

Ertesi sabah erkenden araçla yola çıkıyoruz, istikamet adanın güneyi. Girdiğimiz tüm köyler boş, birkaçında evlerinde tadilat yapan insanlar dışında kimsecikler yok. Besbelli ada çoğunlukla yazlık amacıyla kullanılıyor. Hani karnınız acıksa, yemek için Chios’a geri dönmek zorundasınız.

Pyrgi kasabasına kadar karşılaştığımız manzara hep bu. Burası da uzaktan aynı intibaı veriyor. İçeri girdiğinizde ise şaşırıp kalıyorsunuz, yanlışlıkla bir Latin Amerika ülkesine gelmiş gibi hissediyorsunuz. Kasaba, iki katlı çatısız binalarla dolu. Binaların tamamı Kızılderili çadırı gibi geometrik şekillerle süslenmiş. Sokaklar daracık, şişman biri iki bina arasında sıkışıp kalır. Karşılıklı balkonlar neredeyse bitişik. Tarihi evler, olası saldırılara karşı güvenlik amacıyla birbirine geçişli.

Yürümeyi tercih ediyoruz. Kasabada, yalnızca yaşlılar yaşıyor. Erkeklerin tamamı bizdeki gibi kahvehanelerde sohbette. O kadar yüksek sesle konuşuyorlar ki, kavga ettiklerini sanırsınız. Kadınlar evlerinin önünü temizlemekle meşgul. Hepsi cana yakın, görür görmez “Kalimera” diye selamlıyorlar.

Meydanda masaların üzerinde ters çevrilmiş yüzlerce sandalye, buranın yazları çok hareketli olduğunun kanıtı.

Merkeze dönüşü Agios üzerinden yapıyoruz. Burası yüksekçe bir tepe ve etrafındaki dağların manzarası müthiş. Hemen yakınlarındaki askeri tesis de, tıpkı köyler ve kasabalar gibi sessiz, ne mıntıka temizliği yapan, ne civciv yürüyüşü cezası alan ne de “yaylalar” türküsü söyleyen ya da “her şey vatan için” diye bağıran askerler mevcut.

Merkeze geri döndüğümüzde feribotun kalkış saatine az bir zaman kalmış, görmediğimiz sokaklara girip çıkıyoruz. Yürüdükçe düşünüyorum, ada bir kez görmeye değer, ama o kadar. İnsanların Sakız Adası’na merak veya arkadaşlara eşlik etme niyeti dışında gideceği düşüncesinde değilim. Hele ikinci kez gelinecek bir yer asla değil. Hemen karşıdaki Çeşme, fiyat dışındaki her açıdan fersah fersah ileride. Tesisler, temizlik, imkânlar, doğa bizde çok daha iyi…

 
Toplam blog
: 173
: 2173
Kayıt tarihi
: 03.10.07
 
 

1958 Trabzon doğumlu. Darüşşafaka Lisesi ve M.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi mezunu. Yazdığı kitapla..